BOSNA-HERSEK İZLENİMLERİ- IV
Masal şehri Mostar

Mona İslam

BUGÜNKÜ DURAĞIMIZ Mostar’ın şehir merkezi. Şehre girdikçe ikili bir görüntü gözümüze ilişmeye başlıyor. Kentin bir bölümü mamur ve lüks binalardan, mağaza ve kafelerden oluşuyor, diğer bölümü ise nispeten daha eski evlerden ve kevgire dönmüş, bir delikli peynir edasıyla karşımızda duran binalardan müteşekkil. Bu evler Müslümanların evleri, tamire güç yetiremedikleri, halen bu delik deşik savaş karargahlarını andıran binalarda oturmak zorunda oldukları yüzlerinden anlaşılmıyor. Zira Müslümanlar çok onurlu insanlar. Ne üst başlarından ne de davranışlarından herhangi bir sefalet emaresi okunuyor. Bilakis sokaklarda vakarla yürüyorlar.

Savaş zamanı Almanlar, Hırvatlara çok fazla miktarda silah vermişler. Bu kadar kurşunun ve roketatarın hedefi sivil binalar elbette. Bazıları tamamen yıkılmış. Yürüdüğümüz sokak boyunca aslında evlerin yarısından fazlasının yıkıldığını, ama yavaş yavaş paraları yettikçe yeniden yapılmaya çalışıldığını öğreniyoruz. Mihmandarımız Zeyd’e soruyorum. “Yardımı en çok kim yapıyor?” Zeyd “Suudi Arabistan Hükümeti” diye yanıtlıyor. “Burada Mostar’da bir vakıf kurdular. Evleri yeniden yapıyorlar, dayayıp döşüyorlar, ve bir hayvan veriyorlar (inek vb), bunu Boşnaklardan göç edenlerin geri dönüşü şartı ile onlara teslim ediyorlar. Savaş sırasında yurtdışına giden Hırvatların tamamı döndü, zira şehrin onlara ait bölümü zaten yıkık değildi, olan ufak-tefek hasarı da İngiliz ve Almanlar karşıladılar. Bizim göçmenler hala dönemediler. Zira evlerini yeniden yapacak paraları yok. İkinci yardım eden Malezya Devleti” diyor. “Burada pek çok yardım faaliyetlerinde bulunuyorlar.” Türkiye’den pek fazla yardım göremediklerini ve hayal kırıklığı duyduklarını hissediyoruz. Duyduklarımızdan sonra havaalanında gördüğümüz çok sayıda Arap vatandaşın burada ne aradıklarını da anlamış bulunuyoruz. Aramızdan “Araplar zenginler, tabii yapacaklar” şeklinde konuşan bir arkadaş çıkıyor, tasvip edemiyoruz. Bu kadar tarihi bağı bulunmayan, coğrafi olarak ve kültür olarak kendinden uzak bir memlekete sadece İslami hamiyetle yardım edenler takdiri hak ediyorlar.”Benim Arap damarım tutuyor yeniden” deyip kendi kendime susuyorum.

Yol bizi şehrin merkezine götürdükçe, karşımıza arnavutkaldırımlı sokaklar, camiler ve Osmanlı evleri çıkıyor. En eski şehir burası. Tamamı Osmanlı yapısı. Koski Mehmet Paşa Camiine giriyoruz. Zeyd bizi bir arkadaşı ile, Enis’le tanıştırıyor. Bu gençler burada “Müslüman Gençlik” şeklinde tercüme edilebilecek bir grubun imamları. Bu camide ofisleri var ve gençlere medrese eğitimi vermek gayretindeler. Camiye giriyoruz. Namazımızı eda ettikten sonra Enis anlatmaya başlıyor. Mimari ve tarihi konularda Zeyd’den daha bilgili olduğu aşikar. Düzgün bir İngilizce’yle konuşuyor, bu civarda bunu bulmak çok zor. Bize caminin içindeki motifleri anlatıyor. Tüm duvarlarda incir, erik, portakal ve gül ağaçlarının resimleri var. Ankaralı bir arkadaşımız soruyor, “Elma ağacı da var mı?” diye. “Hayır” diyor Enis, “Hersek’te elma yetişmez, elma Bosna’da yetişir, biz sadece burada doğada bulunan meyvelerin ve çiçeklerin resimlerini yaparız caminin içine. Bu da açık havada, doğal ortamda olmayı seven Boşnakları camide dört duvar arasında olmaktan kurtarmak, ruhları ferahlatmak içindir.” Caminin bahçesine çıkıyoruz. Koski Mehmet Paşa Camiinin bahçesi Mostar köprüsünün de en güzel görülebildiği yer. Bahçe diyorum, zira bu ülkede cami avluları bahçeli, her yerde ekseriyetle çiçekler bulunuyor. Düz taş bir avlu seyrek rastlanan bir durum.

Köprüye doğru yürüyoruz. Gece ışıkları, gökyüzünde asılı ay, alttan akan Neretva. Mostar bir gerdanlık olmuş Neretva’nın boynuna. O derece doğanın bir parçası, o derece, uyumlu. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Mimar Hayrettin’e yaptırılan bu köprü, savaşta yıkılmış. Hırvatlar özellikle tarihi yok etmek istemişler ve camileri, köprüyü ve sair Osmanlı eserlerini hedef almışlar. “Halbuki” diyor anlatıcımız, “Buradaki ilk Hırvat kilisesini de Osmanlılar yaptı ve Hırvatlara hediye ettiler.” Mimar Hayrettin aslen Hırvat. Kanuni, İstanbul’dan bir mimar yollamak yerine, bakın sizin de aranızdan böyle ustalar çıkar demek için bu muhteşem köprüyü buralı bir mimara yaptırmış. Mimar önce bir minyatürünü, küçük bir modelini yapmış köprünün, “Küçük Mostar.” Nehrin daha dar bir yerinde arz-ı endam ediyor. Üzerinden karşıya geçiyoruz. Köprü mürdüm eriği renginde. Bize anlatıyor Enis: “Yeni yapılan köprü şu an gri olsa da yıllar geçtikçe o da mürdüm eriği rengine dönecek” diyor. “Bu taşın özelliği böyle.” Ne güzel diyorum, her yerde mürdüm eriği ağaçları ve mürdüm eriği bir köprü. Müslümanların yapısına çok uygun birşey bu, tabiatla uyum halinde yaşamak.

Köprünün yanında bir müze var. Pazar olmasına rağmen, sağ olsunlar, bizim için açtırıyorlar. Müze en tepeden basamak basamak aşağıya inen bir kulenin içinde ve yukarıdan aşağıya gidildikçe İlk Çağdan Orta Çağa, Osmanlı döneminden Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dönemine ve en son da savaşta yıkılmış Mostar görünümlerine yer veren fotoğraflar, arkeolojik bulgular ile dolu. Bir zaman tüneline girmiş gibi oluyoruz. En son evreden günümüze, yani sokağa çıkıyoruz. Bize köprünün temellerini gösteriyorlar. Labirent gibi, derin dehlizlere giriyoruz. Ruhum daralıyor, devam edemiyorum, dışarı çıkıp hava almalıyım. Dışarıdan Müze Satış Reyonundan Mostar köprüsü biçiminde yazılmış bir hat alıyorum. Birkaç kartpostal, ve bir köprü biblosu.

Akşam oluyor, oturup bir yerde yemek yiyeceğiz, gençler ortama akmaya başlıyorlar. Öyle açık saçık giyinmişler ki, hayret ediyorum. Bahadır İslam ağabey (Bir taraftan düşünmeden edemiyorum, acaba bir yerden akrabalığımız var mı diye?) “Kınama” diyor, “o kıyafetle camiye girip, örtünüp namaz kılanlar var içlerinde, bilmiyorlar, öğretmek lazım.” Susuyorum. Ortam Bodrum’dan farksız, içki müzik, dekolte, kikirdeyen kız ve delikanlılar. Gorajde’li Nejat Kurtoviç’in şimdi Büyük Cihad zamanı derken ne demek istediğini anlıyorum. Bu insanların bir kısmı zaten Hırvat diyerek teselli buluyorum.

Otele dönüyoruz. Kaldığımız yer Mostar’ın dışında. Otel sahibi kadın kızıma dondurma ikram ediyor. Yeni açılmış bu otele ilk gelen müşteriler bizmişiz. “İlk müşterilerimiz Türk olduğu için pek memnunuz” diyorlar, bizim ayağımız uğurlu gelirmiş. Her zamanki selamları ile selamlaşıyor ve odalarımıza çekiliyoruz. “Allah’a Emanet.”

  28.07.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut