Arşiv

LİVANELİ “BAŞARI”YI SORGULUYOR

Yan sayfada okudunuz, arkadaşımız, “Nedir bu başarı diye tutturduğumuz şey?” sorusunu soruyor. Aynı soruyu başkaları da sormuş. Ve onlarlardan biri, tutmuş, konu üzerine “Regarding Henry” adında güzel bir film yapmış. Müzisyen Zülfü Livaneli de, o filme gitmiş ve Sabah’taki köşesine güzel bir yazı döşenmiş: “Daha çok ün, daha çok para, başka insanlar üzerinde daha çok otorite, daha çok şu, daha çok bu. Peki bütün bunlar neye yarıyor?” Hızını alamamış, eklemiş: “İnsanın derinliği mi artıyor, duyguları ve dünyayla uyumu mu gelişiyor? Hiçbiri olmuyor bunların!”

Ya ne oluyor? Livaneli’nin gözüyle, “Soyut bir şan-şeref-para-iktidar dünyasının parıltısı yüzünden hastalanıyor insanlar. Dilleri dişleri kilitleniyor. Birbirlerinden nefret ediyorlar. Kışkançlık krizleri geçiriyorlar.” Yani, “Başarı” diye yaşanan hayat, Zülfü Amcanın gözüyle, şunu sunuyor insanlara: “Gençlikten sonra ve yaşlılıktan önceki kısacık süreyi bir cehennem içinde geçiriyorlar.”

Livaneli, devamla sözü “Bu tarakta bezim yok” demeye getiriyor. Çünkü, ekleyivermiş:

“Hiçbir ‘başarı’ küçük bir kız çocuğunun gülüşündeki mutluluğu yaratamaz. Hiçbir ‘ün,’ baharın ilk günlerinde omuzunuzu ısıtan güneş kadar değerli değildir.”

ASIL “FİLM”E OYUNCU ARANIYOR

Komedyen olmak, insanları kahkahaya boğmak, en asık suratlısını bile gülmekten kırıp geçirmek nasıl bir duygu, hiç merak ettiniz mi? Doğrusu ben hep ediyorum; ama onlara biraz da acıyorum. Hayatı ciddiye alamıyorlar, diye.

Hayalet Avcıları gibi birçok ünlü filmde oynayan komedyen Bill Murray de acıdıklarımdandı. “Dı” diyorum. Çünkü “Güldürmek hoşuma gidiyor. Bir sinema salonunda durup, insanların senin yaptığın birşeye gülmesini izlemek gibisi yok.” demiş. Ama birden ciddileşivermiş: “Fakat biliyorsunuz, insanı yine de tek gömüyorlar.”

O halde?

Gerisini Bill Murray şöyle getiriyor:

“Ve orada, kendi başına son saatlerini geçirirken, ‘asıl film’e bakmak gerekiyor. Hayatın gülmekten ibaret olmayan büyük bir bölümü var, birşeyler çıkarman gereken bölüm de bu.”

Bu “asıl film”i ciddi ciddi oynamaya var mısınız arkadaşlar?

B.B. ölümü seviyor!

“B.B.” Brigitte Bardot bir zamanların ünlü aktrisi. Ne ki, insanlardan “büyük bir hayal kırıklığına uğramış,” ve artık hayvanlarla haşir-neşir oluyor. .... Paris-Match kendisine yakınlarda sormuş: “Son bir soru. Ölümden korkuyor musunuz?”

“Evet. Her gün ölümü düşünüyorum” demiş Bardot. Ama eklemiş: “her gün ölümü düşünmek, sağlıklı birşey bence.” Niye? “Böylece saatleri daha iyi ayarlayabiliyor, kalan zamanınızı daha iyi ve yararlı değerlendirebiliyorsunuz.” Ya ölümü düşünmeyenler? “Kendilerini ebedî sanıyorlar, ve hayatlarını aptallıkla geçiriyorlar.”

Bardot, bir şey daha ekliyor: “Ayrıca, ölümü düşündüğüm için verici ve bağışlayıcı olabiliyorum.”

Ne dersiniz; insan bir film “yıldız”ı da olsa, istese, gerçeği görebilirmiş, değil mi?

GORBAÇOV ORMANDA GEZİNİNCE

“Rusya’nın kırlarını, bozkırlarını, günbatımında ormanları düşünün. Etrafta kimsecikler yok. Sessizliğin ortasında kuş cıvıltıları. Doğa içinizde eriyor sanki. Bundan daha hoş bir duygu tasavvur edemiyorum.”

Bu sözlerin sahibi Tolstoy ya da Dosto değil.

Mihail Gorbaçov. 1 Mart tarihli ‘Hürriyet’e verdiği mülâkatta, gazeteci Basile Gregoriev’e böyle demiş. Sonra ormandaki bu güzelliklerin kendisine ne düşündürdüğünü anlatmış:

“Hepimiz Allah’ın yaratıklarıyız. Sıkça şunları düşünüyorum: Bizi kim yarattı? Hangi amaçla? Niçin dünyaya geliyoruz?”

“Kader dediğimiz nedir ki?” diye de sormuş Gobaçov. “Kader Allah’ın elindedir. Genel anlamda kaderden konuşuyorsak, bu tamamıyla Allah’a bağlı birşey.”

Bir ilave: Gorbaçov, ölümsüzlüğü özlüyor-muş. “İnsan,” demiş, “diğerlerinin hafızalarında, vicdanlarında bir iz bırakıyor. Hafızalarda kalmak istiyoruz. Bu bence hırs değil, belki de ölümsüzlük isteği.”

“Başkası için bile hayal edemeyeceğim bir hayat yaşadım. Bir masaldı. Bu masalı hâlâ yaşıyorum; lütfen uyandırmayın.”

—Ünlü basketçi Magic Johnson, AIDS olunca böyle demiş. “Züğürt tesellisi” olmasın…

24 ayar Barış Manço

Barış Amca’yı bilirsiniz. Boş adam değildir. Ara sıra, Türkiye’de yetişmeyen bazı meyveleri sevimsiz görme gibi had safhada milliyetçi halleri olur ya, çoğu kez hoş konuşur. Bir gazetede üç gün süren bir yazı dizisinde de hoş konuşmuş. Söz reklamlardan açılınca, 5 milyar teklif edildiği halde, niye reklamlarda çıkmadığını bir güzel açıklamış:

“Ben inandığım şeyleri söylüyorum da ondan... Ben tutup da ‘Şu deterjan daha iyi yıkar’ diyemem. Zaten, hangisi hangisinden daha iyidir, bilmem de.” Barış Amca, 500 milyar verseler de reklamlara çıkmayacakmış. “Çünkü bunun bir fiyatı yok. Reklama çıktığım andan itibaren, benden birşeyler gidecekmiş gibi geliyor.”

Unutmadan söyleyelim. Barış Amca’nın hiçbir şarkısı sansüre yakalanmamış. Sihrin yazı dizisinde şöyle açıklıyor: “Çünkü, otosansürü kendim yapıyorum. Kendimize, ‘Hitap ettiğimiz kitle kim?’ ‘Ne anlatıyorsunuz?’ gibi sorular sormamız gerekiyor.” Dahası var: “Ben, değerlerin korunmasından yanayım. Değerler korunduğu takdirde, dünkü günün ne olduğunu bugün bilip, yarını daha da ileriye götürmeye gücümüz yetebilir.”

Barış Amca bunu çok sık yapıyor. Sık sık “24 ayar” konuşuyor...

“Bize bir hayat verdiniz. Ama uğrunda yaşanacak birşey vermediniz.”

—Avrupa’dan bir duvar yazısı

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut