Arşiv

 Bir Hayat: Risale-i Nur

Said Nursî, Peygamber yolunu yol seçmiş, Kur’ân’ı üstadı bilmiş, Kur’ân’ın dikkatle bakmayı emrettiği kâinatla iç içe yaşamış biridir; ve tüm bunları yaparken “insan”ı da devrede tutmuş, imanla yaşanan ve imanla son bulan hayatında insanî özelliklerini doruk noktada taşımıştır.


“ONDOKUZUNCU SÖZ” adlı eserinde, “Rabbimizi bize târif eden üç büyük, küllî muarrif var” der Bediüzzaman Said Nursî. Bu üç büyük “tanıtıcı,” sırayla, şunlardır: Kâinat kitabı, Resûl-i Ekrem (a.s.m.), ve Kur’ân. Bir diğer eserinde ise, bir “dördüncü”yü eklediğini görürüz: “vicdan denilen fıtrat-ı zîşuur.” Hemen ardından belirttiğine göre, gayb ve şehadet âleminin buluşma noktası olarak gördüğü “fıtrat ve vicdan, akla bir penceredir; tevhidin şuasını zikrederler.”

Risale-i Nur’un hemen her sayfasında, diğer “küllî muarrifler” kadar, işte bu “dördüncü”nün de izlerini buluruz. Said Nursî, Peygamber yolunu yol seçmiş, Kur’ân’ı üstadı bilmiş, Kur’ân’ın dikkatle bakmayı emrettiği kâinatla iç içe yaşamış biridir; ve tüm bunları yaparken “insan”ı da devrede tutmuş, imanla yaşanan ve imanla son bulan hayatında insanî özelliklerini doruk noktada taşımıştır. “Hayatım rabbanî bir mektuptur; kardeşlerim olan zîşuur mahlûkata kendini okutturur bir mütalaagâhtır” diyen odur. “Hayatım, Hâlikımın kemâlâtını teşhir eden bir ilannâmeliktir”diyen; yaşadığı hemen her anı Onu isimleriyle tanımaya adayan da odur. Ki, böylece hayatıyla sunduğu “rabbanî mektup” Risale-i Nur olarak, bugün de okunmayı sürdürmektedir. Beri tarafta, bu “rabbanî mektup”u öncelikle kendisi okumuş; yani bir insan olarak kendine verilmiş duygular, kabiliyetleri veriliş amacına göre kullanma cehdiyle yaşamıştır. Kendisini okurken, kendisi gibi birer insan olan sair hemcinslerinin hayatlarıyla sundukları “mektup”ları da okumuştur. Etrafında gördüğü nice insanın, içinde yaşadığı toplumu teşkil eden nice hemcinsinin hayatı isteği ve ihtiyacı, sevinci ve hüznü, ağlamaları ve gülmeleri ile ona her daim mesajlar taşımıştır. Bir çocuk, bir genç, bir yaşlı, bir hasta, bir bebek... her biri onun dünyasına “insan penceresi”nden Rabbini tanıtan birer mesaj taşımıştır. Kim bilir, onun hâlâ milyonlarca insanın rağbetine mazhar olması; coğrafya ve zaman sınırı tanıma-dan, milyonların Rîsale-i Nur’da dile gelen hayat hikâyesinde kendini bulması belki de bu sırdandır!

Ne ki, özellikle ülkemizde, Said Nursî’nin bu yönünün, en azından bazı çevrelerde görülemediği ya da görülmediği ya da küçük görüldüğü de bir vâkıadır. Kimi insanlar nazarında, Bediüzzaman, olsa olsa bir “İslâm âlimi”dir, “büyük mücahid”dir, bir “dâvâ adamı”dır. Evet, Said Nursî bir “İslâm âlimi”dir; ama İslâmiyeti “insaniyet-i kübra” olarak algılamış, dolayısıyla fıtrat ile Kur’ân ve sünnetin mutabakatını görmüş ve yaşamış bir İslâm âlimidir. Evet, “büyük bir mücahid”dir; hayatı boyunca, “Asıl büyük cihad nefisle yapılan cihaddır” diyen Resûlün yolunda yaşamıştır; en başta, bu yüzden büyük bir mücahiddir. Evet, dava adamıdır; ama onun dâvâsı öncelikle devleti ve toplumu hizaya getirme değil; —devleti örgütleyen, toplumu oluşturan— insanlara, mükerrem olan fıtratlarının yönelttiği hakkı sunma dâvâsıdır.

Kapak sayfalarının, bu bakımdan ufuk açıcı olmasını diliyoruz.

Şunu da belirtelim: Kapak sayfalarında yer alan yazı, bir son değil, başlangıç yazısıdır. Said Nursî’nin tüm hayatına, ve tümüyle Risale-i Nur’a yayılan bir vâkıa, sınırlı bir zaman diliminde yazılmış sınırlı bir yazıda, sanırız, tüm ayrıntısıyla anlatılamaz. Ne var ki, onun “enfüsî tefekkür,” “muhakeme-i hissî”, “mükâleme-i kalbi” gibi tariflerle ifade ettiği bir yolu, en azından ana hatlarıyla sunabildiğimizi sanıyoruz.

Bu yolu gerçek anlamıyla kavrayabilmenin yolu ise, yine Risale-i Nur’dan, ve bilhassa “Otuzüçüncü Söz”ün “İnsan penceresi,” “Dördüncü Şua,” “Yirmidördüncü Söz,” “Yirmidördüncü Mektup,” “Ondördüncü Lem’a”nın “ikinci makam”ı, “Otuzuncu Söz” gibi risalelerden geçiyor.

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut