BOSNA-HERSEK İZLENİMLERİ- II
Semada asılı duran çığlık: Srebrenitza

Mona İslam

BUGÜN YOLCULUĞUMUZUN ikinci durağına, gelişimizin asıl sebebine gitme zamanı. Srebrenitza’ya. Gorajde’den bizi yolcu eden mihmandarımıza Boşnakça “Allah’a Emanet” diyor, ayrılıyoruz. (Bu cümle Türkçe ile aynı kullanılıyor.) Yolumuz uzun, dağlık, virajlı. En kötüsü de, bu bölgenin tamamı Republica Sırpska adı ile anılan Sırp bölgesine ait. Bosna-Hersek Devleti Dayton anlaşmasından sonra üç bölgeye ayrılmış. Boşnak, Sırp ve Hırvat kantonları. Bölgelerin idaresi bölge mensuplarına ait, ama halkın tamamı Bosna-Hersek vatandaşı. Bu anlaşmadan sonra Boşnakların güzelim zambaklı bayrağı da Avrupa birliğini andıran yıldızlı bir bayrağa yerini bırakmış. Büyük şehirleri Boşnaklar idare ediyorlar, ancak yine de ülkenin tamamı onların kontrolünde değil.

Şöförümüz Münevver, iki kız çocuk babası bir Boşnak. Onlar Münevver ismini erkekler için kullanıyorlar. Güleryüzlü bir adam. Uzun süren yolda mola vermek istiyoruz. Dağ başlarında, yahut köylerde durmak ve bu Hansel ve Gretel evlerini yakından incelemek, buz gibi güzel suları olan çeşmelerinden su içmek arzu ediyoruz. Münevver “Olmaz!” diyor. “Burası Sırp bölgesi, duramayız. Problem çıkar, güvenli değil.” Biraz sonra erkekler sabredemeyip tekrar rica ediyorlar Münevver’den. Bir sigara molası için duruluyor. “Dağ başı kimsecikler yok, burası rahat” diyoruz. Yamaçlara çıkıp oturmak isteyenlere sesleniyor Münevver. “Dikkat edin, mayın olabilir.” Tedirgin biniyoruz otobüse. Srebrenitza’ya yaklaştıkça, Sırp polisi ile karşılaşmaya başlıyoruz, sokakta gençler bize boğaz kesme işareti yapıyorlar, bir de Çetnik işareti yolluyorlar peşinden. Ürküyoruz. Bu, “fırsatını bulursak sizi de doğrarız” demek oluyor.

Şehre girdiğimiz andan itibaren bir ağır hava sarıyor hepimizi. Havada sanki kibrit çaksan patlayıverecek kadar patlayıcı gaz var. Sokaklar ıssız. İHH görevlisi bize sokakta orta yaşlı Boşnak erkek bulamayacağımızı, zira hepsinin öldürüldüğünü söylüyor. Yolda gördüğünüz tüm orta yaş ve üstü adamlar Sırplar. Bir halkın tüm erkeklerinin öldürülüşüne, Firavun döneminden sonra bir kez daha rastlıyoruz.Dili tutulası bir hayret yaşıyoruz duyduklarımızla. Şehirde halihazırda 5000 Boşnak, 6000 Sırp yaşıyor. Bu savaş öncesinde böyle değilmiş. O zamanlar nüfusun yüzde sekseni Müslümanmış. Zihnimde kaba bir hesap yaparak yüzümü buruşturuyorum. Şu an mevcut Sırp nüfusun yüzde yirmiyi oluşturduğu bu şehirde evvelden 24000 Boşnak yaşamaktaydı demek oluyor bu. Aradaki farka bakılacak olursa, ne feci bir katliam gördükleri açıkça anlaşılıyor.

Acı olan şu ki, Gorajde halkının aksine Srebrenitza halkı kendilerinden olmayanlara güvenmenin bedelini ödemişler. Hollandalıların elindeki Birleşmiş Milletler kampına sığınmış, silahlarını teslim etmişler. Ancak kadeh tokuşturmaların, toplu tecavüzlerin ve katliamın önüne geçememiş kuzu kuzu teslim oluşları. Bugün bile kemikleri bulunamamış insanlar var. Bazıları bir yerden, bazıları başka yerden çıkabiliyor kemiklerin. Bulunan kalıntılar DNA testine tabi tutulup, kime ait olduğu tespit ediliyor. Bizim katıldığımız anma gününde de topluca, kadın-erkek, cenaze namazı kılıp bu bulunan kemikleri sahiplerinin isimleri ile toprağa verdik. İmam sordu: “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” (Bunu Türkçe sordu, zira aynen bu cümleyi kullanıyorlar.) İnsanlar “Helal olsun” diye bağırdılar. Herkes ağlıyordu. Bu benim de ilk cenaze namazımdı. Belki hayatım boyunca kıldığım tek cenaze namazı da olacaktı. Bunun Srebrenitza halkı için olmasına memnunum.

Yanımda birlikte Cuma ve cenaze namazlarını kıldığım Boşnak hanım (Emira Albayrak) şöyle anlatıyordu: “Biz onlara güvendik. Hatta onları sevdik. Ama kardeşlik, barış, eşitlik, Yugoslavya, buna sadece biz inanıyormuşuz. Onlar bizi buldukları ilk fırsatta yok etmeye kalktılar.” Sonra birlikte şu ayeti andık: “Siz onları sevdiğiniz halde onlar sizi sevmezler. (Çünkü) siz Kitabın tümüne inanıyorsunuz.”

Mezarlıkta oturmaya devam ediyoruz. Ağlayan insanlar var. Babasının yanına diz çökmüş bir delikanlı, Emira’nın tercüme etmesi ile anlıyorum ki, “Babacığım” diyor. “Seni kaybettiğimde çok küçüktüm, ama seni rüyamda çok gördüm. Bana ‘Oğlum, oku, iyi bir adam ol’ dedin. ‘Bu yaşadıklarımızı anlatan bir kitap yaz’ dedin, ‘çok kalın olmasa da gerçekleri anlatan bir kitap olsun’ dedin, bak ben okulumu bitirdim, kitabını yazdım, sana hediye getirdim” diyor. Ağlamamak mümkün mü? İmam Cuma’yı kıldırırken öyle ayetler seçmiş ki... “Allah insana taşıyamayacağı yükü yüklemez, kafirlere karşı yardım et bize, Allah sabredenlerle beraberdir…ilaahir,” herkes kıyamda titriyor. Gökyüzüne salınıyor ayetler bir bir. Semadaki çığlığı huzura dönüştürmeye uğraşıyor, insanlara yeniden Rahman’ı hatırlatmaya, onları yeis çukurundan kurtarmaya çabalıyor.

Akşama doğru, çayırlarda oturmaktan yorulup, kızımla beraber Sarajevo’ya dönmeye karar veriyorum. Gruba katılıyorum. Eşimi işi icabı Srebrenitza’da bırakıyorum. Onlar sabaha karşı dönecekler, eğer o saatlerde araba kullanacak bir Boşnak bulabilirlerse elbette. Uzun yollardan büyük bir iç karanlığı ile Sarajevo’ya dönüyoruz. Gözüm ne şehri görüyor, ne gruptaki insanları. Odama çıkıyorum, kızımı yatırıyorum, namazları kılıp yatıyorum. Saat 03:30 civarı nefes alamayarak uyanıyorum. Müthiş bir başağrısı, odada pencere arıyorum, bulamıyorum. Çatı katı bir tavan eğimi üzerime geliyor. Mezarda gibi hissediyorum kendimi. Oysa benim klostrofobim yoktur. Örtünüp otel koridoruna fırlıyor, dışarıda pencere arıyorum. Tam bu sırada eşim geliyor Allah’tan. Ağladığımı, ellerimin titrediğini görüyor, telaşlanıyor o da. Bir pencere açıyor tavandan, uzun uzun çekiyorum içime gecenin serin havasını, sakinleşiyorum yavaş yavaş. “Bana ne oldu?” diyorum. “Herhalde çok etkilendin gördüklerinden” diyor.

Sabah olunca eşimden işitiyorum ki gece boyunca Sıplar domuz çevirme şenlikleri yapmışlar. Ateşler yakılmış, herkes bahçelere çıkmış, ateşte çeviriyorlarmış domuzları, tüm şehre ağır bir duman ve domuz kokusu sinmiş. Bunu her yıl tam 11 Temmuz gecesinde yapıyor ve Boşnaklara “Sizi nasıl böyle domuz gibi çevirdik” demek istiyorlarmış. Teşbih yapmıyorum, zira katliam sırasında insanları gerçekten işkence olsun diye şişe geçirip pişirmişler. Annelerinin gözleri önünde çocuklarını pişirip annelere zorla yedirmişler. Hayatımda zulmün bu kadarını hiç gözlerimle görmemiştim. Üstelik kadınlara nasıl eziyet edeceklerini tesbit edip onlara bildiren de Sırp hükümetinden bir kadınmış. Doğal olan da bu ya; kadınlar kadınların nelerden en çok ızdırap duyacaklarını en iyi bilirler. Yıldırmak, hakaret etmek, göçe zorlamak, etnik temizlik, soyu bozmak, her türlü psikolojik harp metodu ve işkence denenmiş. Bunları yerinde gidip görmek, insanlarla tanışmak, gözyaşlarına dokunmak, sarılıp sizden medet umuşlarını görmek asla televizyonda izlemeye benzemiyor. Komşusunu hala sokakta gören, onun oğlunu öldürdüğünü bilen kadınların çaresizliğini, adalet arayışını, imdat deyişini hiçbir lisan anlatmıyor.

Ortada bir sürü yetim var. Anneleri bu çocukları görmek istemiyorlar. Tecavüzler sonucu doğmuş bu çocuklara yardım etmek gerekiyor. Sarajevo’da kendilerini ziyaret ettiğimiz Sümeyye Vakfı gibi kadın dernekleri bunlara yardımcı olmaya çalışıyorlar. Yetimleri okutmaya, barındırmaya, onlara Kur’an öğretmeye; hanımlara dikiş kursu, dil kursu vermeye çabalıyor, yetimlere toplu iftarlar düzenliyorlar. Onlara İslam’ı sevdirmeye, hayata kazandırmaya çalışıyorlar. Bu çocuklar Bosna’nın geleceği olacaklar. Bizden de yardım bekliyorlar. Yetimlere anne -aba olmak da bize düşüyor. Hatta belki de Efendimiz (a.s.m.)’ın Muhacirin ve Ensar arasında tesis ettiği kardeşliği tesis etmek ve her Türk ailesinin bir Boşnak ailesi ile kardeş olmasını sağlamak gerekiyor. Başka türlü yaralar iyileşmeyecek; zira insanların nefretle açılan yaralarını ancak sevgi iyileştirebilir.

  24.07.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut