Arşiv

 Karıncaların cumhuriyetçiliği

BEDİÜZZAMAN’IN TİLLO günlerinde, Kubbe-i Hasiye’deki inzivası sırasında, yemeğinin tanelerini karıncalarla paylaşması, onun cumhuriyetçilik anlayışının iki esasına ışık tutan örnek bir olaydır.

İnzivası müddetince küçük kardeşi Molla Muhammed’in tekyeden alıp getirdiği yemeğin tanelerini karıncalara veren Bediüzzaman, yemeğin suyuna ekmeğini banmakla iktifa eder. Bunun sebebini soranlara verdiği cevap ise, ilginçtir: “Bunlarda hayat-ı içtimaiyeye malikiyet ve fevkalâde vazifeşinaslık ve çalışma bulunduğunu müşahade ettiğim için, Cumhuriyetperverliklerine mükâfaten yardımda bulunmak istiyorum.”

1935 Eskişehir, 1944 Denizli ve 1948 Afyon Mahkemesi Müdafaalarında, Cumhuriyete ilişkin görüşlerini bu hadiseye atıfla ortaya koyan Bediüzzaman, böylece Cumhuriyetin Kemalist kavranışıyla kendi Cumhuriyet anlayışı arasına mesafe koyar. “Keyf-i küfrîyi cebren kanun altına alan,” yani pozitif hukuk düzenini dini reddeden bir anlayış üzerine kuran zihniyet, gerçekte Cumhuriyetin hakikatinden nasipsiz, isimden ibaret, sahte bir Cumhuriyetçiliktir. Bu Cumhuriyet anlayışı, halkın “halk için, halkın rağmına, asker tarafından” yönetilmesine dayanan, kamu çıkarı (menfaat-i umumiye) adı altında baskıcı bir azınlığın çıkarlarını güvence altına alan, millete hizmet ve adanmışlık adı altında her türlü ahlâkî/moral endişeden arındırılmış bir devlet cihazına sadakati öne çıkaran, Cumhuriyetin mânâsına muhalif söylemden ibaret bir Cumhuriyetçiliktir.

Bediüzzaman’ın Cumhuriyetçilik anlayışı iki esas üzerine kuruludur: 1) İnsanın fıtratı medenîdir. İnsan yaratılışı itibariyle sosyaldir. Toplumun kökenine ilişkin sözleşmeci teorilerin, insanın toplum öncesi ve toplum sonrası tekâmül evreleri olduğunu, insanın sosyalliğini sonradan ve zorunlu olarak edindiği anlayışını reddeden Bediüzzaman, fıtratı medenî/sosyal olan insanın bu yüzden hemcinslerini düşünmeye mecbur olduğunu, şahsî hayatının sosyal hayat sayesinde devam edebileceğini belirtir. Platon’un Devlet isimli diyaloğunda belirttiği gibi çekirdek toplum, bir çiftçi (beslenme), bir duvar ustası (barınma) ve bir terzi (giyinme)den oluşur. Bunlar, insanın bu temel ihtiyaçlarını karşılayarak, onun varlığını bütünler. 2) Yaratılışı itibariyle sosyal olan insan bencil olamaz, olmamalıdır. Bütün himmetini, çabasını, gaye-i hayalini kendi çıkarları üzerine kuramaz. Kişisel çıkar üzerine kurulu bir hayat anlayışının insanı insanlık nimetinden yoksun bırakacağı açıktır. “Ben ölünce bütün dünya yıkılır” anlayışı insanı sosyalliğinden soyar, onu toplum düşmanı cani bir çıkar makinesine dönüştürür. Oysa, “insanın kıymeti himmeti nisbetindedir.” Himmeti milleti olan insan, tek başına bir millettir!

Bu Cumhuriyet anlayışını karınca ve arı gibi toplu olarak yaşayan hayvan nevilerinde gözlemek mümkündür. Bu neviler, sosyal neviler olarak hep kolektif yaşarlar. Hiçbir karınca ya da arı sadece kendisine dönük bir çaba içinde değildir. Her bir karınca ya da arı neferinin çalışmaları bütünün içinde bir yere oturur ve onu tamamlar. Dahası, bunlar kendini aşmanın, sürekli çalışma ve yaşadığı topluluğa katkıda bulunmanın timsalleridir. Bu bakımdan, Bediüzzaman’ın yukarıda tasvir edilen Cumhuriyetçilik anlayışının cisimleşmiş örneklerini sergilerler.

Roma dönemi Stoacılığının önemli düşünürlerinden Çiçero’nun popülerleştirdiği Tabii Hukuk ve Cumhuriyet anlayışı, Batı Avrupa’da 19’uncu yüzyıla kadar, bu öğretilerin bilindiği hakim biçimi oluşturmuştur. Çiçero için devlet, ahlâkî bir toplumdur. Bu toplum devlete ve yasalarına ortaklaşa sahip çıkan bir insanlar topluluğudur. Yani res (şey) publica (halk/kamu)’dır; halka/kamuya ait olan şey (cumhuriyet)dir. Bunun karşıtı res privata’dır; kişiye özel olan şeydir. Bu meyanda, devletin de, yasaların da halka ait olduğu yönetim biçiminin adıdır Cumhuriyet. Devlet eğer ahlâkî amaçlar üzerine kurulu değilse ve ahlâkî ilişkiler içinde varlığını sürdürmüyorsa, bir eşkıya örgütünden başka bir şey değildir. Kaba kuvvet ve keyfîlikle cumhuriyet, tanım gereği bir araya gelemez. Cumhurî devletin amacı, yönetimi altında yaşayanlara karşılıklı yardımlaşmanın ve âdil bir yönetimin yararlarını sağlamaktır. Buna göre, devlet ve onun yasaları halkın ortak malıdır; bu yüzden devlet otoritesinin temeli halkın kolektif gücüdür. Kendi kendini yönetebilen bir heyet olarak halkın gücü, en yüksek güçtür. Otorite halkın gücüne dayanır, yasalara uygun olarak kullanılır ve ancak ahlâkî/fıtrî kanunlara uygun olarak kullanıldığında haklılaştırılabilir. “Kuvvet kanunda olmalı, yoksa istibdad tevzî edilmiş olur,” derken Bediüzzaman’ın kastettiği de budur. Kuvvet kullanımı, ancak adalet ve hak ilkelerini gerçekleştirmek için gerekli olduğunda haklı sayılabilir.

Burada önemli bir hususa işaret etmek yerinde olacaktır. Kişinin himmetini bağlı olduğu topluluğa hasretmesi, bu topluluğun ahlâkî niteliğini yitirmemiş olması ve ferdî rıza şartlarıyla mukayyettir. Topluma adanma ya da toplumsal/kolektif çıkarları öne çıkarma ile “vatanın selâmeti için fert feda edilir” anlayışı örtüşemez. Kişisel adanma hiyerarşisinde vatanın üzerinde, ona anlamını atfeden daha üst değerler vardır. Vatana/devlete/topluma adanma bu üst değerlerin reddini ima ediyorsa meşrûiyetini yitirir. Mutlak organik bir toplum anlayışı cumhuriyetçiliğin bir lâzımı değildir.

Kısacası Cumhuriyet, halkın halk tarafından ahlâkî bir değerler kümesi etrafında yönetilmesidir. Bunun içinde, keyfî yönetim, vesayet, kişisel çıkarların kamu çıkarına boyanarak pazarlanması kendisine yer bulamaz. İsim ve resimden ibaret olmayan bir Cumhuriyet, ahlâkî niteliğini yitirmemiş bir cumhuriyettir. Yaşasın Cumhuriyet!




Yeni Asya Gazetesi, 08.07.2005

  08.07.2005

© 2021 karakalem.net, Refik Yıldızer




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut