KUTLU GÜNLER yaşıyorum. Bir haftayı aştı, Musa(as)’ın düşüncesiyle, hayaliyle, sembolleriyle dolaşıyorum. Yürürken Musa benimle, araba kullanırken o yanımda, yemek yaparken, çocuğuma ders çalıştırırken, otururken veya yatarken Musa, Musa, Musa… Az kalsın dokunuvereceğim o beyaz ele. Nerde! Keşke… Yavaş yavaş kanımda Musa’nın ateşi dolaşırken ben de onun âsâsına tutunup doğruluyorum süründüğüm yerlerden. Musa âsâsını yere vuruyor, nefsim hizaya geliyor. Musa bir daha vuruyor, gözyaşlarım on iki göze fışkırıyor. Musa bir daha vuruyor, bir korkunç ejderha beliriyor önümde, günahlarım, akıbetim, cehennemim. Musa bir kez daha vuruyor, âsâyı arz-ı mevudum seriliyor gözlerimin önüne. Şimdilik bir hayal, Musa’nın izinde yürümeye devam edersem gerçek olacak. Musa ile tamamlanıyor çilem, Musa ile bas-u badel mevt gerçekleşiyor. Musa’nın kelamı ile diriliyorum. Artık dizlerim titremiyor. Musa’nın rabıtası beni kıyam ettiriyor. Musa bana destek olsun diye bir âsâ da bana veriyor. Nefsimin her itirazında bir kez daha vuruyorum âsâyı yere, arz sarsılıyor,sular kabarıyor, rüzgar haşyetle ürperiyor, alev titriyor. Hayatıma Musa ile güzel günler geliyor…
Musa’nın her şeyi güzeldir ya, annesi de öyle. O ne kavî iman sahibi bir kadındır! Onun imtihanı da en az Hz. İbrahim’in oğlunu boğazladığı rüya ile sınanması kadar zordur kanımca. Hem ana yüreği daha yufka olur. Bilmem nasıl bıraktı oğlunu suya, hem de onu düşmanının alacağını bile bile? Öyle ya, Allah ona esinlemişti “Onu bir sandığa koy ve sandığı ırmağa bırak. Irmak onu kıyıya çıkaracaktır. Bana düşman olan biri ve ona ileride düşman olacak olan biri onu oradan alıp evlat edinecektir.” Hangi anne çocukların doğrandığı bir çağda, evladını düşmanının eline bırakır da, her gün içinin pır pır edişine karşı koyabilir. “Ya anlaşılırsa, ya fark edilirse?” O mübarek bir kadındır. Yetiştirdiği iki evladı, iki peygamber. Kızı ise Tevrat anlatısından biliyoruz ki küçükken de büyüdükten sonra da gözü pek, yiğit, kahraman, ağabeylerine en büyük destek. Meryem, Musa ve Harun’un kızkardeşi bana hep Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn’in davalarına sahip çıkan, onlara ses olan, Seyyide Zeyneb’i hatırlatır. Meryem Mısır’ın Zeyneb’i olsa gerektir.
Allah Musa’ya önce kendisine geçmişte verdiklerini, inayetlerini, lütuflarını anlatır. İster ki bilsin, o Tuva vadisine başıboş bir tesadüf eseri değil, bir takdirle gelmiştir. İster ki bilsin, o şimdiye dek pek çok fitneden Rabbinin inayeti ile halas olmuştur. İster ki bilsin, o zaten hiç kudret sahibi olmamıştır, Onun kudretiyle desteklenmiştir. İster ki bilsin, büyük Mısır’ın baş mühendisi baş mimarı da olsa, ne öğrendiyse ona O öğretmiştir. İster ki anlasın, O Musa’yı herkesten çok sevmiştir. Seçmiş, ayırmış, kendisi için yetiştirmiştir. Ona bir görev tevdi etmiştir. Musa hep bilmelidir. O görür ve işitir, görme kalbe, işitme akla bakar. Biri Musa’ya biri Harun’a. O daima o ikisinin yanındadır. Onlar için korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. Musa celal aynasıdır. Artık Musa karşısında, dağların, şimşeklerin, kabaran denizlerin karşısında titrenildiği gibi titrenilecektir. Ne heybet, ne azamet, ne celaldir o Ya Musa…
Musa akıldır, Harun kalp. Firavun ise nefis. Öyle sıradan bir nefis de değil, nefs-i emmare. Dozunu aşmış, iyice ileri gitmiş, tuğyanı Nil’in taşmalarını geçmiş, azıttıkça azıtmış, evreni ayakları altına almış, çiğnemiş bir nefs-i emmare. Firavuna gidilecek, kavl-i leyyinle konuşulacak. Ona nihai kurtuluş ve esenlik yolu gösterilecek. Aklını başına toplaması, yahut korkması beklenecek, ümit edilecek. Nefis haz dilinden anlar. Ona ya gerçek lezzetin nerede olduğunu göstereceksiniz, “Hakiki lezzet, ve elemsiz lezzet yalnızca imandadır” diyeceksiniz. Yahut, “Şimdi bu lezzet için yaptıkların, ağzına bir parmak bal çalacak zehirlerdir, bir dakika lezzet bin saat elem çekeceksin” diye gözdağı vereceksiniz. Şayet onu kazanmak mümkünse, ki elbette mümkündür, kazanırsanız ona nefs-i mutmainne denilir. Mısır mülkü sizin olur.Kainat sizin olur.
Mısır şehir demektir. İnsanın bünyesi de bir şehre benzer. Onun manen aklı, kalbi, nefsi, hayali, vehmi, sırrı, öfkesi, arzusu, hevası olduğu gibi, maddeten de gözü, kulağı, dili, kalbi, midesi, cinsel uzvu , elleri ve ayakları vardır. Bunlar batında ve zahirde şehrin mahalleleridir. Hepsini nefis yönetir. Hepsi onu dinler. Şayet nefis akla ve kalbe tabi oldu ise, ne âlâ. O zaman şehir, melekler şehridir. Yok, nefis akıl ve kalple savaşır ise, akıl ve kalp latifeleri ve uzuvları nefsin elinden kurtaramaz. Şeytanların şehre hakim olacağını anlarsanız, şehri yıkmaktan başka çare bulamazsınız. Yani çare nefsi öldürmek olur. Nefis ateştendir, ateş suyla boğularak öldürülür. Nitekim Musa’nın kıssasında öyle olmuştur. Firavun ölünce, İsrail oğulları serbest kalmış, Musa ve Harun’un komutasına girmişlerdir. Yani letaif-i insaniye akıl vekalp yörüngesine girmiştir.
Ancak, şayet nefis olmazsa, yani öldü ise o letaifin işi zordur. Nefis onları ücretle çalıştırır. Onların her birine layık birer hazzı ve ödülü vardır. Oysa nefis gidince onlar bir ücret alamazlar. Akıl ve kalp onlara bu dünyada ücret veremez. Bu yüzden de İsrail oğulları 40 yıl Tih çölü ortasında kalmışlardır. Çöl şehre zıttır. Çöl aczin ve fakrın sembolüdür. Nitekim onların Kudüs’ü fethi, epey sonra gerçekleşmiştir. Zira nefis de yola katılmaz, akıl ve kalple ittifak etmezse, fütuhat gecikir. Bu yıllar sürebilir. Onun için sahabe nefsi öldürmeyerek kısa zamanda çok yol almış, kimi evliya nefsi öldürerek onların binde bir fethine ancak yıllar sonra müyesser olabilmişlerdir.
Allah firavunu, yani nefsi öldürmek istememiştir. Ona çok imkan sunmuş, çok yolla terbiyeye çalışmıştır. Çünkü nefis değerlidir, kazanılması, insana çok şey kazandırır. Nefis doğurgandır, az zamanda insanı teksir eder çoğaltır. Nefsi hayatlarında hevaya değil Hüda’ya tabi kılmış insanlar diğerlerinden çok daha velûd olmuş, senelerce, asırlarca evlatları, talebeleri, dinleyenleri, sevenleri devam etmiş, geniş coğrafyalara sesleri ulaşmış, vâsi bir caddede yol almışlardır.
Ey nefsim! Gel bize katıl senin gücünü de gücümüze katalım, kuşkusuz senin gücün büyüktür. Ama bizimle başa çıkacak kadar büyük değil. Müttefiksiz bizimle savaşamazsın. Şeytan mı sana müttefiktir? Onu bize tercih mi ediyorsun? O sana da düşmandır. Bak gör Mısır’ımızın harabına, medeniyetimizin tar-ü marına, Yusuf’un inşa ettiklerinin harabına uğraşıyor. Yusuf’u sen de severdin. Gözbebeğine bakar, hıfz ederek dinlerdin. Gel bize katıl. Bugün ölmüş de olsa naaşı ile, ruhu ile Yusuf da bizimledir. Güzellik bizimledir. İlim ve hikmet bizimledir. Beka bizimledir. Sevdiğin ne varsa bizimledir. O bizimledir…
Bir diğer mesele isekalbin akıl olmadan on gün bile letaif ve âzâ-i insaniyeye söz geçirmeyi başaramayacağıdır. Nitekim Musa Tur’da planladığından on gün fazla kalınca Harun halkına söz dinletememiştir. Onlara ceza da verememiştir. Çünkü kalp kıyamaz…Aklı kapının dışında bırakıp öyle seyr-i sûlûk edeceğim diyenler Musa’sız on gün dayanamayacaklarını bilmelidirler. Musa şeriattır, Musa akıldır. Musa tenzihtir. Musa furkandır.
Akıl ise mesajı tesis etmede yeterli değildir. Onu derinlere nüfuz ettirmek kalbin işidir. Nitekim beni İsrail’de din adamları sınıfının Harun soyundan gelmesi manidardır. Onlar gönül ehli insanlar olarak asırlarca Musa’nın Tevrat’ının taşıyıcısı ve yayıcısı olmuşlardır. Tıpkı bizim turûk-u âliyemiz gibi… Bu yüzden kitaplarından başlarını kaldırmayıp, halk içine çıktıklarında burun kıvıran bilgiçler, kan damarları gibi ince ince tüm azalara nüfuz edemeyeceklerini, incelmek ve kılcal damar olmak için âşkın ateşinde pişmek, edebin elinde incelmek, şekillenmek gerektiğini bilmelidirler.
Kitabın ve tesbihin dostları birbirlerine muhtaçtırlar.
İnsan bazen zindana düşer. Bazen esarette kalır uzun zaman. Ama umudu korursa Ben-i İsrail gibi. Bir gün Musa gelir, ve zincirleri kırar.
Ben de Musa’yla gidiyorum, hangi kutlu vadiye götürürse, hangi çölde bekletirse, ne kadar sürerse, Öyle ya, çöl zindandan iyidir. Yusuf yoksa Mısır’da kim durur zaten. Yusuf’un hatırasını, naaşını alır, vadedilmiş topraklara yola koyuluruz biz de. Denizden mi korkacağız, firavundan mı, elbette hayır! Hele de Musa başında dikiliyor, seni sımsıkı tutmuş bırakmıyorsa. Musa gelmiş, ve bir daha hiç gitmiyorsa…
Nefsim, sen de mi geliyorsun. Elhamdülillah…