Arşiv

 ‘Tüketim’den Korunma Kılavuzu

‘Tüketici’ değil, şükür ve iktisat üzere yaşayan birer ‘kullanıcı’ olabilmemiz için ‘küçük’ çıkış noktaları...


ESKİLERİN, “KÂMUS namustur” diye, eskimez bir sözü vardır. Doğrudur; düşünme eylemi kelimelerle gerçekleştiğine göre, kelimeleri ‘doğru’ olmayanın doğru düşünmesi, tanım gereği imkânsızdır. Ama, ne yazık ki, ‘kâinat’a ‘tabiat’ demekten başlayıp, ‘kullanım’ı ‘tüketim’le karşılamaya uzanan bir dizi kâmus meselesi var zihinlerde. Nedense, artık nesneler kullanılmıyor; tüketiliyor. Hepimiz bir ‘tüketim toplumu’nda ‘tüketim bireyi’ olacak şekilde programlanıyoruz; ve eğer dikkatli olmazsak, hep bu programa tâbi kalarak yaşıyoruz.

Biz, ‘tüketici’ değil, şükür ve iktisat üzere yaşayan birer ‘kullanıcı’ olabilmemiz için, bu duruma karşı denenmiş ‘küçük’ çıkış noktaları tesbit ettik. İşte bazıları:

  • İsraf-iktisat denklemi kurun

    Belki gerek yok diyeceksiniz, ama yine de hatırlatalım: İktisat, ‘maksada uygun davranma’nın, israf ise ‘haddi aşma’nın ifadesidir. Had ise, iki şekilde aşılır: (1) Maksada uygun düşmeyen harcamalarla; (2) bir ihtiyaç maddesinin ihtiyaçtan fazla kullanımıyla. İnsan hayatı için, meselâ barınma zarurî bir ihtiyaçtır, ama ciklet değil. Milyarlar ödeyip ev alarak iktisatlı davranmış; ama on bin liraya ciklet alarak israf etmiş olursunuz. Öte yandan, et insanın ihtiyacı olan bir nimettir; ama haftada dört kilo et alır ve her öğünde et yerseniz, israf etmiş olursunuz. İki milyona bir kilo et almıyor, ama her gün yüz bin liralık cips alıyorsanız, işiniz hepten zor!

  • Dürüst olun ve sorun: “Bu gerçekten ihtiyaç mı?”

    Malumunuz, soran Bağdat’ı aşmış, sormayan düz yolda şaşmış. Bugün, heves ettiği bir mal için “Gerçekten ihtiyaç mı?” diye sormadığı için, odacısından borç almaya mecbur kalan kaç müdür; kapıcıdan borç almaya mahkum olan kaç apartman sakini var, kimbilir? Almayı düşündüğünüz şey gerçekten ihtiyaçsa, vereceğiniz paraya acımayın. Ama zarurî bir ihtiyaç değil de, ‘canınız öyle istemiş’se, ‘alsak fena olmaz’ filan diyorsanız, harcadığınız her kuruşa yazık.

  • Reklamları izlemeyin

    Sömürgeciliğin keşif kolu oryantalizm ise, kapitalizmin keşif kolu da reklamlardır. Evinizde televizyon var; siz de ailece onu izliyorsanız, hepinizin vurulacağı bir atış noktası var demektir. Reklamın biri sizi yaralar, öbürü hanımınızı, beriki çocukları. Reklamlar, ihtiyaç olmayan şeyi sizin için ‘olmazsa olmaz’ bir zorunluluk haline getiren şeytanî efsunlardır.

    “Bana dokunmaz” diyorsanız, bizden söylemesi: Denizde boğulanlar, “Ben boğulmam” diyerek suya dalanlardır.

  • Standardınızı kime göre belirleyeceğinize karar verin

    ‘Hayat standardı’nızı neye göre oluşturdunuz? Saf saf izleyip iç dünyanızı şekillendirmesine imkân tanıdığınız Amerikan dizilerine göre mi? Onların kopyası yerli sosyetenin hayatına bakarak mı? Öyleyse, bir dipsiz kuyuya girdiniz demektir. Çünkü, onların sunduğu, sonu gelmez bir ‘standart’ merdivenidir.

    Alın bir örnek: Standardın bir maddesi, araba. Önce, vasat bir markanın ikinci el arabası. Sonra, gene vasat bir marka, ama sıfır kilometre. Biraz daha mı para gördünüz? Birkaç ay geçmeden, daha yüksek bir marka sizi paralayacak demektir. Sonra? Mercedes veya BMW. Sonra? Onun daha pahalı modelleri. Sonra? Özel imal edilmiş bir model? Bitmedi: Bir de spor arabanız olmalı. Unutmadan: Hanımın arabası çoktan alındı bile! Yoksa, sizinki de “İlle de üstü açık BMW. Opel olursa ben de intihar ederim” mi diyor?

    Bize sorarsanız, bu işin sonu gelmez. Alev gibi değil, ağaç gibi yaşayın; hevesle değil, ihtiyaca göre harcayın. Bugünün hâkim standardı, yahut düşün hanedan sarayları ile paşa konaklarının standardı onlara kalsın. Sizin standardınızı Kelâm-ı Ezelî ve Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) sünneti belirlerse, sırtınız asla yere gelmeyecektir.

  • Açları ve muhtaçları düşünün

    Standardını Kur’ân’a ve sünnete göre belirleyen bir şefkat kahramanı, “Yüz aç adamın huzurunda kemal-i lezzetle fazla yenilmez” diyor. Şefkatiniz müsaade ediyor mu? Alâ bir yemek yerken açları, pahalı bir gömlek giyerken muhtaçları düşünün. Sizin bir oturuşta lüks bir lokantaya ödediğiniz ücret kaç ailenin bir haftalık zarurî ihtiyacına denk düşer; o markalı gömleğe verdiğiniz para, kaç yoksulu giydirir, biliyor musunuz? Peki, o ‘lüks yaşantı’ ile imrendirip dünyaya sevkettiğiniz insanların sayısı?

    İman, şefkati getirir. İmandan gelen şefkat ise, başkaları aç iken tok yatmayı; hele başkalarını imrendirerek yaşamayı asla hoşgörmez. Şefkatiniz gerçekten uyanmışsa, yapamazsınız zaten.

    Öyleyse, bir şefkat uyanışına ne dersiniz?

  • Süper, hiper, gross market hastası olmayın

    İçinde belki yüzbin çeşit malın bulunduğu bir markete girin. Un ve şeker almak için girdiniz diyelim, kasaların önüne vardığınızda yanına seksen türlü mamulün de eklendiğini görürsünüz. Hanım şunu da alalım dedi, çocuk bunu isterim diye diretti, siz bir de şunu deneyeyim diye düşündünüz. Hipermarketler bu zihniyet üzere kurulmuştur zaten. Oralara ‘ucuz’ olduğu için gidiyoruz diye kendinizi aldatmayın; kesinlikle pahalıya patlar! Bir de, hafızanıza nakşolan binbir türlü eşyanın sonradan zihninizi ne kadar meşgul ettiğini hesaba katarsanız.

    Kısacası, ya önceden belirlediğiniz, gerçekten ihtiyaç olan şeyleri almaya kasdeden demir gibi bir irade ile oralara gidin; yahut, hiç o semtlere uğramayın.

  • Harcadığınız her kuruşun hesabının sorulacağını düşünün

    Yaşadığımız toplum, ‘helâl kazanç’ üzerinde belli bir hassasiyete sahip olsa da, aynı hassasiyeti ‘helâl harcama’ noktasında gördüğümüz söylemek ne yazık ki mümkün değil. Bu, şuradan bile belli: ‘Helâl kazanç’ yerleşik bir tabir; peki, hiç ‘helâl harcama’ tabiri duydunuz mu insanlardan? Oysa, israf ve tebziri yasaklayan âyetlerin ders verdiği üzere, helâl kazanmak yetmez. Mahkeme-i Kübrada, insanoğlu kazancının helâl olup olmadığı noktasında sorguya çekileceği gibi, harcamasının helâl olup olmadığı da kendisine sorulacaktır.

    Bunu düşünerek harcama yapın; kendinizi harcamayın!

  • Her harcama ile vergi ödediğinizin farkında mısınız?

    Basit bir maliye dersi: İki türlü vergi vardır: dolaylı, dolaysız. Yaptığınız fuzuli harcama ile, o malı satanın gelirini arttırırsınız, o da daha fazla gelir vergisi öder; bu işin dolaylı kısmı. Bir de, daha malı alırken ödediğiniz KDV filan var; bu da verginin dolaysızı.

    Vergilerle edinilen gelirin harcandığı yerler konusunda gönlünüz rahatsa, hesabı size kalmış. ‘İrtica ile mücadele’nin, lâdinî okul eğitiminin, vs.nin finansmanının bu vergilerle sağlandığını hatırda tutarsanız, bilmem aynı rahatlığı taşır mısınız?

  • Çok şeyin ‘şüpheli mal’ hükmünde olduğunu hatırda tutun

    Ahir zamana dair hadislerden biri, bu zamanda haramın helâle müthiş derecede karışacağını, öyle ki insanların neyin harama bulaşmış, neyin helâl olduğunu bilemez hale geleceğini haber verir. Yalan haramdır; faiz haramdır; israf haramdır; kumar haramdır; kadının reklam unsuru olarak kullanılması haramdır—peki, bu unsurlara bulaşmadan üretilip satılan kaç mamul var acaba?

    Bu sorunun cevabı kolaylıkla verilemiyor. Yani, hemen herşey ‘şüpheli mal’ hükmünde. O halde, harama ancak ‘zaruret derecesinde,’ yani ‘ölmeyecek kadar’ müsaade edildiğini düşünün; zaruret sınırını aşmamaya çalışın.

  • Nefsinizi doyuracağınız ümidine kapılmayın

    Doyuramazsınız. Dünyayı da yutsa “Daha yok mu?” der. Hayalini dahi edemediğimiz derecede çok kazanan zenginlerin hali bunun yeterli bir delilini teşkil etmiyor mu? Nefsinizi değil, karnınızı doyurmak sizin için kâfi olsun. En fazla, gözünüz doysun. Nefsiniz de doysun diyemiyorum; doyuramazsınız!

  • Cebinizde az para bulundurun. Kredi kartı taşımayın.

    Çok para cebinizi kaşındırır. Heves ettiğiniz birşeyi hemencecik alır geçersiniz. Ama cebinizde ancak zarurî bir duruma yetecek kadar para varsa, o şeyi mecburen anında alamaz; ancak o şeyin gerçekten ihtiyaç olup olmadığını birkaç gün düşündükten sonra almaya karar verirsiniz. Dikkat edin: Bu elemeden geçen bir ise, geçemeyen ondur. Ya cebinizde onları heves ettiğiniz anda almanızı sağlayacak para olsaydı?

    Hımm, işte bunun için, tüketim toplumunun yeni mimarları bir formül daha icat etmişler: kredi kartı. “Şimdi alın, sonra ödeyin.” Ne güzel, değil mi? Herkes sizi düşünüyor sanki. “Sonra alın” demiyor; çünkü, sonra alıp almama muhasebesi yaşayacak; ve satılan şey bir zarurî mal olmadığına göre, almayacaksınız.

    Kredi kartını defterden silin, cebinizde az para bulundurun. Göreceksiniz; elinizde nihayet para birikecek.

  • Elinize geçen toplu parayı, kolayca harcanması imkânsız nesnelere dönüştürün.

    Meselâ, döviz alın. Birikimizniz daha da çoksa, gayrimenkul filan alın. Elinizdeki para, ‘harcanabilir’ olduğu sürece, harcanır gider; nasıl eridiğini anlayamazsınız.

  • Belli bir yerin hastası olmayın. Her bir şeyi uygun fiyatta olduğu yerden alın

    Marka bağımlılığı da, son tahlilde, bir ‘bağımlılık’tır. Zararını kesinlikle görürsünüz.

  • Lokanta ve manav alışkanlığınızı kesinlikle terkedin

    Size yaşanmış bir öykü: Temmuz 98 ortası İstanbul’un bir semt pazarında şefkalinin kilosu öğleyin 300.000, ikindide 250.000’in, akşama yakın 150.000 TL. Aynı ayarda bir şeftali, aynı semtin manavında 400.000 TL. Bir kilometre ötedeki ‘sosyete’ semtinde ise 650.000 TL.

    Peki, meselâ 1.7 milyon liraya bir kilo kıyma alıp evde yaptığınız köfte sizi kaç öğün doyuruyor ve aynı miktarda köfte lokantada kaç parayı buluyor?

    Bunlar size birşey anlatıyor mu?

  • Karnınız aç iken alışverişe çıkmayın

    “Denemesi bedava” diyemiyoruz. Biraz pahalı bir deney, ama ikna olmanız için gerekli ise, yine de deneyin. Karnınız aç iken, ister pazarda olun, ister markette, daha çok mal alırsınız.

    Son bir not: Akıl akıldan üstündür. Belki, sizin bulduğunuz yahut bulacağınız başkaca yollar vardır. Her hâlükârda, yiyin, için, ama israf etmeyin. Kullanın, ama tüketmeyin. Tüketirseniz, tükenirsiniz.

  •   10.05.2004

    © 2021 karakalem.net




    © 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
    Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
    E-mail: karakalem@karakalem.net
    Program & tasarım: Orhan Aykut