Arşiv

 Tekrarların Önemi

Coşkun Şahin

BİR SÜRÜ soru soran bir kitap okuyordum. Neden? Nereden? Nasıl? Ne için? Sen kimsin? Ne içinsin? Sen nesin?

Elim kitabı tutuyordu; gözüm ona ilişti. Parmaklarımda kitabın hafif pütürlü yapraklarını hissettim. Sayfalarda elimi gezdirdim, birbirlerine sürttüm, çıkan hışırtıdan içim gıcıklandı. Bir saattir hiç farketmemiştim. Dayanamadım, kitabı hızlıca bir yere bıraktım. Parmak ucumla oraya buraya dokunmaya başladım. Duvar sert, pütürlü ve soğuktu, kalorifer sıcaklığını yitiriyordu. O anda yüzüm kaşındı, kaşıdım. Hem elim yüzümü, hem yüzüm elimi hissetmişti. Bir anda üstüste attığım bacaklarım, bacağımın üstüne koyduğum elim, koltuk altlarım ve kollarım, milyonlarca küçük noktadan birbirini hissetmeye başladılar. Sırtımdaki yastığı, üstümdeki elbiseyi her noktasında hissetmeye başladım. Hiçbir şey hissetmemeye çalıştım. Gözümün önündeki odadaki sonsuz ayrıntı, halının her bir tüyü beni rahatsız etti. Gözlerimi kapadım. Saatin tiktakları beynimin içinde vuruyordu. Kulaklarımı tıkadım. Kulaklarım ve ellerim birbirinin tazyikini hissetti. Odanın hafif ağırlaşan kokusu genzimi yaktı. Kaslarımın her birinin gerilmelerini ayrı ayrı hissetmekle meşgul oldu beynim.

Ben bunların hepsini çoktandır biliyordum. Uzmanlığımın çok yakından ilgili olduğu bir konuydu algılama. Nasıl farketmedim bu korkunç işkenceyi? Kalp atışlarımın oluşturduğu basınç değişimlerini beynimin içinde hissetmeye başladım. Adeta kafam büyüyüp küçülüyordu. Birden koluma, koltuğa saplanıp unutulmuş iğnenin ucu dokundu. Yerimden fırladım. Herşey normale döndü. Gözlerim iğneye kilitlendi. Eşimin dikkatsizliğine sinirlendim.

O anda düşünmediğim ve hissetmediğim nadir yerlerden olan kolumun yan kısmı, iğneye dokununca, herşeyimin kendinde toplandığı bir nokta oluverdi. Hissetmeseydim, iğne batabilir ve önemsiz bir kanamaya sebep olabilirdi.

Bir anda sistem tasarımı merakım canlandı. Kullanıcı ihtiyaçları, ihtiyaçların birbirlerini sınırlamaları, çelişkileri... Her an her noktasını çok yüksek bir duyarlılık ve sadakatle hissedebilir bir vücut... Gerekli olanda yoğunlaşıp, alışılmışı unutan bir vücut... Algılayıcılar fiziği, matematik modeli, alt, ara ve üst seviye yazılımlar, öğrenme, alışkanlık...

Kitap yeniden gözüme çarptı. “Kelebek neden bu kadar güzel ve kendini bana seyrettiriyor?” Ben de daha önce güzel kelebekler gördüm. Aldığım kültürle bu soruyu ben de sordum. İtiraf ediyorum, yapaydı. Cevabı hazır bir soruydu; ve yazarın çıkarımlarına, sonuçlarına ve yeni sorularına ulaşamamıştım. Kelebek, sırtımda alışılmış bir yastık gibi, bir dakika ruhuma dokundu, ikinci dakikada hissetmemeye başladım. Oysa iğnenin dokunuşu daha hafifti, fakat her aklıma gelişte yeniden değiyor gibi, yerini hissedebiliyordum.

Sistemci bakış açısından, iğnenin dokunuşu, yastıktan daha hayati ve önemli idi. Onu hissetmek ihtiyacım çok daha fazlaydı ve onu çok daha fazla hissettim. Bir süre boyunca, aynı yere oturuşumda hep ihtiyatlı oldum.

Yirmi kiloluk bir gaz tüpünü taşırken, kollarımız hassas değildir. Buna ihtiyaçları da yoktur. Parmaklar bir mengene gibi kapanır, ve olanca güçleri ile tutarlar. Bir saat tamir ederken ya da iğneye iplik geçirirken, hissedilmeyecek bir ağırlığı, gözümüzle zor gördüğümüz hassasiyetle kontrol edebiliriz ve o anda yumuşak ipin iğneye dokunuşunu bile parmak uçlarımızda hissederiz. Hassas işlerle uğraşırken hassaslaşırız. Bazan kağıda bir harf çizerim ve her seferinde yarısı büyüklüğünde bir tane daha. Her birini çizdiğimde daha ufağı çizilemez diye düşünürüm, fakat gözüm göremeyinceye kadar devam edebilirim.

Neden kelebeğin mesajını anlayamadığım açık. Yeteri kadar hassaslaşamamışım. Bu konuda yeterince uğraşıp, bu derece hassaslığı ihtiyaç haline getirememişim. Ben de, bu işler sadece akıl, mantık, gözlem, sonuç çıkarma işi sanırdım. Nedenini çözmeme rağmen, nedenin içinde de belli olduğu gibi, yeterince uğraşmadan, pratik yapmadan, ustalaşmadan, tekrarlamadan saat tamir etmek mümkün olmadığı gibi, kelebeklerin mesajını anlamak da mümkün değil. Saatin nasıl tamir edileceğini bilmek, aşındığını mercekle görebildiğimiz dişlinin değişmesine ihtiyaç olduğunu bilmek, onu tamir edebilme hassasiyetine ulaşmaya yardım etmiyor. Belki yeterince el alışkanlığı olan biri, saatin çalışmama sebebini anlamasa bile, bunu yapamayacak birinin hangi dişlinin değişmesi gerektiğini söylemesi ile bunu rahatça yapabilir. Hem bilgiye, hem de alışkanlığa sahip olanın ulaşabileceği saat teknolojisi ise, hayal bile edilemez.

Acaba günde neden beş vakit namaz kılıyoruz? Ve onca tekrar edilen tesbihatın sebebi ne?

Benim daha çok düşünmeye ve pratik yapmaya ihtiyacım var galiba...



Neden kelebeğin mesajını anlayamadığım açık. Yeteri kadar hassaslaşamamışım. Yeterince uğraşmadan, pratik yapmadan, ustalaşmadan, tekrarlamadan saat tamir etmek mümkün olmadığı gibi, kelebeklerin mesajını anlamak da mümkün değil.

Acaba günde neden beş vakit namaz kılıyoruz? Ve onca tekrar edilen tesbihatın sebebi ne?

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net, Coşkun Şahin




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut