Arşiv

 Küçük Şey Yoktur

“HER GÜNAHTA küfre giden bir yol vardır.”

—hadis meali

Biz insanlar, yaşadığımız hayattan ve yaptığımız işlerden memnun olmak yerine, daha ziyade, şikayet ederiz. Etrafımızda olanları mükemmel ya da olabilecek olanın en iyisi olarak görmez, hep daha iyileri isteriz. Ama maalesef yalnızca istemekle kalırız. Hiçbir zaman, “Acaba bu olanlarda benim bir hatam var mı?” diye sormayız. Biz sormadıkça da cevap gelmez. Nefis daima kendisini iyi görür ve kendisi dışındakilere çamur atarak sorumluluktan kurtulmaktan hoşlanır. Nefsin diğer bir huyu da, insana tembelliği öğütlemesidir. “Şimdi canım ne gerek var, uyduruk kaydırık yapıver gitsin” diyerek alttan alta vesvese verir. Bu vesveseye kapılan insan ne iş yaparsa yapsın lezzet almadan ve sonunda da şükretmeden iş yapar.

Bunu bir örnekle açmak gerekirse; bir öğrenci düşünün. Öğrencinin vazifesi ders çalışmaktır. Ama bu öğrenci ders çalışmayan, eline aldığı bir kitabı tam anlamıyla ve yoğunlaşarak okumayan, sağa sola bakarak, elma armut yiyerek masa başında oturan biri olsun. Siz de tahmin edersiniz ki, bu öğrenci sınavda başarılı olamayacak ve kırık not alacaktır. Sonunda, yaptığı işten sevinemeyecek, hatta üzülecektir. Eğer hatayı kendisinde görse ve davranışından pişman olsa, umulur ki, bir dahaki sınavda daha başarılı olsun. Ama suçu kendi çalışma tarzında aramak yerine sınav sistemini ve öğretmeni suçlu görürse, çoğu kez, “Keşke sınavlar olmasa. Keşke şu öğretmen olmasa” diyecektir.

Şimdi düşünelim: Nefsin tavrı tembellik etmekti ve tembelliğin sonucu öğretmeni ve sınavları inkâr etmeye kadar gitti.

Aynı çocuk eğer tembellik etmeyip vazifesini yapsaydı, kitabını eline aldığı zaman oraya buraya bakmak yerine yaptığı işle ilgilenseydi, sınav gününü iple çekecek; “Keşke her gün sınav olsa da, öğretmenim benim ne kadar çalıştığımı görse” diyecekti. Yaptığı iş ona ağır gelmeyecek, lezzetle yapacak, yaptığı işin karşılığını görünce de, “Elhamdülillah” diyebilecekti.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama, şunu söylemeliyiz ki, küfre giden yol, tembellikten geçer. Eğer birileri Allah’ı ve ahireti inkâr ediyorlarsa, sanmayın ki ellerinde delilleri var. Tembellik yapıyorlar, vazifelerini yapmıyorlar ve işte bu yüzden en ufak bir şüpheyle inkâra giriyorlar.

Şeytan, doğrudan “Allah yok” dedirtmiyor. Yalnızca, “Şunu yapmayıver,” “Şunu da kafana göre yapıver” diyerek, nefsi tembellik damarından yakalıyor.

İnsanın bir garip özelliği daha var ki, Allah’ın yarattıklarında kendine göre ufak bir kemalsizlik gördüğünde hemen isyan ediyor, şükür etmiyor, verilmişleri görmüyor. Meselâ, hayat ve vücut verilmiş bir insan, boyunun—medeniyetin standardına göre—kısalığını diline doluyor. Ama sıra kendine geldiğinde, bu kusur bulma hassasiyeti nedense buharlaşıyor. Kendi eliyle ve iradesiyle, bizzat yaptığı kötülükleri görmüyor da, faraza iyi bir halini, seyyiatını örtmede kullanıyor. Toparlamak gerekirse, nefis hatalarını düzeltmek ve günahlarına istiğfar etmek yerine, bahaneler bularak hata ve günahlarını örtüyor. Bu küçük dediğimiz, tevbesi yapılmamış hata ve günahlar ise, kalbe düşen siyah noktalar misali, kalbi karartıyor ve insan kendisini küfürde buluyor.

Vazifemizi yapabileceğimizin en iyisi olarak yapmak neden bu kadar önemli sorusuna verilecek cevap, şu olabilir: Allah mutlak kemaldedir ve insan, Allah’ı, kendi vazifesini mükemmel biçimde yaparak tanıyabilir.

Bizler Allah’ın takdir etmiş olduğu vazifemizi yaparak Allah’a gidebiliriz. Öğrenci isek öğrenci olduğumuzu bilerek, ev hanımıysak ev hanımlığının gereklerini yaparak, baba isek babalık vazifesini yaparak; hâsılı, verilen işi lâyıkıyla yaptığımızda insan oluruz. Allah’ın, ahiretin ve Mahkeme-i Kübranın vücudu bize ağır gelmez.

Yoksa, vazifeyi yapmamanın karşılığı olan cezadan ürken insan, Allah’ı, ahireti ve cehennemi inkâra kadar gidebiliyor. Bizim küçük şeyler dediğimiz davranışlarımız, telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabiliyor.

Sözün kısası, nefis daima tembelliği sever ve şeytan insana bu noktadan yaklaşarak vazifeyi tam yapmamayı öğütler. Yemeği yaptırır, ama tuzunu attırmaz; tâ ki, güzel olmasın ve şükre giden yol kapansın. Şeytanın vazifesi örtmektir. Yoksa, doğrudan Allah’ı inkâr ettirmez. İnsanın yapması gereken şey, nefsini ve şeytanı böyle bilerek, vazifesini tam yapmaya çalışmasıdır. Çünkü, küçük diye önemsemediğimiz birçok şey mükemmele giden yolu kapatabilir. Altı üstü tuz denilir, ama tuzsuz yemeğe şükredene de rastlanmamıştır. Küçük damlalardır denizi deniz yapan. Küçük tembelliklerdir insanı sınıfta bırakan. Küçük günahlardır insanı küfre götüren.

İnsan vazifesini tam yapmaya çalışmalı ve buna niyet etmelidir. Ama insan olmasının gereği, ameli eksik olur. İşte o zaman, doğrudan imanın ifadesi olan istiğfar kapısına sığınacaktır. Şeytanın en çok korktuğu ve nefsin en çok zorlandığı şey, tevbedir. Tevbe, insanın kendi acizliğinin ve Allah’ın Rabliğinin farkına varmasıdır. Şeytan, insanı bu kapıdan uzaklaştırarak inkâr kapısına sürükler.

“Yılanın başı küçükken ezilmeli” sözünü hatırlayarak, günahlar çoğalıp kalbimizi ısırmadan günahlara tevbe etmeliyiz. Nefsin ve şeytanın tuzaklarının olduğunu bilerek, günlerimizi uyanık geçirmeliyiz.



Nefis daima tembelliği sever ve şeytan insana bu noktadan yaklaşarak vazifeyi tam yapmamayı öğütler. Yemeği yaptırır, ama tuzunu attırmaz; tâ ki, güzel olmasın ve şükre giden yol kapansın.

Küçük diye önemsemediğimiz birçok şey mükemmele giden yolu kapatabilir. Altı üstü tuz denilir, ama tuzsuz yemeğe şükredene de rastlanmamıştır.

Küfre giden yol, tembellikten geçer. Eğer birileri Allah’ı ve ahireti inkâr ediyorlarsa, sanmayın ki ellerinde delilleri var. Tembellik yapıyorlar, vazifelerini yapmıyorlar ve işte bu yüzden en ufak bir şüpheyle inkâra giriyorlar.

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net, Nazlı Özburun




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut