‘Hakiki’ Ziyaeddin’i sevmek - II

Oktay Gökkoca

Şu imtihan dünyasında istikamet çizgisinde yürüyebilmek için kendimize örnek aldığımız insanlar ister mürşid, ister rehber, isterse yol arkadaşı olsun, onlara olan övgümüzü, muhabbetimizi ve bağlılığımızı, makama değil, hizmete ve samimiyete, hayale değil hakikate bina etmeliyiz. Muhabbet edenin de edilenin de kaybetmediği dengeli bir hakikate.


BİR ÖNCEKİ yazının devamı niteliğinde olan ancak müstakil olarak ele alacağım bu yazının konusunu, Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın aşırı övgüyü zemmettiği bir hadisi ile Bediüzzaman’ın Şualar kitabında yine Hazret-i Ziyaeddin ile ilgili muhavereyi başka bir yönden ele aldığı mektubu teşkil ediyor.

Söz konusu hadiste, bir adamın bir kişiyi övdüğünü ve onu övmede aşırı gittiğini işiten Hz. Peygamber (a.s.m), bunun üzerine şöyle buyuruyor ;

"Andolsun ki siz o adamı helak ettiniz(Yahut bu adamın belini kırdınız!).” Müslim, Buhârî.

Münacâtta “Kur'ân-ı Hakîmin dersiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tâlimiyle anladım” diyerek ortaya koyduğu imanî cehdin kaynağını berrak bir şekilde işaretleyen Bediüzzaman’ın, yine O Üstad’ının (a.s.m) talimiyle aldığı bir dersi bize intikal ettirdiği mektubu ise, ilgili hadisin bir nevi tefsiri niteliğinde.

Kastamonu Lahikasındaki yine Hz. Ziyaeddin ismi etrafında şekillenen mektuptan sonra yazılan bu mektup, öncekinin mütemmim cüz’ü olarak iki hususu öne çıkarıyor.

Öncelikle birinci mektup, Risale-i Nur talebelerinin Bediüzzaman’ın kendisine karşı hüsn-ü zan ve muhabbetlerindeki ifratkâr tutumlarını tadil etmeye yönelik olarak yazılmışken ikinci mektup, Bediüzzaman’ın talebelerine karşı olan muhabbetini aynı nokta-i nazardan ele alarak onlara olan alâkasını hangi esaslar üzerine bina ettiğini gösteriyor. Dolayısıyla bu durum, ilk mektupta Bediüzzaman’ın talebelerinin nazarına verdiği bir hususu, sadece başkalarına verilmesi gereken bir ders olarak görmeyip, aynı dersi kendi nefsinde de tatbik ettiğinin göstergesi. Ne de olsa yine onun sözleriyle nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Bu husus, yazının ana konusu dışında olsa da burada zikretmeden geçemedim. Mektubun ilgili cümleleri şöyle:

“Sonra sizi düşündüm. Kalben dedim: Eğer perde-i gayb açılsa, bu sebatsız zamanda böyle sebat gösteren ve bu yakıcı, ateşli hallerden sarsılmayan bu samimî dindarlar ve ciddî Müslümanlar eğer herbiri bir velî, hattâ bir kutup görünse, benim nazarımda şimdi verdiğim ehemmiyeti ve alâkayı pek az ziyadeleştirecek; ve eğer birer âmî ve âdi görünse, şimdi verdiğim kıymeti hiç noksan etmeyecek diye karar verdim. Çünkü böyle pek ağır şerait altında İmân kurtarmak hizmeti, herşeyin fevkindedir.”

İkinci husus ise gelmek istediğim sadedi teşkil ediyor. Başta zikrettiğim hadiste Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın aşırı övgü karşısındaki tutumunu belirlerken yaptığı benzetme, elbette her sözünde bir hikmet ve rahmet olan bir dilden dökülmüş olması hasebiyle üzerinde hassasiyetle durulmayı hak ediyor. Nasıl bir benzetme yapıyor Hatem-ül enbiya? “Adamın belini kırdınız.”

Nasıl ki kişinin üzerine tâkatinin yetmeyeceği maddi bir yükün yüklenmesiyle vücutta ilk tepkiyi gösteren insanın beli ise ve o yükün haddinden fazla ağırlaşmasının neticesi belin kırılması ve kişinin hayatiyetinin tehlikeye düşmesi oluyorsa, aynen bunun gibi aşırı veya olmayan meziyetlerle övdüğümüz insanlara yaptığımız şey de onların manevi belini kırmak oluyor.

Abartılmış veya olmayan meziyetlerle övdüğümüz, muhabbetimizi ve hüsn-ü zannımızı bu ölçüsüz alâka üzerine bina ettiğimiz insanların önüne, kendilerine karşı olan bu muhabbeti muhâfaza etmek ve sevenlerinin gözünden düşmemek adına gerçekte kendilerinde var olmayan bir sûret ve sîret sergilemek zorunda kalabilecekleri tehlikeli bir yol açıyoruz. Bu riya hali ise, kişinin kendisini gerçekten öyle zannetmesine ve bunun neticesinde kibirlenmesine, nefsini muhasebe etmekten ve tevbeye yönelmekten uzaklaşması riskine yol açacağından, neticede sevdiğimize, onun için manevi ölüm anlamına gelen bir kötülük ediyoruz. Onun “belini kırıyoruz”.

Mektubun sonunda bu hakikat, Bediüzzaman’ın kendi orijinal sözleriyle şöyle ifade ediliyor:

“Şahsî makamlar ve hüsn-ü zanların ilâve ettikleri meziyetler, böyle dağdağalı, sarsıntılı hallerde hüsn-ü zanlarını kırmakla muhabbetleri azalır ve meziyet sahibi dahi onların nazarlarında mevkiini muhafaza etmek için tasannua ve tekellüfe ve sıkıntılı vakara mecburiyet hisseder. İşte hadsiz şükür olsun ki, bizler böyle soğuk tekellüflere muhtaç olmuyoruz.”

Velhasıl şu imtihan dünyasında istikamet çizgisinde yürüyebilmek için kendimize örnek aldığımız insanlar ister mürşid, ister rehber, isterse yol arkadaşı olsun, onlara olan övgümüzü, muhabbetimizi ve bağlılığımızı, makama değil, hizmete ve samimiyete, hayale değil hakikate bina etmeliyiz. Muhabbet edenin de edilenin de kaybetmediği dengeli bir hakikate.


oktaygokkoca@hotmail.com

  17.04.2013

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut