MUSA 4
Musa’nın hayatında semboller ve zahir-batın ilişkisi

Mona İslam

MUSA’NIN HAYATINDA sembollerin yeri büyüktür. Sembol anlatımı, teşbihi bir anlatım olduğundan iç içe çok anlam katmanı barındırır. Bu anlam katmanları yere, zamana, kişiye ve ihtiyaca binaen açılır. Kimi zaman insanın hayatında kurtarıcı bir rol üstlenir, kimi zaman da düşerken tutunulacak bir ip işlevi görürler. Benim dünyamda da Musa’nın sembollerinin çok mühim bir yeri var.

Musa suyla gelendir. Öyleyse, öncelikli sembol su olmalıdır. Su ilimdir. Gökten gelir. Yeryüzü onu içer. Onunla ürünler verir. Kimi zaman da onu toplar, ve nehirler göller halinde insanların, hayvanların istifadesine açar. Bazen de suyun düştüğü yerde çamur hasıl olur, hatta bataklık oluşur etrafa pislik ve tehlike saçar. Bunlar toprakla temas eden suyun üç neticesidir. İlim de aynen böyle insana semadan iner, kimi onunla amel eder, hallenir, dönüşür ve meyve verir, kimi kendisi istifade edemese de onu toplar ve gayrın istifadesine sunar, kimi de onu nefsin çamuruna bular da kokuşturur, belki de kendi gibi başkalarına da sıçrayacak, hatta yutacak bir bataklık kılar. O ilmi nefis hesabına, zulüm için kullanır.

Bir başka vecihte su akıldır. Musa nazariyatın, teorik aklın şâhikasıdır. Firavun sarayında bir prens olarak yetişmiş, devrin bugün bile aşılamayan, ulaşılamayan astronomi, kimya, mühendislik, matematik, mimari, heykel ve sair sanat, büyü vs gizem ilimleri açısından donatılmıştır. Üstelik o Yusuf’tan bu yana Mısır’da süren Al-i Yakub’un da aklına sahiptir. İçtiği süt de buna işaret eder. O bugünün doğu ve batı ilimleri ile mücehhez en yetkin alimine benzer bir ilimle donatılmıştır. O zamanın doğu medeniyeti olarak Mezopotamya’yı, Batı Medeniyeti olarak da Mısır Medeniyeti’ni olarak görmek mümkündür. Burada doğu ve batı kavramlarını coğrafyadan bağımsız kullanıyorum. Bu aklın insanı perdelememesi için, ona aşkın yakıp kavuran ateşi, ve Harun’un feraha çıkaran gönlü eşlik ettirilmiştir. Gönül deniz, dil kıyıdır. Harun’un gönlü de dili gibi, düğümsüz, fasih, açık ve ferahtır. Zira salt akıl insanı hakikatten perdeler. Böylece hakikate ermek için gerekli bir enstrüman, onun bizatihi itilmesine sebep olur.

Bir büyüğümden dinlediğim kadarıyla insan bir uçağa benzer. Pistten kalkana dek ona tekerlekleri lazımdır. Tekerlekler onun aklıdır. Pistte onunla hızlanır. Ancak bir de kanatları vardır, ki o da aşktır. Bir an gelir en hızlı gittiği yerde uçak tekerleklerini kapatır. Ağırlığı kanatlara verir. Ve havalanır. Akıldan vaz geçemezse, pistte gitmeye devam eder, asla uçamaz, o uçak görünümünde olsa da hakikatte bir büyük otobüstür. Akılla aşkın ilişkisi kanaatimce burada çok güzel anlatılır. Tekerlekler inişe geçileceği zaman yine lazım olacaktır. Zira uçak sonsuza dek havada kalamaz.

Bir diğer sembol ise ateştir. Musa küçükken de ateşi kucaklar, böylece dilindeki pelteklik zuhur eder. Büyüdüğünde çölde de ateşi arar. Ateş nefse remzdir. Küçüklükten bu yana Musa’nın ateşi büyük maksatlar için hazırlanmış beslenmiştir. O Allah’ın düşmanlarını yakacaktır. Ateş celaldir. Musa’da tecelli eden de ekseriyetle celali isimlerdir. Ateş kabarır, yücelir, yücedir de. Daima dik durur. Firavunun dik duruşuna ve tekebbürüne ancak kutlu bir ateşle yanıt verilebilir. Kibredene kibredilir. Allah’ın halifesi Allah adına büyüklenir. İzzetle davranır. Ateş enerjidir, yakıttır. Musa’yı çok iş bekler. O Mısır denilen hala dillere destan bir küfür medeniyetinden yepyeni bir medeniyet tasarımı çıkaracak ve bunun için Mısır’dan kalan ne varsa tahrib edip yakacaktır. Tıpkı Samiri’nin yaptığı buzağıyı ateşe atıp küllerini savurduğu gibi. Ateş yok etme gücüdür. Musa’ya bu güç tevdi edilir.

Yine ateş insanın sadrında yanan aşka remzdir. Afakta gördüğü ateşler Musa’nın içinde yanan ateşin dıştaki işaretleridir. O arar. Ve kendisiyle sohbete doyamadığı, hatta bunun için Tur’da on gün fazla kalarak, kavmini unuttuğu, Ondan başkasını düşünemediği Rabbi’ni ateşin ardında bulur. Rabbin perdesi Musa için ateştir. Allah tecelli ederken insana sevdiğinden tecelli eder. Sevdiğini kendine perde kılar. Adeta sevgili O’nun vechinin önündeki büyüleyici bir tül, bir peçedir. O tülü açmak mümkün değildir. Tülü açtığı zannıyla sevgiliyi terk eden, Onu da terk etmiş demektir. Çünkü O, onun ardından tecelli etmeyi seçmiştir. Sevgili âşık tarafından değil, Maşuk tarafından seçilmiştir.

Ben ateşi Musa’nın elinden sevdim. Bilmem ki ateş neden hep şeytanla anılır. Ateşe Musa’dan daha çok yakışan var mıdır? Ben ateşi Musa ile anarım. Ateş onun arkadaşıdır. Musa’yı sever gibi severim ateşi. Ateş nefse remz dedik ya, ateş nefs olunca, koru arttıkça, beslendikçe, muhafaza altında körüklendikçe ışığa tebdil olur. Nefs basamakları çıkar, dumandan saf ışığa tebdil olur. Bunlar hep ateşin mertebeleridir. Ateşi muhafaza için Musa’nın şeriatı gerekir. Körüklemek için ise Musa’nın aşkı.

Işığı sevdiğini iddia edenler! Nefsinizi söndürerek ışığı söndürürsünüz. Yapacağınız ateşi çerçeve içine almaktır. Etrafını çevirmek ve sonra odun atıp beslemektir. Ateşin etrafı Musa’nın şeriatıyla çevrilir. O zaman sizin ışığınız semadakilerin bile gözlerini kamaştıran bir hale gelir. Aşkla tutuşturun benliğinizi. Gök ehlini nurunuzla uyandırın. Rabbinizin davasını meleklere ispat edin. Korkuyor musunuz ateşten. Rabb Musa’ya ne dedi hatırlayın. “Korkmayın, Ben sizinle birlikteyim, duyuyor ve görüyorum.” (Taha 46)

Ateş ve su, âsa ve beyaz el, Musa ve Harun, akıl ve gönül, akıl ve nefs, celal ve cemal, ikili halde dengedir. “Mizana dokunmayın”(Rahman) ayetinin işaretiyle denge için bu ikililere beraberce sahip olmak ve ölçü içinde muhafaza etmek şarttır.

Duyuyorum, Musa’nın şeriatıyla Hızır’ın irfanını mukayese edenler var. Görmüyorlar mı? Beni İsrail’e on gün Musa’sız kalmak ne yaptı. Onlar müşrik oldular. Harun’un bilgeliği, himmeti, gönlü, ruhaniyeti onları yola getirebildi mi? Hayır. Musa’sız kalana halas yoktur. Musa’nın şeriatından uzak kalan sadece günahkar olmaz, müşrik de olur. Bundan böyle ona bir çıkış yolu da yoktur.

Şeriatın bir hakikatine bin can fedadır.

Bir ûlü’l azm peygamberi bir veli ile mukayese edenler hiç İbn-i Arabi okumamışlar mı? Biliyorum ki okumuşlar, her ne kadar bunu belirtmeseler de, ekseriya yazdıkları söyledikleri oradandır. Bugünün insanına çarpıcı ve orijinal gelen fikirleri, çoğunlukla Şeyh’in yazdıklarından ibarettir. Ancak, burada dursunlar. Çünkü her veli bir nebinin kademindedir. Ayağının altındadır. Bu yüzden Hızır da Musa’nın ayağının altındadır. Bu da Hızır için bir şereftir. Şeyh der ki, Musa Hızır’a “Bundan böyle soru sorarsam benimle arkadaşlık etme!” derken emir kipi kullandı. Bu da sorduğu son sorudan sonra Hızır için ayrılık sebebi oldu. Çünkü veliler peygamberlere itaatle mükelleftir. Musa emretti, Hızır yaptı. Ayrıldılar. Ayrılmak Musa’nın emriydi. Kararıydı. Çünkü Musa görmesi gerekeni görmüş ve alması gerekeni almıştı. *Hızır Musa’yı tard etti zannedenler büyük yanılgı ve küstahlık içindedirler. Onlar Musa’nın celalinden korkmalıdırlar. Musa’yı kızdırana Allah’tan necat var mıdır? Hiç sanmıyorum…

Musa’nın suya bırakılışı zahirde ölümdü. Batında ise kurtuluştu. Buna işaret olsun diye Hızır gemiyi deldi. Musa itiraz edince, Hızır “Peşinde zalim bir sultan var, sağlam gemilere el koyuyor” dedi. Bu zalim sultan firavundu, ve gemi de Musa’nın nehre bırakıldığı tahta sanduka. Yahut, bu Musa’nın küçüklüğünde ateşi ağzına atmasıyla hasıl olan peltekliğe işaretti. “Onu kusurlu kılmak istedik, çünkü sahipleri iyi insanlardı”. Geminin yani Musa’nın sahipleri İsrail oğullarıydı. Musa onların evladı, onların nebisi, onların kurtarıcısı idi. O gemi onları kurtaracak sahil-i selamete çıkaracaktı. Bu yüzden Allah onu kusurlu kıldı, konuşmada kusurlu oluşu, onu firavunun vehminde tehlike olmaktan çıkarmıştı. Mükemmelliyetçilik hastalığına tutulanların kulakları çınlasın! Musa da kusurlu bulunan bir insandı. Ama bu onun “Yücelik” hikmetine erişmesine mani olmadı.**

Musa Hızır’ın bir çocuğu öldürmesine şiddetle itiraz etti. Oysa o da gençliğinde genç bir kıptiyi öldürmüştü. Çocuk masumdu, kıpti de öyle. Çocuğun geleceğini nazara vermişti Hızır. Kıptinin geleceği de belki öyleydi. Zalim olacak, ana- babasına çok çektirecekti. Musa’nın baktığı zahir ilminden bunlar bilinemezdi. Yahut ölen çocuk, ölen İsrail oğlu bebeklerine işaretti. Onlar firavun tarafından öldürülmüştü. Bu zahirde büyük zulümdü. Oysa kader dairesinde belki o çocuklar Ben-i İsrail’e hayır getirmeyecekti. Allah bir nesli bu vesile ile budanmış ağaçlar gibi zalimin eliyle temizledi. Onlara daha hayırlı evlatlar verdi. Üstelik evlatlarının katline sebep firavun ve toplumuna onların yaşam biçimine karşı “Gevşemeyin!” ikazında bulundu. Çünkü beni İsrail cemalle değil, celalle terbiye olan bir topluluktu.

Hızır bir duvarı ücretsiz tamir etti. Musa ona kızdı. Oysa paraya ihtiyaçları vardı. Ancak Musa da aynını Medyen’de yapmamış mıydı? İki kadına yardım etmiş, bir ücret istememişti. Sonra ağacın altına oturup “Allahım katından her hayra muhtacım” demişti. Peygamber mesleği ücret istememe halini barındırır. Onlar ücretlerini ancak Allah’tan isterler. Musa Medyen’e vardığında henüz nübüvvetle şereflenmemiş olsa da, Allah onu kitabında belirttiği gibi kendisi için yetiştiriyordu. Ona peygamberlere yakışacak ahlakı kazandırıyordu. Hızır da duvarı ücretsiz inşa ederken buna işaret etmişti. Üstelik Medyen halkı zalim, ve cimri bir halktı, bu o kadınlara davranışlarından belliydi. Tıpkı Hızırl’a yolculuklarında yanlarına vardıkları halk gibi. Ancak duvarın altında bir hazine vardı ve iki yetim için bekletiliyordu. Hazine İbrahim’in ve Yakub’un mirasıydı. “Onların babaları iyi biriydi” demişti Hızır. Yetimler ise Musa ve Harun’dan başkası olamazdı. Babaları ise Yakub(as)’dı.

Musa anlayacağını anlamıştı. Hayatındaki zahiri olayların batıni vechelerini görmüş, idrak etmişti. Bundan sonra geziye devam etmek abes olurdu. Musa abes iş yapmaktan arî idi. O da yardımcısı, talebesi Yuşa ile ait olduğu yere Ben-i İsrail’e döndü. Harun’un yanına. Zaten Musa’ya çift olarak anılabilecek biri varsa, o da kendisi de bir nebi olan Harun olmalıydı. Hızır değil…

Hızır’ın irfanını bir tarafa atıyor değilim. Ancak o zaten ziyadesiyle göklere çıkarılıyor, bir de benim övmeme hacet yok. Üstelik onun benim Musa’nın şerefini, yüceliğini anmak için söylediklerime gücenmeyeceğine eminim. Hızır, Musa ile mukayese edildiğini duysa, esas o zaman gücenirdi. Şunu vurgulamak istiyorum ki, şeriatsız, ne tarikat olur, ne de hakikat. Bizzat İbn-i Arabi’nin dediği gibi “Şeriat hakikattir”. Ehl-i Şeriat olmaksa bir onurdur.Bu tarikatsız yahut hakikatsiz olunduğu anlamına zinhar gelmez. Böyle anlamak cehalettir. “Bize Musa’nın şeriatı değil Hızır’ın irfanı lazım” diyenler cesedin olmadığı yerde ruhun olmayacağını, Musa’nın olmadığı yerin cehennem olacağını umarım görebiliyorlardır.


*Bu hususta tafsilat için Fütuhat-ı Mekkiye’den meded yazdığım “Hızır ve Musa” yazıma bakılabilir.

**Füsus-ul Hikem’de her peygambere bir fass atfedilir. Bu onların tabir-i caizze alem olan, bayrak mahiyetindeki özellikleridir. Bu zirve noktaları, ism-i Azamlarıdır denilebilir. Musa için bu fass “Yücelik” hikmetidir. Ayrıntı için Füsus’a bakınız.

Not: Eleştirilerim fikredir, şahsa değildir. Yoksa ben bu fikirleri dile getiren şahsı çok severim. Kendisinden çok istifade etmişliğim, derslerine çok gitmişliğim vardır. Ancak Musa’yı daha çok severim ki hislerim galeyana geldi. Hiç kimsenin Musa’ya da şeriatına da laf söylemek haddi değildir.İfade etmek istedikleri meseleyi peygamberleri velilerle mukayese etmeden anlatmayı becermeleri gerekir.

  29.03.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut