ÖĞRETMENDİ. ŞİİRİ, güzelliği paylaşmak istedi çevresindeki insanlarla… Onların kalbleriyle, duygularıyla konuşacaktı. Oysa cesetlerle dolu bir yerde olduğunu düşündü. Yüzler donuk, gözler ışıksızdı. Duyarlı bir çehre bulamadı. Öyle ya, içlerinde olmayanı nasıl anlatsınlardı, nasıl ifade etsinlerdi. Belli ki beyinler kurak, ruhlar cesetlerinden uzaktı. Cansıza hayattan bahsetmek ne kadar boşunaysa, o kadar sıkıcıydı duygulara ulaşmak.
Anlatamazdı. Sorular yöneltti.
Bakışlar nereyeydi? Neler söylerdi gözler? İçten yansımayan bakışın gerisinde hangi anlam aranırdı ki! Duygularda, hayata anlam vermeye çalışan sorgulayışın yoğunluğu yoksa, boşluğa doldurulmuş neyle iletişim kurulacaktı. Oysa bir gülün anlamı, seyrindeki coşkuda, ruh cesedindedir. Şiir ise bu coşkunun kelimelere bürünmesi. Aksi halde, ışıksızlık, duygusuzluk, ruhsuzluk…
Ruhlar uzakta, vücudlar kendi çöllerinde. Ruhların aradığından habersizlik. Duyguların susuzluğu. Ve insan neyiyle varlığını sürdürüyor! Yaşanılması tekrarsız bir anın şiirini ruh duyumsamazsa nedir insan için yaşamak? İnsanın zevki, sayısal kazançlardan oluşuyorsa yaşamak ne ki, diye sormalı mı cesetlere! İnsan, kendinin sınırlarıyla varsa ve ruh sonsuzu arzuluyorsa, insan neleriyle ruhunun olduğunu kabule yanaşabilir? Nefsî hazlarının kaynağı, mekânı ise insanın içi; ruhun aydınlığı yoktur onun için.
İçini ve dışını barıştıracak olan ruhunu arayan kim? Adam, parmağıyla yıldızların harikulâdeliğini gösteriyor da parmağa bakılıyorsa, bu dârdan nasıl hayrete düşülür? Oysa, hayran olabilen, sonsuz birini arzular.
Gözlerin gerisinden dışa ruh bakmıyorsa, gözün maddesi neyi görür? Katı, renksiz, durgun, boş ve anlamı bulunamayan nesneyi. Ve yüzler, bakışta boşluğa bakan gözlere sahip.
Bir çiçeğin seyrinde gözlerden bütün duygulara bir heyecan ulaşamıyorsa kalbden, ruhtan bahsetmek olmaz. Ruhsuz cesede gösterilmez, sevdirilmez. Kalbsiz, heyecansız vücud, anlamsız, sorgusuz yaşayan(!) insandır. Ceset, ruhun haremidir. Sınırlı, fani, ölümlü vücudda sınırsızı isteyen, arzulayan ruhtur. Daracık insanın içinden, herşeyi isteyen kalbdir.
Ruh, dışa, sonsuza taşır insanı. Kalbî aşk, açar insanı herşeye. Ruhsuzun aşkı da kapatır herşeye. Zaten seven nefisse, aşktan bahsetmek boşunadır. Hayatı, ölümü sorgulamayan, hangi sonsuza uzanan duygularla muhatabını sevdiğini söyleyebilir? Anlamsızlık, başkası değil. Sınırlanmış insan kimi sevebilir ki! Sevgi; ruhun, kalbin, duyguların birlikteliklerinden doğar. Hayretle yıldızları seyrederken, yere basan ayaklarını unutan kalb sevebilir yalnızca. Aksi halde, seven de, sevildiğini zanneden de mânâsızlık döngüsünde yoksulluklarını yaşarlar.
Çiçeklere bakan insan, içinde birşeyler duymuyorsa, kalbi kıpır kıpır atmıyorsa, kaybettiğini aramalı öncelikle. Oysa gözlerinin gerisinde, güzelliklerin bitimsizliğini, devamlılığını arzulayan, içiyle dışının uyumuna dalan bulmuştur, aradığını. Bir gülün seyrinde huzuru buluyorsa, ruhunu içinde bilebilir insan. Kalbi mânâdan kıpırdayan barışabilir herşeyle, herşeyin Sahibiyle.
Kâinatta olan herşeyin anlamını ışıklandıran, gösteren ruhun aydınlığıdır. Aksi halde yapatır insan kendini bütün güzelliklere, karanlığıyla.
Kalb, arzularıyla Birinden ister herşeyi. Ruh, hayranlığıyle O Bir’i bulur.
—Muhammed KONUKÇU
Yukarıdaki denemenin sahibi olan öğretmen arkadaşımızın hayatlarının anlamını sorgulayan, kalb ve ruhlarının arzularını arayan, cevaplar bulmaya çabalayan öğrencilerinin yazılarından bölümler:
Çiğdem
“Bazen öyle an geliyor ki çıldıracak gibi oluyorum. Aklımda binbir soru. Cevaplayamayınca kendimden nefret ediyorum. Halbuki yaşamayı, hayatı sevsem belki yaşamak en güzelidir.
Yaşam, yaşamak… İkisi de güzel kavram. Ama ben yaşamıyorum. Evet, belki bedenen yaşıyorumdur ama ruhum benden tamamen ayrı. Nefsime hep yenik düşüyorum.”
Ayşe
“Hayata boş, anlamsız ve bir hiç diyoruz. Bunu aklımız sayesinde söylüyoruz. Aklımız ise yaşamamızın, hayatımızın ürünü. Bir meyvenin ağaca, ışığın güneşe, karanlığın geceye isyan ettiği görülmüş mü ki?
Kendimizinmiş gibi sahip çıktığımız bedenimizi kötü uğraşlarımıza âlet ediyoruz. Bilmiyoruz ki; biz misafiriz, muhakkak iyi olması gereken misafir! Ama bizler dünyaya gelmek için hiçbir randevu vermedik. Dünyaya geliyorum. Yaşıyorum ama mutsuzum. Mutsuzluğum için değil, dünya yine benim gibi boş birisini kazandığı için ağlıyorum. İsyan ediyor, haykırıyor, bağırıyoruz. Niçin? Dünyanın yaşanmazlığı için!.. Bilemeyiz. Çünkü bizler dolulukları düşünemeyecek kadar boş ve basitiz. Fikir ve düşüncelerimiz gibi. Niçin doğru şeyler düşünemiyoruz? Haklıyız, çünkü dolu şeyleri göremeyecek kadar körüz. Bizimmiş gibi görünen ama gerçek kişiliğimizle hiç tanışmamış emellerimizin elçisi olan fikirler, beynimize yerleşmiş. Sanki onlar sahip, bizler köleleri olmuşuz. Neden bunların beynimizi istedikleri gibi kullanmalarına izin veriyoruz? Yaşıyoruz, ama niçin doğduğumuzdan, yaşadığımızdan habersiz olarak!”
Makbule
“Hayallerimden sıyrılıp etrafıma baktığımda, hayata, yaşamaya, insanlara ve en önemlisi kendime baktığımda ahiret için neleri yapıp neleri yapmadığımı hatırlıyordum. Ölümü yaşadım kendimce, ölümü…”
İsa
“Görmek istiyorum, birşeyler yapmak istiyorum. Herşeye, dünyadaki, dünyada olmayan herşeye ulaşmak istiyorum. Kendi kendime soruyorum: Ben kimim? İçimden bir cevap, aklıma gelen ilk şey ölüm; ölümüm. Niye geldim? Eğer öleceksem niye geldim şu acaiplikler dolu dünyaya? Bir ses: Sınanmak için geldin, diyor.”
Sibel
“Sorular… Sorular… İnsanların bunlardan kurtulması için, birşeylere, belki de çok şeye anlam vermesi gerekiyor. Onları belli bir kılıfa sokmadan, sonsuza doğru düşünmesi gerekiyor. Sonsuzluğa açacağı ilk kapı, ilk adım.”
Gülendam
“Bir gün, pis pis böcekler, otlar ve tozlu–topraklı yerlerden başka birşey göremediğim bu yerlerde bulunmanın anlamsızlığını düşünürken, bilinçsizce attığım bir adımdan sonra, gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi oldu. Öncekileri anlamsızlıklardan, olumsuzluklardan söz açarken şu anda aklımda bulunan birşey vardı: “Ya Rabbim, bu ne şaheser!” Âdeta kendimden geçmiştim, büyülenmiştim. O dağlar, o ağaçlar, ırmağın ve kuşların sesleri. Müthişti. O adımdan sonra yer değiştirmiş, başka bir âleme geçmiştim.”