Arşiv

 Yorulan Tembeller

AKŞAM. MESAİ sona ermiş. Balık istifi otobüste, biri kalksa da otursam diye sağa sola bakınıyorsunuz. Otobüs sarsıldığında, yorgunluktan titreyen bacaklarınız, bedeninizi taşıyamayacak gibi oluyor. Eve en yakın durakta inip, zorlukla eve doğru adım atarken, eski bir dostunuzla karşılaşıyor; so gücünüzü ve dağılan kafanızı toplayıp üç-beş kelam ediyor ve günlük koşturmalardan bahis açıyorsunuz.

Arkadaşınız, ciddi ciddi suratınıza bakıyor, yorgunluk gözlerinizden akıyor olduğu halde, “Demek tembellik yapıyorsun” diyor.

Bu durumda ne yaparsınız?

Sanırım, hemen herkes, bu durumda benzer tepkiler verir. Yüzü kızarır, sinirden yüzünün şekli değişir, kaşları ters ‘v‘ biçimine dönüşür, burun delikleri derin solup alıp verişler nedeniyle genişler; çatlak, gür ve asabi bir sesle, en iyimser beklentiyle, “Şaka yapıyorsun herhalde” diyerek sözü uzatmadan geçip gidersiniz. Yatışmanız ise, epey bir vakit alır. Bu arada, gerginliğinizin acısını başka insanlar ve hatta başka nesneler çeker.

Fakat, bu sözü söyleyen, biçip tartarak konuşan, şakasını da bir hakikatin ifadesi bâbında yapan, hayatını imanî bir duyarlılık içinde yaşayan, iyiniyetine de kesinlikle itimad ettiğiniz biri olsa, galiba benim yaşadığım sorgulamayı yaşarsınız. Önce ‘tembellik’in sözlük anlamından başlarsınız düşünmeye. Klasik anlamıyla, tembellik, vazifesini ağır-aksak yapmak, önemsemeden yapmak veya hiç yapmamaktır. Tek kelimeyle, tembellik, vazifesizlik ya da vazife kaçkınlığıdır.

Bu düşünmenin beraberinde, zihninize yeni bir boyut gelir: Peki ya vazife nedir? Yaratılmış olduğunun farkında olan biri için, vazife, kısaca yaratılış amacına uygun yaşamaktır. Hayatının her anında, yaratan, terbiye eden, öğreten, nimetlendiren, bunlar gibi daha birçok fiilin ardındaki Fail olan Rabbini bilmek ve tanımaktır.

Gerçi bizler bir sürü iş yapıyor, çok çalışıyor ve yoruluyoruz. Ama bunlar, işte bu vazife anlayışıyla yapılmadığından, ‘iş’ olarak kalıyor sadece. Çalışıyoruz, işler yapıyoruz; fakat bu işlerle vazifemizi yapmıyoruz!

Meselâ, hesaplar yapmak, düşünmek, planlamak için bize verilen beyni kullanıyor; beyni vereni hatırlamıyoruz. Bütün gün çalışan kol kaslarımızla övünüyor; ama bize o gücü veren gerçek kudret Sahibini tanımıyoruz. Yazılar yazıyor, konferanslar veriyor, yılların bilgi birikimini sunuyor; ama bilgileri zihinlerimizde tutanı unutuyoruz. Birkaç aylık bebeğimizi emzirirken, ‘ben’in altını çizerek, “Benim evladım” diye seviyor; onu yaratan ve rızkını göndereni farketmiyoruz. Bütün gün evde temizlik yapıyor, ne kadar temiz ve titiz olduğumuzdan dem vuruyor; ama bütün kâinatı tertemiz yaratan ve bize de temizliği sevdiren Kuddûsü hiç hesaba katmıyoruz.

Kısacası, bir sürü iş yapıyor, yoruluyor, yoruluyor, ama vazifemizi yerine getirmiyoruz. Sonuçta, yorulmamız, bizi ‘vazife tembeli’ olmaktan kurtarmıyor.

Gerçek çalışkanlıktan söz etmek için ise, yirmidört saat ‘vazife’ başında olmak gerekiyor.



Bizler gerçi bir sürü iş yapıyor, çok çalışıyor ve yoruluyoruz. Ama bunlar, imanî bir vazife anlayışıyla yapılmadığından, ‘iş’ olarak kalıyor sadece. Çalışıyor, işler yapıyoruz; fakat bu işlerle yaratılış vazifemizi yapmıyoruz!

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net, Sevde Sevan Uşak




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut