Arşiv

 Ermeni meselesi

Ermeni meselesi bir dış politika meselesi olduğu kadar, milli kimliğin tanımlanmasıyla da ilişkisi olan önemli bir meseledir. Kanaatimce, Türkiye’nin siyasi problemleri öncelik sırasına göre dizilirse ilk sırada militan laikliğin demokratikleştirilmesi, ikinci sırada Ermeni meselesi gelir.


İTTİHAT VE Terakki Hükumeti döneminde Ermeni tehcirinin (zorla göç ettirme) başladığı tarih olarak kabul edilen 24 Nisan 1915 tarihinin, bu yıl 90’ıncı yıl dönümü. Milliyetçilikler döneminin belirli tarih periyotları üzerinden kimlik üretme ve pekiştirme yaklaşımı, bu vesileyle kendisini bir kez daha hissettirdi. Yoksulluğun pençesinde bir ülke olan Ermenistan’ın milliyetçi hükümetinin himayesiyle, özellikle Ermeni diasporası için tehcir sırasında yaşananların soykırım olarak tanınması bir hayatiyet meselesi haline gelmiş durumda. Öte taraftan bu konu, Türkiye’nin AB sürecini sekteye uğratacak en önemli değişkenlerden biri olacak gibi görünüyor. Nitekim Ermeni diasporasının bu yılki faaliyetlerine ilk defa Türkiye’de güçlü bir tepki verilmesi ve hükümetin böyle bir “meselenin” varlığını teslim ederek konuya çözüm bulma mantığıyla yaklaşması, milliyetçi hamasetlerle soğuk rasyonalite sarkacında salınan meseleyi Türkiye’nin iç ve dış gündeminin en sıcak maddeleri arasına soktu. Cumhuriyetin klasik yaklaşımı olan, topun karyolanın altına atılıp görünmez kılındığında problemlerin çözüleceğini sanmanın, gerçekte onları kangrenleştirdiği bir kez daha ortaya çıktı.

1915 Ermeni olaylarının mahiyeti bilimsel olarak ortaya konabilmiş değildir. En azından bu konuda ortak bir bilimsel kabulden söz etmek zor görünüyor. Bu yüzden, Fransa ve İsviçre gibi ülkelerde Ermeni soykırımını kabul etmemenin suç sayılması, Türkiye’ye ilişkin “Batılı” önyargıların somut yansımalarından başka bir şey değildir. Aynı şekilde, yeni Türk Ceza Kanununda Ermeni soykırımının varlığını kabul etmenin suç haline getirilmesi de etik olarak kabul edilebilir bir pozisyon değildir. Bu mesele, hem tarih hem de siyaset kulvarlarında yürüyecek, Türkiye açısından hazmı zor bir “dağ meyvesidir”. Umulur ki şifaya müncer olsun.

1915 olayları konusunda üç tutumdan söz etmek mümkündür:

1. Reddiyeci Yaklaşım:

Kemalist ve Türkçü milliyetçiliklerin belirlediği resmi pozisyon, Ermeni tehcirinin savaş sırasında kendisine karşı ayaklanan bir topluluğu, güvenlik açısından zararsız hale getirmek için devletin başvurduğu zorunlu bir tedbir olarak görür ve tehcir sürecindeki açlık, salgın hastalıklar, iklim değişikliği ve zaman zaman yaşanan güvenlik probleminin Ermeni ölümlerine yol açtığını, ortada etnik mukatele ya da soykırım gibi bir durum bulunmadığını, bu konuda problem oluşturacak herhangi bir boyut olmadığını ve konunun bütünüyle tarihte kalması gerektiğini ileri sürer. Bu tez, milli hafızadan bu konunun silinmesini içerir.

2. Mukatele Yaklaşımı:

Bu yaklaşım, “1915’te neler oldu?” sorusunun cevabını herhangi bir ön kabulden hareketle değil, açık uçlu bir soru olarak sorar ve tehcirin Anadolu’nun etnik açıdan homojenleştirilmesi kaygısına dayandığını, sürecin karşılıklı saldırıların tetiklediği, insani maliyeti çok yüksek bir mukatele (karşılıklı yok etme) olduğunu ileri sürer. Bu tez, geçmişle özgüvene dayalı bir muhasebeyi önerir ve eksik ve yanlışların görülerek milli hafızanın milliyetçi reflekslerden arındırılarak insani duyarlığının arttırılmasını ve etnik ben-merkezcilikten kaçınmayı ima eder.

3. Soykırım Yaklaşımı:

Özellikle ABD ve Fransa’daki Ermeni diasporası tarafından sahiplenilen ve Türkiye üzerinde bir baskı aracı olarak bu tezden medet umanların da benimsediği bu yaklaşım, Yahudi Holocaust’ına (soykırım) benzer bir Ermeni Holocaust’ı üretmeye çalışmakta ve 1915 olayları üzerinden Türkiye’ye dönük 3 T (Tanıma, Tazminat, Toprak) gibi uzantıları olabilecek birtakım siyasi kazanımlar elde etmeyi hedeflemektedir.

Politik açıdan, Batı kamuoyu üçüncü tezin etkisi altındadır ve evrim teorisinin akademik toplumda benimsenmesi gibi, yaygın bir “bilimsel mütearife” konumunu edinmiş görünmektedir. Türkiye’de bu konuda yapılan az sayıdaki akademik çalışmanın uluslararası akademik dolaşıma girmemiş olması da bunu nisbeten biraz daha anlaşılır kılmaktadır. Yaşadığımız süreç, bu tezin benimsenmesi için Türkiye üzerinde yoğun bir baskı atmosferinin oluşturulmasına doğru seyretmektedir. AB’den müzakere tarihi almadan önce Fransa Dışişleri Bakanı Michel Barnier’in söyledikleri bu açıdan önemlidir. Aynı şekilde, İsviçre, Fransa ve Belçika’nın bu konudaki tutumları da Türkiye için sıkıntı doğurmaya adaydır.

Akademik açıdan, resmi pozisyonu belirleyen Kemalist ve Türkçü milliyetçi yaklaşımlar, ki Türk Tarih Kurumu bu çizginin mümessilidir, konuyu bir “milli sadakat ve aidiyet” meselesi haline getirdiği için, çok fazla ciddiyet içermeyen ve uluslar arası akademik dolaşıma dahil olmayan çalışmalar ortaya koymuştur. Yenilerde Hikmet Özdemir’in ortaya koyduğu çalışmaların ise uluslar arası akademik toplumdaki yansımalarını görmemiz gerekiyor. Özdemir’in çalışmaları, resmi pozisyonu Mukatele yaklaşımına doğru eğdirecek fakat soykırımı reddedecek bir pozisyonu temel almakta, ancak aynı “milli aidiyet ve sadakat” refleksinden beslenmektedir. Bunun karşısında ise, Türkiye’den kimi akademisyenlerin de destek verdiği yaklaşım, Mukatele ile Soykırım tezleri arasında savrulmaktadır ve ciddi bir uluslar arası akademik kredibiliteye ulaşmış durumdadır.

Ermeni meselesi bir dış politika meselesi olduğu kadar, milli kimliğin tanımlanmasıyla da ilişkisi olan önemli bir meseledir. Kanaatimce, Türkiye’nin siyasi problemleri öncelik sırasına göre dizilirse ilk sırada militan laikliğin demokratikleştirilmesi, ikinci sırada Ermeni meselesi gelir. Kürt meselesi Kemalist ve Türkçü milliyetçilikler ile bunun tetiklediği Kürt milliyetçiliği tarafından çözülmez hale getirilmiş, ancak “doğru politikalar” izlendiğinde, kesinlikle “çözülebilir,” en azından “yönetilebilir” bir problemdir.




Yeni Asya Gazetesi, 13.05.2005

  13.05.2005

© 2021 karakalem.net, Refik Yıldızer




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut