CUMHURBAŞKANI SEZER tarafından henüz onaylanmayan, Türk Ceza Kanununda değişiklik yapılmasına dair 5357 sayılı kanunun 29’uncu maddesi, Ceza Kanununun 263’üncü maddesini şu şekilde değiştirdi: “Kanuna aykırı olarak eğitim kurumu açan veya işleten kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasıyla cezalandırılır.” Değişiklik gerekçesinde eğitim kurumu “okul veya dershane” olarak tavzih edildi. Aslında 1938’den beri var olan bu madde şimdiye kadar uygulanabilmiş değil. Ama bunun böyle olması, uygulanmayacağı anlamına gelmemekte. 28 Şubat döneminde 312’nin zorlama ve keyfî yorumlarla kaldırılan 163’üncü madde yerine nasıl ikame edildiğini gördük.
Bu değişiklik konusunda hükümetin izlediği yol, demokratik bir tutarlılığa sahip olmamakla birlikte, pratik açıdan sonuç doğurucu nitelikte görünüyor. Öncelikle, bu “suç”un tavanı bir yılda tutularak, yeni yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kanunu uyarınca, hapis cezası verilse bile bunun para cezasına çevrilmesi sağlanıyor. “Okul veya dershane” denerek de kişi ya da grupların informel eğitim programları gerçekleştirmesi suç kapsamı dışında bırakılıyor. Böylece, Kuzeydoğu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde, PKK teröründen çok ağır şekilde etkilense de varlığını sürdüren eski “medrese” geleneği ile, çeşitli kişi ya da toplulukların Kur’ân ya da dinî bilgilere ilişkin informel öğretim ortamları oluşturması, jandarma parantezi açık olmak kaydıyla, “kovuşturma” dışında bırakılıyor.
Konuya ilkesel açıdan baktığımızda ise, demokratik cesaretin yerini mütereddit bir tutuma bıraktığını görüyoruz. Öncelikle informel din eğitim ve öğretimi, konusu suç oluşturan bir fiil değil. İzinsiz okul ve dershane açmak da öyle. Bu sadece idarî yaptırımı olan bir meseledir. İzinsiz okul ya da dershane açanlar, izinsiz işyeri açanlarla aynı statüye tabidir. Dolayısıyla bu konunun Ceza Kanununda düzenlenmiş olması büyük bir tutarsızlık ve sivil hürriyetler alanına ciddî bir müdahaledir. Peki, neden?
Bu kanunun Mecliste müzakeresi sürerken yapılan yorumların önemli bir kısmı gayr-ı ahlâkî ve art niyetli bir suskunluk içermekteydi. Bu kanunun Kur’ân öğrenimini engelleme yönünde kullanılacağı söylendiğinde, bunun zaten eskiden beri var olan bir madde olduğu ve Kur’ân öğrenimiyle ilişkili olmadığı ileri sürülüyordu. Ne zamanki, AK Parti Meclis grubunun sağduyusuyla bu değişiklik gerçekleştirildi, samimiyetsiz suratların zamirlerinde gizledikleri kin, nefret ve sinsilik bir anda ortalığa saçıldı. Aslında, hedefin bütünüyle Kur’ân kursları olduğu, bilinçli bir “suskunluk” izlenerek toplumun dinden arındırılması yönünde yeni bir mevzi kazanılabilmesi hedeflendiği tebeyyün etti.
Demokrasi örgütlü toplum rejimidir. Örgütlenmeyen çıkar ve taleplerin siyasî sisteme yansımasını beklemek safdilliktir. Demokratik zeminlerde “tepkilerin” örgütlenmesi zorunludur. Nitekim, Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in rağmına bu değişikliğin gerçekleşmiş olması, bu konuda ortaya konan örgütlü kamuoyu duyarlığının doğurduğu bilinç uyanıklığı ile mümkün olabilmiştir. Tayyar Altıkulaç gibi, din eğitiminde devlet tekelinin amansız savunucuları olan, ama bunu kendilerine has bir “iyi niyetle” yapanlar bile, maddenin Kur’ân eğitimini engellemeye dönük olarak kurgulanmış olduğunu ya da bu amaçla kullanılmaya müsait bulunduğunu bu sayede fark edebildiler.
29’uncu madde tartışması, esasında Türkiye’nin din eğitim ve öğretimi konusundaki derin problemlerinin bir aynası oldu. Türkiye’de devlet merkezli bir anayasa bulunduğu için, çocukların nasıl eğitileceği konusunda ebeveyn hakları göz ardı edilmekte ve eğitim tümüyle devlete bağlanmaktadır. “Devlet” isimli ünlü diyaloğunda Eflatun, yönetici ve koruyucu sınıfa mensup olanların çocukların “devletleştirilerek,” tüm sadakatlerinin anne ve babaları yerine devlete yönelmesini sağlamayı önermekteydi. Türkiye’deki mevcut düzen de, ebeveynlerin çocukları üzerindeki haklarını reddederek, onları Kemalist ilkelerin İkinci Dünya Savaşı öncesi yorumlarının mü'mini haline getirmeyi hedeflemekte, bu yüzden tüm eğitim ve öğretimi devletin denetim ve gözetimi altına alırken, din eğitim ve öğretiminin özel eğitim kurumları yoluyla verilmesini de yasaklamaktadır. Din gibi bütünüyle bireysel tercih konusu olması gereken bir konunun tamamıyla devlet tarafından istila edilmesi, Türkiye’de demokratik elbise içinde saklanmak istenen otokratik bir Truva atıdır. 29’uncu madde değişikliğini izleyen siyasî polemiğin Türkiye siyasetinin mahiyetine ilişkin düşündürdükleri ile din eğitim ve öğretiminin düzenlenme biçimi ve bu konudaki demokratik seçenekleri bir sonraki yazıda değerlendireceğim.
Yeni Asya Gazetesi, 03.06.2005
© 2021 karakalem.net, Refik Yıldızer