SEYAHATE ÇIKMAZDAN önce biri, uyandırmak için çalar saat almasını tavsiye etti. Tavsiyeye uyarak küçük güzel bir saat aldı. Yeniyi daha gitmeden evde kullanmaya başladı, eskiyi bir kenara bıraktı.
İçinde bir vefasızlık hissi oluştu. Yıllarca bu saat sabah namazına kaldırmış, ayarlandığında kaldırmama kusurunu işlememişti. Ne diye onu kullanmama mezarlığına defnetmişti. İsraf kadar vefasızlık değil miydi yapılan. Bu hislerle saati aldı, tekrar pil taktı, saat ise çalışmadı. Acaba pilleri mi yanlış takmıştı, çıkardı tekrar denedi yine çalışmadı. Anlaşılan saatin kalp evi kırılmıştı. Terk edilmiş onu üzmüştü. Bir müddet onu yalnız bıraktı. Suçunu da anlamıştı, şimdi bu gönlü nasıl tamir edebilirdi?
Umreye gitmeye yakın bir his uyandı içinde. Bu vefalı zaman dostunu zamanın kalbine götürüp orada bırakmalıydı. Bundan sonraki ömrünü orada akrep ve yelkovanı ile tavaf ederek tamamlamalı idi. Hem israftan kurtulmuş hem vefasızlığını tamir etmiş olacaktı.
Ne zaman sonra bilmiyor saati çalıştırmak için tekrar denedi, daha şimdiden tavafa başladı bile. Anlaşılan içinde uyanan his doğru imiş, vefasızlık hiç de hoş bir davranış değilmiş.
Vefa insanı Muhammedi Emin’in (A.S.M.) şehrine gitmek, zamansızlığın kalbinde zikrederek dönmek onun da aradığı coşkuymuş demek ki. Taşları elinde zikreden Zat-ı Zişan’ın (A.S.M.) şehrine gitmeyi kim gitmek istemez? Her zerrede onun nurundan izler var, her şey bir nevi ona hasret. Zamanı aşireleri, mekânın zerreleri ondan haberdar ve onu tanıyor. O ise rahmetin en büyük ayinesi, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş.
Vefa sünnetine uymakla o da sevinç tavafına durdu.
Evet, orada da vazifesini yaptı. Kendisi uyumadı, Kâbe’ye tavafa gideceklere uyandırdı. Mekke’den ayrılırken ona baktı, zamansız zamanları kucağına bıraktı. Ayrıldığına mahzun olmadı, o ise kavuştuğuna memnun olmalıydı.