Arşiv

HERŞEY noktayla başlar

Hiç de, bildiğimiz gibi herşeyin sonu değildir nokta. Her cümle de onunla bitmez. Bilâkis bir başlangıçtır nokta. Hem herşeyin başlangıcı, hem de son olarak yeni bir başın başlangıcıdır. Yokluktan varlığa geçişte Rabbimizin tanıtıcısıdır.

Hakikatı ifade eden bitmiş bir cümle yoktur. Başlangıçların muhatabı “nokta” olmayan bir nokta dahi gösteremezsiniz. Bütünlerin parçalardan oluşabilmesi için gerekenler noktadır. Noktasız hayat da düşünemeyiz. Bu noktadan da hayatı düşünmeliyiz. Kur’ân’da “Kim zerre kadar...”lı cümlelerin muhatabı da nokta olabilir!

“Herşeyi halk etmek, birşeyi halk etmekle olur” der Bediüzzaman. Öyleyse birşeyi, noktayı halkedeni, anlayan, mânâ denizinde yüzen herşeyden hissesini alabilir. Herşeyi anlamaktaki birşey de noktadır.

Onsekiz bin âlemi gösteren “bir zerre” de varsın noktayla tanışık olsun. Bu noktadan; noktayı bir son kabul etmek, güneşi inkâr etmek gibidir.

Kendisini tanımamızı isteyen Yaradanımız; kâinata, Kur’ân’a, Peygamber (s.a.v)’e ihtiyacımız olduğunu biliyor... Kur’ân’ımız kâinattaki bütün güzellikleri, incelikleri, gizlilikleri halletmekte. Kur’ân’daki önemli bir tılsımı da Bediüzzaman “Otuzuncu Söz”de hallediyor. Bu söz ise, bir “elif” ve bir “nokta”dan ibarettir.

Kâinatı bir daire tasavvur edince hayat bu dairenin noktasıdır. Bütün mevcudat da bu “nokta”ya bakar. Bu hayat noktasını bir çember düşünürsek insan bu dairenin “nokta”sıdır. Keza “rızk” merkezî bir noktadır. Herşey bu “rızık noktası”nın etrafında toplanmıştır. Besmeleyle başlayan hakikatler denizi, şükür ile noktalanır. İslâm, bu noktadan olsa gerek, yemeklerde önden yemeyi tavsiye eder; rızkın gönderildiği yeri kapatmamamızı ister. Zaten rızık noktasından görebileceğimiz ilk isim Rahman’dır. Bu nedenle Mirâc merdiveninin ucu, bir noktayla gösteriliyor.

Kâinatta özel olarak seçilmiş dünyamız da bir noktadır. Yaradanımızın bu âlemdeki esmalarının cilvelerini gösteren kudret kaleminin ucu da bir noktadır.

Kâinat “ol” emrine muhatap bir nokta.

Kur’ân’ımızın başı nokta.

İnsan bir nokta.

Noktanın özü de bir nokta.

Herşey nokta... Herşeyin başı nokta...

—ORHAN YALÇIN

Sorgulama

Büyük şehirde insan, içinde yaşadığı kalabalık-karmaşık hayat fanusunu, kum taneleri misali, zaman aşımıyla farkına varmadan doldurmaktadır. Muhasebe yapmaya ferdî bazda pek fırsat bulamayan insan, içine gömüldüğü sosyal faktörlerin ve nefsani sürükleyiciliğin götürdüğü zamana ve mekâna ayak uydurmaktan başka çare bulamamaktadır. Özlemler gün geçtikçe yığılmakta, doyurulmamış tutkular hep bir sonraya ertelenip düşünce zindanlarına insafsızca kapatılmaktadır.

Günün ilk ışığının hayata çağırış özelliği pek akla ilk gelen şeylerden değil artık; hatta görmekten bile bıkkınlık ve öfke duyduğumuz bir uyarıcı olmaktan öte bir anlam ifade etmiyor. Sevgi deseniz bayağılığın en zirvesinde sahte maskelere çivilerle zorla kazınmış yazılar gibi, yüzlerden şiddet ve nefret mesajlarıyla yansıyor. Revaçta olan değerleri anlatmaya bile gerek yok, değersizlik adına ne varsa insanlara gurur veriyor, hatta statü bile kazandırıyor. Genç olup da sigara içmiyor, alkol tüketmiyorsanız toplumsal imajınızı yeniden gözden geçirmeniz gerekir. Düğünlere gitmiyor, kız arkadaşınızı cafe’ye davet edip hormonlarla zorlanarak açtırılmış kokusuz güllerle karşılamıyorsanız, pek de öyle saygı duyulacak biri değilsiniz. Hele bir de benim gibi yığınlar içinde yalnızsanız, ikilemin yoğunluğunu ve derecesini düşünün artık. Ne o tarafa, ne de bu tarafa... Arada kalmanın vicdani rahatsızlığının düşünceleri nasıl boğduğunu tahmin etmeniz kolay olmayacaktır. Çelişkiler neticesinde endişeler ve korkular iradenize hakim olmaya başlıyor. Verilen komutlar emin ve güvenli bir iç sesle olamadığı için nefsaniliğin gündeme gelmesi daha da kolaylaşıyor. Mantık planında kabul edilmeyen pek çok davranış bu halet-i ruhiye içinde maalesef meşruluk kazanıyor. Tek bir konuda başlayan taviz verme marazı yaygınlık kazandı mı, asıl tehlike o zaman başlıyor.

Kalp boyutunda ibadete karşı başlayan soğukluk beden düzeyinde nefsin de yüzsüz yakarışlarıyla karşılaşınca iradi dinamiklerin direnç gösterme gücü kalmıyor artık. İşin kötüsü bu döngünün kısır hale gelmesidir. Kaostan çıkışı bünyesinde barındıran iman istasyonuna gidiş yollarının medeniyet fantazileri tarafından tutulmuş olması kurtuluş motivasyonunu bozuyor.

Yalnız başınıza vermeye çalıştığınız kararlar zayıf olan kişiliğinizde ciddiyet bulamıyorsa, etrafa imdat sinyalleri gönderiyorsunuz. Bunların doğru kişiler tarafından algılanma ve cevap verilmesi ihtimali oldukça zayıf gözüküyor. Çevreden de yardım gelmeyince iç âlemin karanlık köşelerinde ağlama ayinleri neticesinde sahte ümit ışıklarına izin vermek zorunda kalıyorsunuz. Gerçeklere kapalı olan her an sönmeye mahkum bu pırıltılar ruhun fıtrî ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğu için derinlerde acı hissetmek kaçınılmazlaşıyor. Onu bastırmak için başvurulan çareler, derman bulmak şöyle dursun, kendisi yardıma muhtaç zavallılar olunca, ümitsizlik sağanağı ruhlarımızı ıslatıyor. Kurtuluşun gerçek kaynağının öğrenilmesinden sonra, denenen diğer bütün yolların hüsranla bitmesi, beklenilen bir sonuçtur.

Geçiş toplumunun ürünü olmanın getirdiği kişilik problemlerinin baskısı da ayrı bir dert. Aile kavramının zihinlerde net bir yerinin olmamasının verdiği eksiklik hayatın ileriki aşamalarında mutlaka bir sorun olarak yansıyor. Toplumun yanlış yolda ısrar ederek oturtmaya çalıştığı normlar, tutumların davranışlara dönüşmesi anında baskı unsuru olarak karşınıza çıkıveriyor. İnandığınız yaşam tarzına fonksiyonel olarak uzak kalışınız, teorinin bir zihin konforu olmasından başka bir işe yaramıyor. Birikimlerin bu şekilde bastırılması ve engellenmesi insana hüzün veriyor. Suçun ortama ve şartlara yüklenmesi şeklinde sorumluluktan kaçmak için kullandığımız bu mekanizma belki kişiliğimizin dağılmasını engelliyor, ama Yaratıcıya verilecek gerçek hesapta hiçbir işe yaramayacak.

Biz nazarımızı ve niyetimizi hayatın negatif yönüne odaklıyoruz. Acaba gerçek hayat bu mu? Karamsarlık ve ümitsizlik, sahibini çökertmekten başka ne işe yarıyor ki... Kendimizi ve hayatı yeniden yargılayalım ve cevapları doğru yerlerde arayalım ki, sağlıklı çözümlere kavuşabilelim.

—ÜMİT DOĞAN

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut