Arşiv

 Hangisi Mucize?

‘MUCİZE’ KELİMESİYLE ilk tanışmam, tıp fakültesinde okuduğum yılarda olmuştu. Ders aralarında ve de fırsat buldukça ilk gittiğimiz yer, daima fakülte kantini olurdu. Ne de olsa, bize en fazla ev sahipliğini orası üstleniyordu. Her zamanki gibi, yine çay içerek sohbet ettiğimiz bir gün, konu konuyu açtı ve bir arkadaşımız, “Dün doğumhanede anensefal (beyni olmayan) canlı bir çocuk doğmuş” dedi. “Hocalar bu doğumun mucize olduğunu söylüyorlar. Haydi, gidip biz de görelim şu çocuğu.”

Arkadaşım böyle dediğinde, bana verilmekte olan determinist tıp bilgilerinin zihnimde bir anda altüst olduğunu fark etmiştim. Çünkü beyin, vücut için gerçekten bir ‘beyin’di. Onsuz yaşam nasıl mümkün olabilirdi ki? Ama görünüşe göre, olmuştu işte.

Çocuğu görme fikrine hemen icabet etmiştik. Merak ve hayret duygularımızın giderek yoğunlaşması, bizi kadın-doğum servisine doğru yöneltiverdi. Yol boyunca, anensefal bir çocuğun nasıl olup da canlı doğabildiğinden, bunun gerçekten bir mucize olduğundan konuşup durduk.

Servise geldiğimizde, gazetecilerin de, olayı görüntülemek ve hocalarımızdan bilgi almak amacıyla orada olduklarını fark edince, merakımız iyiden iyiye artmaya başladı.

Yapılan röportajlarda, böyle bir doğumun tıbben çok nadir görüldüğü, beyni olmayan bir insanın yaşayabilmesinin tabir caizse mucize olduğu vs. söylenip duruyordu.

Çocuğu bir küvezin içine koymuşlardı. Gerçekten beyin dokusu gelişmemişti, ama vücut fonksiyonları vardı. En azından, canlıydı!

Yaşasa bile, göremeyecek, konuşamayacak, yürüyemeyecek, duyamayacak, kısacası hiçbir temel ihtiyacını karşılayamayacak oluduğunu öğrendiğimizde, çocuğun bu durumuna çok üzüldük.

Onu gördükten sonra, kantine geri döndük. Birbirimizi soru bombardımanına tutmaya çoktan başlamıştık bile:

“Beyinsiz biri hayatını nasıl sürdürür?” demişti bir arkadaşımız.

Bir başkası “Bu çocukta beyin fonksiyonları vücudunu kontrol edemediğine göre, onun canlılığını devam ettiren nedir?” diyerek, soruya soruyla karşılık vermişti.

Arada, “Asıl ‘beyinli beyinsizler’ nasıl yaşamayı beceriyor, esas onlara hayret etmeli” gibi ‘toplumsal içerikli’ sorularla, sohbet sürüp gitmişti.

Sonra, kantinden sorularımızla birlikte dağıldık. Eve geldiğimde, gün boyu bizi meşgul eden şu mucizevî doğumu hâlâ düşünüp duruyordum.

Sahi, beyinsiz bir çocuğun doğumu mucize ise, beyinli, yani tam ve sağlıklı bir bebeğin dünyaya gelmesi ‘daha büyük bir mucize’ değil miydi?

Mantığım, mucize olarak nitelenen anensefal bir doğuma nazaran, beyinli bir çocuğun doğmasının çok daha güç ve daha mükemmel olması gerektiğini söylüyordu. Olasılık ve ihtimal ilkelerine göre, mükemmellik arttıkça, üst fonksiyonlar eklendikçe, olay daha nadide, daha değerli ve daha mucizevî nitelikler kazanıyordu. Durum buyken, ‘normal doğum’ dediğimiz bir çocuğun sağlıklı doğması, neden ‘anensefal’ doğan sakat bir çocuğa göre daha az ilgi çekiyordu? Her gün yüzlerce çocuk sağlıklı ve mükemmel fonksiyonlarıyla beraber doğarken, neden eksik ve sağlıksız bir doğum mucize olarak değerlendiriliyordu?

O gün, ‘mucize’ denilen kavramı tekrar gözden geçirme ve ‘gerçek mucize’nin ne olduğunu öğrenme ihtiyacı hissetmiştim. Çünkü, olağan ve normal olarak nitelenen bazı olayların hiç de ‘olağan’ olmadığını, mucize denen bazı olayların ise yanıltıcı ve aldatıcı olabildiğini görmüştüm. Olaylara bakış açısının, doğru değerlendirmeler için ne derece önemli olduğunu o gün kavramaya başlamıştım.

Yalancı cennet vaad eden bir sistemin içinde, bize sunulan birçok olayın yutturmacadan ibaret olduğunu neden sonra anlayabilmiştim. Nefsimi kışkırtan ve cehaletimden faydalanan insanların beni gerçek mucizelerden nasıl bıraktıklarını nihayet anlamaya başlamıştım.

Artık, Allah’ın varlığına onca delil ve alâmet varken, yine de O’ndan habersiz bir ömür geçirerek gerçek mucizelere kayıtsız kalabilmenin ‘mucize’ olduğunu düşünüyordum.

Aradan geçen yıllar boyunca, abesiyet veya ‘olağanlık’ damgasını yemiş nice ‘gerçek mucize’nin hâlâ tam mânâsıyla nazarıma takılamadığımı görüyor da, hayıflanıyorum.

Çevremizde devamlı şahit olduğumuz hangi olay mucize değil ki? Güneşin her gün doğuşu, hayat sahibi canlıların varlığı, her an mükemmel bir dizayn ile yaratılıp duran sayısız mahlukat, zihnimizle bile çözemediğimiz evren, sonlu bir vücuttan fışkıran sonsuzluk özlemi, yerlere ve göklere sığmayıp mü’min bir kulun kalbine sığan iman nuru.. hangisi mucize değil?

‘Olağanlık’ öyle ilginç bir yanıltmaca ki, “Birşeyden etrafımızda birçok nümune bulundu mu, o değersizdir” dedirtiyor. “Birşey her gün, her an tekrar edilebiliyorsa, o kolaydır ve önemsizdir. Çünkü olağandır” hükmünü verdiriyor.

Kâinattaki ‘âdetullah’ dediğimiz kanunlarda müthiş bir teshir, tedbir, tedvir, tanzim, tanzif, tavzif varken, bunlardan habersiz yaşamak, onlara kayıtsız kalmak, bizi mucizeleri olağanlık çöplüğüne atmaya zorluyor. Böyle bir hayat görüşüyle de, tüm varlığımız tam bir perişanlık içinde abesiyet damgasını yemiş oluyor.

Oysa, mucizelerin tam ortasında bulunuyoruz. Meselâ, her an mucizevî bir şekilde yaratılıp durmaktayız.

Gerçek mucizelerin neler olduğunu kavramak ve mucizeleri İcad Edeni tanımak için ise, Amerika’nın yeniden keşfedilmesine hacet bulunmuyor.

Neden ve niçin yaratıldığımızı, akıbetimizin ne olacağını, nereye doğru sevk edildiğimizi araştırırken, o sorularımıza aradığımız cevapların yanıbaşında mucizeleri her daim bulacağımızı Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan ve tebliğcisi Resul-i Ekrem (a.s.m.) bizlere mucizevî bir şekilde devamlı haber verip dururken gaybın derinliklerinden gelen bu semavî sese kulak tıkarsak, bizi artık hangi mucize iflah edebilir?

Güneşin batıdan doğması mı?



O gün, ‘mucize’ denilen kavramı tekrar gözden geçirme ve ‘gerçek mucize’nin ne olduğunu öğrenme ihtiyacı hissetmiştim.

‘Olağanlık’ öyle ilginç bir yanıltmaca ki, “Birşeyden etrafımızda birçok nümune bulundu mu, o değersizdir” dedirtiyor. “Birşey her gün, her an tekrar edilebiliyorsa, o kolaydır ve önemsizdir. Çünkü olağandır” hükmünü verdiriyor.

  04.04.2002

© 2021 karakalem.net, Aykut Tanrıkulu




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut