Yusuf’un peşinde (IV)
Medeniyete yolculuk

Mona İslam

HZ. YUSUF’UN yaşadığı zaman diliminde, Kenan denilen Filistin’i ve Ürdün’ü içine alan bölge nispeten şehirden uzak, bedeviyete yakın, göçebe halkların yaşadığı bir coğrafyaydı. Ataları İbrahim (as) Nemrud’un şehri Babil’den buraya göçmüş, mesajını buralardaki topluluklar arasında gayretle yaymıştı. Bunun için Kenan ahalisi içinde tevhid ehli olanı da, şirk koşanı da bulunuyordu. Hz. İbrahim (as) şehirli bir insandı, babası Nemrud’un baş put yapıcısı olan bir adamdı. Önemli bir mevkinin, yüksek bir sosyal statünün insanı idi. Fakat şehirde dini ne anlatma, ne de yaşama imkanı kalmamış, “Fe firru ilallah” diyerek hicret edilmişti.

Güzel dedenin güzel torunu Hz. Yusuf (as) da kendisini kuyuya, köleliğe sürükleyen, zahiren kötü, ama hikmeten zaruri hadiseler zinciri içerisinde de olsa Mısır’da, daha yüksek bir medeniyetin, şehir hayatının, politikanın, iktisadın kurallarının tastamam işlediği bu ülkede Aziz’in evinde görüp öğrendikleri ile yetişmiş ve bir seçkin şehirli olmuştu. Nitekim zindandan hemen sonra Kral’ın veziri olabilecek kadar bölge hakkında incelikli ve derinlikli bilgi sahibiydi. Yine kuraklık sebebi ile de sıkıntı çeken ailesini, kardeşlerini de affederek Mısır’a getirtmişti. İsrail oğulları kelime kökü itibariyle de, o dönemin tarihsel şartları itibariyle de en yüksek medeniyet merkezi olan Mısır’da önemli mevkilere gelmiş, seçkin bir nesil olmuşlardı. Zira Yusuf’a da, kardeşlerine de köken itibariyle de, inanç itibariyle de kısmen yakınlık duyan Hiksos hanedanı dahi Mezopotamya’dan gelerek Mısır’ı ele geçirmiş, Çoban Krallar namı ile bir dönem Mısır Medeniyeti’ne damgasını vurmuştu. Dilleri ve inançları bakımından İsrailoğullarına yakındılar. Hz. İbrahim (as)’in adını duymuşlardı. Nitekim ayetlerde hem Yusuf (as), hem de kardeşleri kendilerini bu namla tanıtır ve hürmet görürler. Kısmen dünyevileşmiş de olsa müfessirlere göre bu yönetim zümresi Mısır’ın yerli halkı Kıpti’ler gibi putperest değildi. Yine Züleyha ve şehrin nüfuzlu kadınları örneğinde gördüğümüz odur ki, özellikle yüksek tabakaya mensup kadınlar erkekleri bastırmak pahasına ülkede söz, fikir ve hatta entrika sahibi idiler. Tarih boyunca ancak çok yüksek medeniyetler kadınlara bu denli toplum içi söz hakkı tanımışlardır. Bunun iyi mi kötü mü olduğu bir bahs-i diğerdir.

İnsan ferd olarak Halifetullah’tır. Ancak insanın tarih sahnesinde ilk defa toplum olarak Halifetullah olmasına İsrail oğulları namzettir. Allah onları yüksek bir medeniyet içinde yoğurur, seçkin incelikli insanlar haline getirir. Nitekim Kur’ân tabiri ile “bağlar bahçeler sahibi” izzetli ve hikmetli bu insanlar, uzun yıllar Mısır’ın bürokrasisi, ticareti, kültürü ve sanatında mühim bir yer tutmuşlardır. Allah onlara çok büyük nimetler vermiştir.

Ancak bu safa Hiksos’ların devrilmesine kadar birkaç yüzyıl sürer. Allah’ın imtihanı önce bollukla, nimetlerle bezeyip sonra daraltmak ve zorlamak şeklinde tecelli eder. Bağ ve bahçelerinden atılır, köleleştirilir, öldürülür, hanımları sağ bırakılarak soyları bozulmaya yeltenir, izzet ve şerefleri ayaklar altına alınır. Nitekim İsrail oğullarının “soy anneden gelir” kaidesi kanaatimce bu döneme dayanmaktadır. Bir milletin erkekleri öldürülüp kadınları sağ bırakılınca, o milletin halen varlık sahnesinde devam edebilmesi ancak kadınlarının gücü ve çocuklarını kimden olurlarsa olsunlar birer Beni İsrail olarak yetiştirme gayreti sonucudur. Yahudi kadınları bunun için yüzyıllardır her türlü darbeye rağmen güçlüdür. Yine bu kadınlardan birinin soyundan Musa ve Harun yetişir. İtikatlarını sahih tutmayı başarmış Yahudi cemaatleri tarih boyunca zirvesini Hz. Meryem’de bulan bir güçlü kadın imajına sahip olmuşlardır.

Allah’ın Hz. Musa’ya muhabbeti çok zahirdir. Kitabullah’ta en çok onun adı geçer, onunla bizzat kelam etmiştir. Kanaatimce onun ismini zikretmekte dahi bir tatlılık, bir lezzet vardır. Onu Firavun sarayında titizlikle yetiştirmiş ve ona dünyevi ilimlerin tümünü orada öğretmiş, onu bir Yahudi toplumunu inşa edebilecek maddi ve manevi donanıma eriştirmiştir. Sufiler derler ki, “Allah Hz. Musa’ya istihza eden, onu taklid eden bir saray soytarısını, Hz. Musa’nın ‘helak et Ya Rab!’ duasına karşılık, “Sevdiğimi taklid ediyor, niyeti ne olursa olsun seni taklit ettiği için yaşamasına izin verdim” diyerek bağışlar.

Allah Hz. Musa’yı çetin görevlere koşar, zorluklara sabrettirirken de, yanından rahmetini ve desteğini esirgememiştir. Bu şartlarda olgunlaşan ve pişen Yahudi toplumu ve nebileri Musa ve Harun şehirde dinlerini yaşamaları imkansız hale gelinceye kadar gayret etmiş; bunu başaramayınca yine Allah’tan gelen emirle şehri terk edip çöle çıkmışlardır. Hz. İbrahim’in bir medeniyet merkezinden bir taşraya hicreti torunlarında bu şekilde tezahür etmiştir. Yine Yusuf (as)’ın vezir olana kadar süren 22 yıllık çilesi ve sabrı bir Musa yetişmesi içindir. Hiç insan sabrının neticesi Musa (as) olursa imtihandan eza duyar mı? Yalnız Allah’ın Hakîm ismi ince ince ve yavaş yavaş işler. Rabbimiz Kitap’ta bize buyurur “O halde benden acele istemeyin!”

İnsanlar sadece bireysel olarak değil, toplumsal olarak da yeryüzünde Allah’ın halifesidirler. Bu noktada bir Müslüman toplum inşası için ilk ümmete Furkan ve Hikmet verilmiştir. Allah onların en küçük bir yaşam detayına kadar terbiye olmalarını murad etmiş, onları ruhen de bir küfür medeniyetini taklidden azade hür insanlar olarak inşa etmiştir. Bunun neticesi Kudus’ün fethidir. Nitekim ilk nesil savaşmaktan korkarak manen şunu söylemiştir. “Bizler köleyiz; efendilerimiz ne yaparsa onları taklid ederiz, üzerimizde cebr kullanana boyun eğeriz; ne küçük cihad olan savaşa, ne büyük cihad olan farklı bir kültürle temas halinde yaşayarak ayakta kalmaya, inancımızı muhafaza etmeye, dinimizi yaşamaya devam etmeye, hatta başka halklara öğretmenler olmaya takatimiz yoktur.” Nitekim bu onların kırk yılı çölde geçirmelerine sebep olmuştur.

Çöl hayatı veya bedevi hayat Allah’ın insanda murad ettiği yeteneklerin inkişafı için yeterli değildir. Onlar bundan gaflet etmişler, kurtarılışlarını yalnız kendileri için sanmışlar, kendi varlıklarından daha yüksek bir gayeye kilitlenememişlerdir. Oysa Üstadımızın buyurduğu gibi “İnsanın kendi varlığına bakan bir gayesi varsa Halık’ına bakan bindir.” Üzerimize düşen vazifelerin, isabet eden musibet ve sıkıntıların bizden çok daha yüksek bir ideale hizmet için verildiğini bilmek, bir külli projenin parçası olmak hem hakikattir, hem de insan ruhunu teskin eden bir inanış biçimidir, bu yüzden böyle düşünmek elzemdir.

Müslümanlar şehirli olmalıdırlar. Bedeviyet nakıstır, köylü olmak yaradılışta bir nakz olmasa da insanın kabiliyetlerinin inkişafında yetersiz bir aşamaya tekabül eder. Bu yüzden İslam Medeniyeti bir şehir medeniyetidir. Bu yüzden her şehri Medine-i Münevvere yapmak icab etmektedir. Ancak edepli, ahlaklı, incelikli, alim ve arif, muhabbetli ve şefkatli, Nun sırrını kavramış, ben değil biz şuuru ile hareket eden, kadını ile erkeği ile birbirinin velisi olabilen, biri düşse biz düştük diyebilen, yalnız kendi için değil tüm ümmet için dua edebilen, ben diye yapılan duaların kabule yakın olmadığını idrak edebilen insanlar, insaniyet-i kübra olan İslamiyet’i temsil edebilirler.

Bir şahs-ı manevi çıkarmak, sadece küfürle çarpışmak için değil, Rabbimizin bizi beğenmesi ve halifeliğimizi bihakkın yapabilmemiz, üzerimizi sağnak sağnak yollanan Esma tecellilerini bihakkın gösterebilmemiz için de şarttır. Bu bir adamın tek başına namaza devam etmesi ile camiye devam etmesi kadar mühim bir farktır. İnsan elbette tek başına da Rabbine kulluk edebilir, ancak bu zaruretin gerektirdiği durumlar dışında medeni değil vahşi bir duruma tekabül eder. Mü’minin cemaat-i İslamiye’nin bir parçası olarak dinini yaşaması daha ekmel bir yaşama tarzıdır.

Bizim Beni İsrail’den alacağımız çok ders vardır. Onlar da varlıkları ve tarih sahnesinde yaptıkları itibariyle Ümmet-i Muhammed’e yol vermişlerdir. Zira onlar bizim selefimiz olan bir ümmettir, başarılarında da başarısızlıklarında da bize nice dersler vardır. Bunun için Mübarek Kitap bize onları anlatır da anlatır.

  12.11.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut