Arşiv

 Anayasal yargı meselesi

TÜRKİYE’DE DEMOKRATİK rejim ikili bir yapıya sahiptir. Bu yapılardan birincisini “devlet elitleri” olarak adlandırılan seçilmemiş asker ve sivillerin temsil ettiği, Kemalist ideolojiyi Tek Parti dönemindeki otoriter biçimiyle yorumlayan, demokrasiyi ancak kendi yorumladıkları biçimiyle Kemalizme uygunluğu oranında benimseyen, halk iradesinin buna karşı tezahürlerini gayrımeşrû sayan, bu tezahürleri önlemek için gerektiğinde silâhlı güç kullanmayı meşrû kabul edenler oluşturur. 1924 Anayasasının egemenliği kaynağı ve kullanımı itibariyle parlamentoya hasretmesine karşın, DP tecrübesinden hareketle, 1961 anayasası, egemenliğin kaynağını halk olarak görmekle beraber, kullanımını “yetkili organlar”a bırakmıştır. Bu yetkili organların başında Anayasa Mahkemesi gelmektedir.

Anayasa Mahkemesinin, verdiği kararlarda, demokratik rejimin ikinci sütununu oluşturan ve meşrûiyetini evrensel hukuk ilkeleri ve halk iradesinden alan seçilmişler (siyasî elitler) karşısında, demokratik otorite yerine, kuruluşundaki amaca uygun olarak, otoriter devlet elitlerinin iradesini yansıtmayı tercih ettiği görülmektedir. Bunda Mahkeme üyelerinin seçilme biçimi, seçilen üyelerin profilleri ve siyasî sosyalleşme biçimleri ile bu Mahkemeye tevdi edilen görev ve yetkilerin genişliği rol oynamaktadır. Kararlarında evrensel hukuk ilkeleri yerine, çoğu defa Kemalist devrim hukukunun gereklerine göre hareket etmeyi yeğleyen Mahkemenin benimsediği fetişleştirilmiş üniter devlet ve militan laiklik anlayışı, Türkiye’deki demokratik sürecin kurumsallaşmasına ciddî sekteler vurmuş, anayasanın demokrasilerin vazgeçilmez unsurları arasında saydığı çok sayıda siyasî parti kapatılırken, millî örf bile, içinde dinî etkiler taşıyabileceği kaygısıyla, mahkemelerin itibar edebileceği hukuk kaynakları arasında sayılmamış, Mahkeme bunu laikliğe aykırı bulmuştur.

1970’li yıllar içinde, 1974 affında olduğu gibi, Anayasa Mahkemesinin kararları giderek birçok yeni uygulamaya yol açtığı için, 1982 Anayasası, Mahkemenin yeni uygulamalara yol açacak kararlar veremeyeceğini hükme bağlamıştır (M.153). Ancak, Mahkemenin, 1989 yılında, YÖK Kanununun iptal etmediği EK 17 nci maddesine ilişkin olarak, militan laikliğin örnek metni olarak kabul edilebilecek bir yorumla, laikliği dinsizlik bile değil, İslâm karşıtlığı temelinde yorumlaması (ateist ya da dinsiz olmak zorunlu olarak din karşıtı olmayı gerektirmez!) ve bu gerekçenin (karar değil) Türkiye’de yürürlükteki kanuna aykırı olarak, baş örtüsü yasağının dayanağı olarak kullanılması, Türkiye’de hem bir egemenlik problemi, hem de demokrasinin konsolidasyonu probleminin var olduğunu ortaya koymaktadır.

Türkiye’de demokratik konsolidasyon (demokrasinin yerleşik hale gelmesi) açısından temel problem, anayasanın halk tarafından demokratik süreç içinde seçilmiş bir Meclis ya da Kurucu Meclis tarafından yapılmasının sağlanmasıdır. Mevcut anayasa, seçilmişlerin değil, sivil-asker atanmışların (devlet elitleri) yaptığı bir anayasadır; temel felsefesi açısından demokratikleştirilmesi imkânsız denecek kadar zordur. Anayasa Mahkemesi problemini çözmenin ilk adımı demokratik bir anayasa yapılmasının sağlanmasıdır.

Bu yapılana kadar, Anayasa Mahkemesinin demokrasinin konsolidasyonunun önündeki kurumsal engellerden biri olmaktan çıkarılması için, yargısal denetimi reddetmek yerine, mahkemeye üye seçilmesini bütünüyle ya da büyük ölçüde parlamentoya aktarmak ve böylece Mahkemenin içtihat değişikliği yapmasını mümkün hale getirmek, çok daha etkin ve tutarlı bir yol olacaktır. Anayasa Mahkemesi, en az RTÜK kadar, meşrû demokratik siyasî kanaatlerin yansıması gereken bir kurumdur. Siyasetin alanını genişletmeye Cumhurbaşkanlığı ve Anayasa Mahkemesinden başlamak çok doğru ve sağlıklı bir girişimdir.

Yargısal denetimi kabul ederek bunu Anayasa Mahkemesine görev olarak veren demokratik ülkeler, demokrasinin en az halk iradesi kadar önemli bir unsuru olan hukuk devleti ilkesini hayata geçirmek ve yasama iktidarının keyfiliğini önlemek amacını gütmektedir. Liberaller de, genellikle Anayasa Mahkemelerini, bizdeki özel durum hariç, çok önemserler. Oysa Türkiye’de Anayasa Mahkemesi otoriter bir siyasî felsefenin bekçiliğini yaptığı için, hukuk devletinin önündeki en ciddî engellerden biridir. Anayasa Mahkemesi yapısı, işleyişi ve görev ve yetkileri itibariyle demokratikleştirildiğinde, yargısal denetim bir problem alanı olmaktan çıkacak, hukuk devletinin gelişmesine ciddi katkılarda bulunabilecektir.




Yeni Asya Gazetesi, 06.05.2005

  06.05.2005

© 2021 karakalem.net, Refik Yıldızer




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut