BOSNA-HERSEK İZLENİMLERİ- III
Hersek hikâyeleri

Mona İslam

BİR ÖNCEKİ geceyi Sarajevo’da başağrıları ve sökün eden gözyaşları içinde geçirmemin ardından Mostar’a doğru erkenden yola koyuluyoruz. Ülkenin kuzeyinden güneyine doğru uzun bir yolculuk yapacağız. Ekibimiz neşeli, bize çevre hakkında bilgiler veren bir ağabeyimiz de aramızda bulunuyor. Kendisi savaş zamanında Bosna’ya gelmiş bir doktor ve o dönemde de epeyce yararlılık gösterdikten sonra Bosna sevdası devam etmiş. Halen ne yapabiliriz, onun peşinde.

Akıp giden turkuaz rengi bir nehri takip ediyoruz. Neretva nehri usul usul akan, üzerinde yüzmeye elverişli, Boşnaklar gibi sakin tabiatlı, huzur verici bir nehir. Bosna’yı Hersek’ten ayıran bir dağın içinden geçiyoruz. Tünelin ardımızda kalan tarafı serin, sabah saatlerinde sisli, büyük ve sık ağaçların yer aldığı bir ormanlar ve yamaçlar ülkesi iken, önümüze serilen topraklar maki türü bitkileri, portakal, limon ve incir ağaçları ile tam bir Akdeniz bitki örtüsü içeriyor. Güneş kemiklerimizi ısıtmaya başladığı anda diriliyorum. Kendimi evime gelmiş hissediyorum. Bu ülkede yaşamış olsam bu bölgede yaşamak arzu edeceğimi iyi biliyorum. Nehir kıyısında küçük bir lokantada duruyoruz. Alabalık yiyoruz. Küçük kızım nehre girmek için tutturuyor. Kızım diyorum biz buraya tatile, yüzmeye gelmedik. Gidecek yolumuz, yapacak işlerimiz var.

Mostar’a yaklaşıyorken bizi bir araba durduruyor. Bir delikanlı iniyor arabadan, Boşnakça bir şeyler söylüyor İHH görevlisine ve bizi takip ediyor otelimize kadar. Bir gönüllü mihmandar buluyoruz kendimize. Zeyd arabasını otelde bırakıyor, bizimle otobüse geliyor. Bavulları bırakıp yola koyuluyoruz. İlk durağımız Poçitel köyü. Bu şirin köy, dağlara üst üste inşa edilmiş evlerden oluşuyor. Bana Mardin’deki yapılanmayı anımsatan bu şirin köyde evlerin mimarisi Safranbolu evlerine çok benziyor. En tepede bir hisar ve bir kale var. Zeyd bize bunun bir gözlem kalesi olduğunu anlatıyor. Kalenin biraz aşağısında bir cami var. Biz namazları orada kılacağız.

Şimdiye dek hiç bu kadar yüksek bir yere namaz kılmak için tırmanmamıştım. Soluğum kesildi. Ben camide pes ettim, kızımla beklemeye karar verdim, grupla beraber eşim en tepeye gözlem kulesine tırmanacak. Bu noktadan tüm arazi kuşbakışı görülüyor. Ben de fotoğraflarla yetineceğim. Yolculuğun bu durağından sonra biraz dinlenmek ve mola vermek istiyoruz. Bir müzisyen olduğunu, Seyfullah diye bir grupta şarkı söylediğini öğrendiğimiz Zeyd, bize Boşnakça, Türkçe, Arapça, İngilizce ilahiler okuyor. Sesi melekleri andırıyor. Geçen yıl Ramazan’da Türkiye’ye geldiklerini söylüyor bize, ve televizyonda bir sahur programında onları gördüğümü hatırlar gibi oluyorum. Bizi Blagay tekkesine götürüyor. Tekke bir şelalenin yanına, kayaların üzerine yapılmış. Öyle ki, balkondan ellerinizi uzatsanız neredeyse su ellerinize akacak. İçeride Nakşibendi Şeyhinin ve Ahmed Rufai hazretlerinin isimlerini okuyorum. Tekkedeki türbeyi ziyaret ediyoruz. Burası halen yaşayan bir tekke. Her hafta zikir yapılıyor. Balkanların Müslümanlaşmasında büyük payı olan bir mekan olan Blagay tekkesi müthiş bir manevi havaya sahip. İnsan içine girince hem bir ürperti ve haşyet, hem bir huzur ve sekine hali hissediyor . Dışarı çıkmak istemiyoruz.

Artık yol durağımız Mostar şehir merkezi. Akşam olup ışıklar yanmaya başlamış iken farkediyoruz ki, bir dağın zirvesine tüm şehri görecek ve tüm şehirden görülecek şekilde bir haç dikilmiş. Öğreniyoruz ki, bu haç Hırvatlar tarafından “burası bir hristiyan toprağı” demek amacı ile oraya kondurulmuş. Bize bir hikayesini anlatıyorlar bu haçın. Rahmetli Aliya İzzetbegoviç’e Hırvat lider haçı göstererek nispet yapmış. “Nasıl, ne hissediyorsun?” diyerek. Aliya da ona “Sen birazcık başını kaldır, az yukarı bak, ne görüyorsun?” demiş. Gökyüzüne başını kaldıran Hırvat lider orada asılı duran hilali görmüş ve Aliya eklemiş “Onu oradan indiremediğin sürece kendimi kötü hissetmem için bir sebep yok.” Bu Boşnakların ağzında anlatılagelen bir kahramanlık hikayesi olmuş.

Hersek bölgesinde pek Sırp bulunmuyor. Olsa da çok azlar. Bu bölgede Hırvatlar Boşnaklarla birlikte yaşıyorlar. Hırvatlar Katolikler ve bunu belli edecek dev kiliseler yapıyorlar. Kilise kuleleri adeta bir meydan okuma hevesi ile göğü deliyor. Bana Tekasür suresini hatırlatıyor bu kuleler. “Ne kadar büyük ise o kadar hakikat, ne kadar çok ise o kadar değerli” diye bağıran bir kesret sevdalısı halkı işaret ediyor bu kuleler. Öğrendiğimiz kadarı ile niyetleri de tıpkı bu tepedeki haç gibi kuleleri de Müslümanların gözüne sokmak. Hırvatlar Sırplar gibi köylü değiller, daha çok şehirlerde yaşıyor ve daha politik davranıyorlar. Bize anlatılanlara göre, bu politik tavır şöyle arz-ı endam ediyor. Şayet bir Sırp’a “Selam aleyküm” derseniz size homurdanır, bir Hırvat’a “Selam aleyküm” derseniz size “Aleyküm Selam” der ve içinden “Beni Boşnak sandı enayi” diye geçirir. Ama söylenildiği üzere, aynı derecede düşmanlar onlar da Sırplar gibi.

Aramızda bir Hırvat şehri olan Dubrovnik’i görmek isteyenler oluyor. Zeyd “Hiç tavsiye etmem” diyor. “Milli maçtan sonra delirdiler. Yanınızdaki başörtülü hanımları görürlerse size dert olabilirler.” Biz de muhteşem tarihi eserleri, muhteşem doğası ile bir Akdeniz kıyı kendi olan Dubrovnik’e gitmekten vazgeçiyor ve atalarımızın şehrine Mostar’a yöneliyoruz.

  26.07.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut