Arşiv

 Modern bilimler karşısında Said Nursî

MODERN BİLİM Allah’ın var olmadığı bir kâinatı veri alarak eşyaya ve tekevvünata bakar. Kâinatın ve insanın mânâsını “mânâ-yı ismiye” inhisar ettirir. İnsanı, abesiyete müncer olan “evrim” seylinin zavallı bir seyircisi olarak tasvir eder. Kâinattaki hiçbir şeyin kendisini aşan bir “anlamın” taşıyıcısı olduğunu kabul etmez. Kâinatın insana müteveccihen yazılmış bir “kitap” olduğunu göremediği için de, hayretini nakşına yöneltir. Bir şiire nazar ettiğinde onun sadece kafiyesiyle ve biçim özellikleriyle ilgilenir. Bu şiirle anlatılmak istenenler onun ilgisinin dışındadır. Ölü Ozanlar Derneği isimli filmin giriş epizodunda, edebiyat dersinde şiiri matematiksel olarak inceleyen, cetvel ve gönye kullanan kaba pozitivist yaklaşımla alay edilir. 12’inci Söz’de “ilm-i hikmet” adı altında modern bilimi de içeren felsefeyi bu şekilde tasvir eden Bediüzzaman, “dinsiz felsefenin hakikatsiz bir safsata olduğu” sonucuna ulaşır.

Gerçekten de, modern bilim açısından tsunami sadece fiziksel bir incelemenin konusudur. Yüz binlerce insanın ölmesi, aç ve açıkta kalması onu ilgilendirmeyen “metafizik” konulardır. İnsanlığın en önemli konuları onun için soğuk bir ölçme ve değerlendirmenin nesnesidir. Modern bilimin şahsî ve toplumsal hayata getirdiği değerler açısından sunduğu tablo ise, insanın var oluşunu bir trajediye dönüştürür.

Kâinattaki her varlığın kendi diliyle tasvir ve tesbih ettiği Yüce Yaratıcı’dan öğretmenlerinin bahsetmemesinden şikâyet eden Kastamonulu öğrenciye Said Nursî’nin cevabı, modern bilim karşısındaki alternatif bakış açısının en duru ifadesidir: “Sizin okuduğunuz fenlerden her bir fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Halikı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.” Böylece pozitivizme iman etmiş öğretmenlerin zihniyet boyasıyla boyanmış bilimsel bilginin içerdiği materyalizm yerine, varlıkların her birinin kendine özel bir dille ifade ettiği tesbih ve tezkiri fark edip onun doğrulayıcıları haline gelmek mümkün olacaktır.

Kâinatın sırlarının anahtarı insanın enesine takılmış, şifresi Kur’ân’da verilmiş, Hz. Peygamber tarafından da kullanımı gösterilmiştir.

Allah’ın güzel isimlerine dayalı bir kâinat okuması, bizi modern bilimin mürekkep cehaletinden uzak tutacak, bütün varlıkların şehadetlerini doğrulayarak onların hukukunu tanımayı öğretecek, dahası ahsen-i takvim suretinde bir kemal yolcusu yapacaktır.

Öyleyse modern bilimin inkâr ve görmeme üzerine kurulu anlam evreninin sunduğu “zührevari” kâinat okumasını reddedip bunu “reşhavari” bir okumaya dönüştürmek, inkârla kararmış zihinlerin filtresinden süzülen modern bilim anlatısına karşı mesafeli bir pozisyonu benimseyip, onun “Ne güzel” deyişinin yerine “Ne güzel yaratılmış deyip” herşeyde, eser-fiil-isim-sıfat-şuun teselsülüne dayalı tevhidî ve tefekkürî bakış açısını hakim kılmak esas olmalıdır.

Bediüzzaman, bu bakış açısıyla donatılan birisinin kâinata baktığında neler görebileceğini uzun uzun örnekler.

Materyalist bir zihin çerçevesinin karanlığa boğup dinsizliğin ve din karşıtlığının en önemli âletlerinden birisi haline getirdiği modern bilim “meşru” bir “otorite kaynağı” olarak görülemez. Bu elbette, modern bilim anlatısına düşman olma ya da onun mukayyed gerçekliğini reddetmeyi gerektirmez. Ama insanlığın günümüzde yüz yüze kaldığı küresel problemlerin arka planında, materyalizme tutsak edilmiş bilim anlayışının önemli bir payı vardır.

Bu yüzdendir ki, modern bilime karşı özellikle 80’li yıllarda şehit İsmail Farukî’nin öncülüğünü yaptığı “bilginin İslâmileştirilmesi” tezinden hareketle de sağlıklı bir bakış açısı geliştirmek mümkün değildir.

Said Nursî’nin, özellikle “Eski Said” olarak adlandırdığı Cumhuriyet öncesi dönemde, dinin, modern bilimin “doğrularıyla” çatışmak bir yana, onlar tarafından desteklendiğini modern bilimin “verilerinden” hareketle ortaya koyma çabası içinde olduğunu görüyoruz. Ancak bu tutum sadece onunla sınırlı olmayıp, o dönemin bütün Müslüman kanaat önderlerine teşmil edilebilecek bir tutumdur.

Ne var ki, Said Nursî daha sonra, 29’uncu Mektubun “Yedinci İşaret”inde bu duruma şöyle dikkat çekici bir açıklama getirir

“Eski Said ile mütefekkirin kısmı, felsefe-i beşeriyenin ve hikmet-i Avrupaiyenin düsturlarını kısmen kabul edip, onların silâhlarıyla onlarla mübareze ediyorlar, bir derece onları kabul ediyorlar. Bir kısım düsturlarını fünun-u müsbete suretinde lâyetezelzel teslim ediyorlar; o suretle, İslâmiyetin hakiki kıymetini gösteremiyorlar. Adeta kökleri çok derin zannettikleri hikmetin dallarıyla İslâmiyeti aşılıyorlar, güya takviye ediyorlar. Bu tarzda galebe az olduğundan ve İslâmiyetin kıymetini bir derece tenzil etmek olduğundan, o mesleği terk ettim.”




Yeni Asya Gazetesi, 15.04.2005

  15.04.2005

© 2021 karakalem.net, Refik Yıldızer




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut