Çalışmak mı, yaşamak mı?
Modern zamanlarda ‘çalışmak’ (I)

Zeyneb Hafsa

‘Niceliğin egemen’ olduğu modern zamanlarda ‘çalışmak’ anlamından ve hedefinden koparılıp basit bir ücret kazanma aracı haline gelmiş, hayatın bir parçası olmaktan çıkmıştır. Çalışma zamanı ve yaşama zamanı ayrımı ortaya çıkmış, tüketim ise çalışmanın amacı haline gelmiştir. Nihayetinde insan, kendi hayatının tanrısı rolüne soyunmuştur adeta.


BU ARALAR özellikle kendi kuşağımdan hanımların ‘çalışma’ya dair görüşlerine, sorularına, dertlerine ve ümitlerine sıkça şahitlik ettiğimden, daha evvel kaleme aldığım ‘Çalışmak’ başlıklı yazıyı genişletmeye karar verdim. Bu yazıda, konuya dair oldukça açıklayıcı bir kitap (Türkçe’ye İktisadi Aklın Eleştirisi başlığıyla çevrildi) kaleme aldığını düşündüğüm André Gorz’un tespitlerine ve buna dair değerlendirmelerime yer vermek istiyorum.

Gorz çalışmanın, modernliğin bir icadı olduğunu dile getirir. Bu, modernite öncesi zamanlarda çalışmanın olmadığı anlamına gelmez elbette. Fakat modernite ile çalışmanın niteliği ve tanımı büyük bir değişime uğramıştır. Çünkü 18. yüzyıla yani modernitenin sanayileşme ile en belirgin adımlarını atışına kadar çalışma terimi, günlük ihtiyaçların karşılanması için yapılan işi tarif etmektedir. Gorz, modernite ile dönüşüme uğrayan çalışmanın temel karakteristiğinin ise ‘başkaları tarafından tanımlanan, talep edilen ve ücretlendirilen bir kamusal faaliyet’ haline gelişi olduğunu ifade eder. Önceki zamanlarda özel alanla ilişkilendirilen çalışmanın kamusal alana kayışı dikkat çekicidir. Bu kayış sayesindedir ki kişi, ücreti ödenen çalışması ile kamusal alana dâhil olur, toplumsal bir kimlik ve hatta varlık edinir. Bu tür bir çalışma, antropolojik (kendi için) veya geçim amaçlı olan çalışmadan farklıdır. Çünkü modern çalışma anlayışı ile üretken faaliyet, anlamından, sâiklerinden ve hedefinden koparılıp basit bir ücret kazanma aracı haline gelmiştir. Böylece çalışma, hayatın bir parçası olmaktan çıkmış; çalışma zamanı ve yaşama zamanı diye bir ayrım meydana gelmiştir.

‘Niceliğin egemenliği’

Peki, çalışma hususunda bu denli keskin bir anlam ve nitelik dönüşümü nasıl mümkün olabilmiştir? Gorz’a göre bu, iktisadi rasyonalitenin bütün diğer rasyonalite ilkelerinden (ahlaki ve dini olanlar da dâhil) kurtulduğu ve onları boyunduruk altına aldığı andan itibaren mümkün olabilmiştir. ‘Bu, ilkinin gücünü mü yoksa diğerlerinin güçsüzlüğünü mü göstermektedir?’ sorusu, üzerinde durulması gereken başka bir sorudur. Fakat her şeyden önce ben bu tespitin, çalışmanın dönüşümünün farklı yerlerde farklı zaman ve şekillerde ortaya çıkışı hakkında açıklayıcı olabileceğini düşünüyorum. İktisadi rasyonalite ya da rasyonelleştirmeden kasıt, en yalın anlatımla, sayma ve hesaplamanın öne çıkarılmasıdır. Bu iki unsur, gerek çalışmanın ve gerekse yaşamın en ince ayrıntısına kadar örgütlenip düzenlenmesine imkân tanır. İnsan, kendi hayatının tanrısı rolüne soyunur adeta. Sayma ve hesaplama, niceliksel ölçüye de vurgu yapar aynı zamanda. Gorz, niceliksel ölçünün temel özelliğinin, ‘sınırlayıcı hiçbir ilke kabul etmemesi’ olduğunu dile getirir. Bu hem ‘yeterli’ olan bir alt sınır hem de ‘fazla’ denilebilecek bir üst sınır olmaması anlamındadır.

İktisadi rasyonalite, sanayileşme öncesinde ortaya çıkan çeşitli unsurlarla da (akılcılık, bireycilik, sekülerizm vd.) desteklenmiş olsa gerektir. Fakat ‘onun üstün gelebilmesi için iki temel koşul gerekmektedir’ der Gorz: 1. Çalışmanın amacı insanın kendi tüketimi değil, ticari değişim olmalıdır. Zira kendi için çalışmanın hiçbir değişim değeri yoktur ve olamaz; sadece kullanım değeri vardır ve bu değere de gerçekleştiği yer olan özel alanda sahiptir. 2. Üretimin iktisadi akılsallık tarafından yönetilmesi için sadece ticari değişime yönelik olması yetmez, aynı zamanda aralarında bağ olmayan üreticilerin, hiçbir bağlarının olmadığı alıcılar karşısında rekabet içinde oldukları serbest bir pazar üzerinde değişime yönelik olması da gerekir.

‘Herkes ne kadar fazla çalışırsa, kendini o kadar iyi hisseder’

İktisaki rasyonalite ve onun ifade biçimi olan kapitalizmin baskınlığı ile çalışma yeni bir anlam kazanmıştır. Yeni anlamıyla çalışmayı kabul ettirip yaygınlaştırmak için bir çalışma ideolojisi seferber edilir ki bu ideolojinin temel kabullerini şöyle sıralar Gorz: 1. Herkes ne kadar fazla çalışırsa, kendini o kadar iyi hisseder. 2. Az çalışanlar veya hiç çalışmayanlar topluma zararlıdır ve bu toplumun bir üyesi olmayı hak etmezler. 3. İyi çalışan, toplumsal olarak başarılı olur; başarısız kişi ise hatayı kendinde aramalıdır. Gorz, bu temel kabullerin içimize derinlemesine işlediğini de ilave eder. Elbette bunu içlere işletecek kanallar ve araçlar da mevcuttur. Bunlar ayrıca incelenmelidir.

Zorlama ve propaganda aşamasının ardından modern anlamdaki çalışma bir süre sonra teşvik edicilik ile yerli yerine oturtulmaya başlanmıştır. Bu, sistemin devamlılığını kolaylaştırıcı bir unsur da olsa gerektir. Teşvik kapsamında yapılması gereken, ‘bireyleri, kendilerine sunulan tüketim maddelerinin, bunları elde etmek için razı oldukları fedakârlıkları geniş ölçüde telafi ettiğine ve sürüden ayrılmalarını sağlayarak bireysel bir mutluluk yuvası oluşturduğuna ikna etmek’tir. Böylesi bir ikna kabiliyetine sahip bir unsur aklınıza geliyor mu?

Ve tüketim çalışmanın amacı haline gelir

Evet, reklamlar tam da bu iş içindir. İlginçtir ki kişiler artık ticari mal ve hizmeti yalnızca işlevsel çalışmayı gerçekleştirmek için feda edileni telafi etsin diye istemez; reklamı yapılan ticari mal ve hizmetleri karşılayabilmek için de çalışır. Velhasıl, modern çalışmanın telafi aracı olan tüketim, çalışmanın amacı haline gelmeye başlar. Böylece, çalışma ile kazanılan ücret, temel hedef haline getirilir.

Buraya kadar özetlenmeye çalışılan süreç aynı zamanda ‘kural koyucu düzenleyici’ olarak devlet merciinin ve ona bağlı kurumların (hastane, okul vb.) gelişmesine paralel olarak okunabilir. İlaveten, zaman ve mekân algısındaki değişiklikler bağlamında da okunabilir. Zira Gorz’un da dile getirdiği üzere, iktisadi rasyonalite ile birlikte çalışma ve yaşamlar, doğal ritimlere duyarsız, düz, homojen bir zaman hesabına göre örgütlenir ve düzenlenir hale gelmiştir.

Bir sonraki yazıda, çalışma olgusunu köklü bir değişime uğratan bu sürecin özellikle aileye ve kadına bakan yönünü irdelemeye çalışacağız, inşallah. Bu yazıyı, yazının ruhuna uyumlu bir film tavsiyesiyle nihayetlendirmek isterim: Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar filmi...

  08.10.2014

© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut