Arşiv

 Dürüstlük en iyi siyasettir

1982 ANAYASASININ 24’üncü maddesi din ve ahlâk öğretimini ilk ve orta öğretim kurumlarındaki zorunlu dersler arasında sayar. Bu zorunluluk bir boyutuyla din ve vicdan hürriyetine bütünüyle uygundur. Bu boyut din ve ahlâk konusunda genel bilgilendirmeyi zorunlu sayan boyuttur. Dinin toplum hayatını etkileyen en önemli kurumlardan biri olduğu göz önüne alındığında, özel olarak yaşadığı toplumun dini akide ve pratikleri hakkında bilgi sahibi olmak, genel olarak insanın hayat yolculuğundaki en önemli anlam haritalarından birini oluşturan dinler hakkında yeterli ve sağlıklı bir perspektif edinmek zorunludur. İslâm hakkında sağlıklı bilgisi olanlar, ezanın sadece namaz vaktini duyurma amacına dönük bir çağrı olmadığını bilirler. Müslümanlar için namazın, Cumanın, Ramazanın, tesettürün, alkol yasağının vs. varlığından haberdar olurlar. Bu haberdarlık elbette benimsemeyi içermeyebilir. Buradaki “aydınlanma” dinin dışında ve üzerinde, din hakkında gerçekleşen bir aydınlanmadır. Bu bakımdan tüm Batılı ülkelerde din kültürü zorunlu dersler arasında yer alır. Çoğu Batılı, Hıristiyanlığı benimsemese de, İncil’de anlatılan “Dağdaki Vaazı” bilir. Hıristiyan kültürü hakkında yeterli bilgi sahibidir. Peki bizde böyle midir?

Bizde İslâmiyet hakkında sağlıklı bilgilenme açısından tam bir fetret yaşanmaktadır. Kurbanı hayvan katliâmı olarak değerlendiren art niyetlilerden, tokalaşmayı bir “temeddün” göstergesi sayana kadar dinî pratikleri hor gören, anlamlandıramayan ve empati kuramayanlara sıkça rastlamak mümkün. Din deyince onu hemen “tehlike” karesi içine alan, ne anlama geldiğini bile bilmedikleri “irtica” kavramıyla dini özdeşleyenler birer toplumsal tahrib kalıbı olarak ortalıkta dolanıyor. Gittiği bir Anadolu şehrinde Ramazanı yok sayarak hareket edenlerin bunun halkta tepki uyandırmasını anlayamamaları, iş saatlerinin Cumayı yok sayarak belirlenmesi, mesai saatleri içinde namazın yasaklanması gibi birçok yerde rastlanabilecek uygulamaların bir kısmı dine ilişkin aşağılayıcı ve yok sayıcı tutumların cehaletle örülmüş yansımalarıdır. Kısacası, kişinin içinde yaşadığı toplumun dinine ilişkin bilgi sahibi olması, kamu düzeni açısından trafik lambasındaki renklerin işaret ettiği anlamları bilmek kadar önemlidir. Faiz yasağını bilmeyenlerin, insanların faizden uzak duruşlarını sağlıklı anlamlandırması mümkün müdür?

Dine ilişkin temel problem yine de dine ilişkin bilgilenmeden çok, dini bir akide ve pratik olarak benimseyenlerin bunu doğru biçimde öğrenme ve uygulamaya aktarmalarının fiilen yasaklanmış olmasıdır. Bir dini benimseyenlerin o dinin gereklerine uygun eğitim almalarının zemini devlet okulları değildir. Böyle bir durum laikliğe aykırıdır. Din eğitimi, münhasıran bu iş için kurulmuş devlete bağlı eğitim kurumları ile özel eğitim kurumlarında yapılabilir. Burada devletin fonksiyonu “denetim”den ibarettir. Oysa Türkiye’de devlet okullarında isteyenlere din eğitimi verilmesi yasak olduğu gibi, özel eğitim kurumlarının din eğitimi verebilmeleri de yasaktır. Çocuklar için ebeveynlerin iradesi esas alınarak, din eğitiminin gönüllülük esasına göre düzenlenmesi, laikliğin ve din ve vicdan hürriyetinin vazgeçilmez lâzımıdır. 29’uncu madde değişikliği ile din eğitiminin devlet dışındaki kurumlar tarafından yapılabilmesi yine suç olmaktan çıkarılmamakta, sadece müeyyidesi zayıflatılmaktadır. Din karşıtı laikliğin anavatanı olan Fransa’da bile, ortaöğretim kurumlarının yarısı Kiliseye bağlı okullardır. Tümüyle din dışı bir eğitimi talep edenler devlet okullarını tercih etmekte, Kilise okullarını çeşitli sebeplerle tercih edenler ise çocuklarına Hıristiyan öğretiye uygun bir eğitim aldırmaktadırlar. Devlet okullarına giden çocukların ise din kültürü edinmeleri elbetteki zorunludur. Burada Türkiye özelinde karşımıza çıkan öğretimin birliği (tevhid-i tedrisat) ilkesi, açıkça din ve vicdan hürriyetine aykırıdır. İnsanın anlam arayışının ceberut bir devlet vesayetine kurban edilmesidir.

Aynı şekilde, Anayasanın 42’nci maddesinde eğitim ve öğretimin “Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre” yapılması, buna “aykırı eğitim ve öğretim yerlerinin açılamaması” da din, vicdan ve kanaat hürriyetine kaba bir saldırıdır. Din yerine ikame edilen bir ideolojik çizginin eğitim sistemine hakim kılınması, o ideolojiye aykırı yaklaşımlara sahip olmayı suç konusu haline getirir. Böyle bir durum ise ancak totaliter rejimlerde görülebilecek bir durumdur. “Çağdaş bilim”e uygunluk da mutlaklık atfedilemeyecek bir durumdur. Postmodern düşüncenin büyü ile bilimi aynı kefeye koyan yaklaşımı uç bir yaklaşım olarak görülse bile, bilimin de son tahlilde bilim adamı cemaatinin kabullerine dayandığını ve bilimsel olarak adlandırılan yaklaşımların çoğu defa bilim adamları cemaatinin yaklaşımları olduğu göz önüne alındığında, bu ölçünün de nisbîleştirilmesi gereken bir ölçü olduğu ortaya çıkar.

Din eğitimi konusunda yatıştırmacı, devekuşuvârî tutumlar yerine, açık, dürüst ve tutarlı bir çizgi izlenmeli ve bu konudaki tabular ve ilkel uygulamalar açıkça sorgulanmalıdır. Aç bir aslanla oynaşmak bakıcısının bile hayatına mal olabilir. Onunla oynaşmak değil onu kafese kapatmak ve ondan uzak durmak gerekir. Dini tehlike karesi içinde düşünen “etkili” marjinaller yerine, çoğunluğun insan haklarını öne çıkarmak ve “doğru”yu “aç canavarlara” yem yapmamak şarttır. “En büyük hile hilesizliktir.” Dürüstlük en büyük siyasî erdemdir.




Yeni Asya Gazetesi, 10.06.2005

  10.06.2005

© 2021 karakalem.net, Refik Yıldızer




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut