SORULAR 2

Mona İslam

İnsana güzel sorular kadar yararlı başka bir şey var mıdır?

İNSAN EKSİK BİR varlık mıdır?

Madem dünya bizim için biçilmiş kaftandır, o halde niçin uyum sağlayamıyoruz?

El Cevap: Çünkü biz eksiğiz.

Öyle mi?

İnsan fıtraten mükerrem varlık. Esma-ül Hüsna ayinesi. Rahman’ın sureti üzere olan. Ahsen-i takvimde yaratılan. Eksik. Nasıl yani? Düşünelim…

Peki dünyada tamamlanmak mümkün müdür? Hayır mı? Katılmıyorum. Delil mi istiyorsunuz? İnsan-ı kamillere bakınız. Onlar nasıl kemal buldular? Birileri yapabiliyorsa, bu yapılabilirliğe delil değil midir? Zor mu? Peki Allah “Biz insanı zorluk ve meşakkat için yarattık” buyurmuyor mu? Sarp yokuştan korkmak niye?

İnsanların ekseriyeti yapamıyor mu? Neden çürük seksen çekirdeğe değil de, neşv-ü nema bulan yirmi çekirdeğe bakmıyorsunuz? Siz hurma deyince süreyya salkımı gibi dizilmiş bir meyveyi mi, yoksa çürümüş çekirdeği mi anlarsınız? Yoksa dalında hiç hurma görmediniz mi? Siz hep hurma çekirdeklerine mi talim ettiniz? “Hurma Adem’in kalan toprağından yaratıldı, bu yüzden hurma insana kardeştir” denilir bilir misiniz? Hurma insana remizdir. Neden insan deyince latifeleri çürümüş olanlara kıyasla düşünüyorsunuz?

Allah insanın potansiyelini ‘ahsen-i takvim’le anlatıyor. “Sonra onu ‘aşağıların aşağısına’ indirdik” diyor. Demek biz önce tamam yaratılmışız, sonra bu kemalden zevale doğru kavisli bir hilal misali inişe geçmişiz. Bizden beklenen de daireyi tamamlayıp tekrar zevalden kemale rücu etmemiz. “Ve ileyhi raciun” hakikatini gerçekleştirmemiz. Perdeden dışarıya dalını ve salkımını uzatmış hurma biziz, görünür alemdeki insanlık, dikkatli bakın ardındaki heybetli ağacı hayalin gözüyle görebilirsiniz.

Biz Ona dönücüleriz? Ne zaman? Ölünce mi? Ahirette mi? Cennette mi? Allah mekandan münezzeh, o zaman neden Ona salt ahirette dönüleceğini düşünüyoruz.Haşa! Allah Tevrat metaforundaki gibi cennette ağaçların arasında mı dolaşıyor? Ya da kafirler cebren ona döndürülünce Ona dönmüş mü oluyorlar? Demek “Biz Ona aidiz, ve Ona dönücüleriz” diyenler başka bir dönme biçiminden söz ediyorlar. Allah bize bu sözü talim ettirirken bizden gönüllü bir dönüş beklediğini bildiriyor. Üstelik bu dönüş mekansal değil, hakikatsel bir dönüş. Yol mekanda değil, hakikatle aramızdaki gaflet perdelerini açmada kat ediliyor. Bu nasıl olur?

İnsan yaratıldığında “Ben kimim, sen kimsin?” sorusuna muhatap oldu. Ve ne zaman ki “Sen benim Rabbimsin, ben de Senin kulunum” dedi, cevabı kabul gördü. Kemal bu cevapta saklı. Dönüş de bu cevabın içinde. Daireyi tamamlayan cümle bu. Ahsen-i takvim bu cümlede mündemiç. İnsan her benlik iddiasından vaz geçtiğinde, beninde tecelli eden isimleri Ona her verdiğinde, elinden çıkan fiili Ona her izafe ettiğinde, övgüleri Ona her döndürdüğünde, kusuru her kendinden bildiğinde, onun Rububiyeti ile eğitimden geçip, Onun ahlakı ile her ahlaklandığında, ama bu ahlakı kendinden değil Efendisinden bilen edepli bir kul gibi her davrandığında Ona dönmüş olur.

İnsan bunu parça parça, an an, hayatın her dönemecinde, her imtihanda yapar. İnsan bu yüzden her an ölür. Benliğini Ona kul kıldığında, Onu kendine Efendi edindiğinde benliği bir kere daha ölür. Ve o ölmeden ölenler zümresine iltihak olunur. Tüm latifeleri için bunu yaptığında, tüm potansiyelini eyleme geçirdiğinde, yetenekleri kuvveden fiile çıktığında, “Hepsi Onundur” dediğinde insan kemale erer.

İnsan artık eksik bir varlık olmaz. Allah’ın halifesi, Onun biricik gözdesi, en sevgili kulu, halili, habibi olur. O artık Efendisine tam bir kul, mahlukata şerefli bir efendi olur. Aslına rücû eder.

İnsanın kemale ermesi için, üzerindeki celali ve cemali isimleri, tümüyle Ona yöneltmesi, sevgi-nefret, neşe-hüzün, şehvet-gazap, hilm-inat, şefkat-öfke, cömertlik-kıskançlık gibi duyguları, Onun hesabına kullanması gerekir. Bu duyguların hiç biri süfli değildir. Sevgi âli, nefret süfli midir? Ne münasebet. Sevginin de süflisi nefretin de âlisi vardır. Bir duygu âli ya da süfli oluşunu kendinden değil, yani mana-i isminden değil, Ondan yani mana-i harfinden alır.Bir duygu nefs-i emmare hesabına ise o süflidir, Onun adına ise âlidir. Bu yüzden Hak için alnındaki damar şişecek kadar öfkelenen Efendimiz’in, nefsi için öfkelendiği vaki değildir.

İnsandaki her duygu bir Esma’ya dayanır. Kıskançlık, Gayretullah’a, öfke Gadabullah’a, nefret Kahrullah’a, inat-sebat Sünnetullah’a ila ahir…

İnsan kainattaki celali cemali tüm tecellilerden razı olmadan, kendindeki celali cemali tüm duyguları mizan içinde Ona yöneltmeden kemal bulamaz. Kemal bulamayan, tamamlanamaz, “Oh be şimdi tamam oldum” diyemez. Mutluluğa, huzura eremez.

Mümkün olmadığından değil, o beceremediğinden.

O halde eksiğiz. Şimdilik…

Zaten her uyumsuzluğumuz, dünyadaki değil, bizdeki eksiklikten kaynaklanıyor. Dünya halden hale değişir, bir ismin tecellisinden, başka bir ismin tecellisine geçerken, biz ona gereken isimle cevap veremediğimizde bir mutsuzluk hali yaşıyoruz. Eksiklik hissediyoruz. Ama insan benliği ‘eksiklik bende’ demekten hoşlanmıyor. ‘Ben bu hayata gereği gibi mukabele edemedim bu yüzden mutsuzum, eksiklik duyuyorum. Duyduğum eksiklik gerçek, ama benim içimde, dışarıda değil’ diyemiyor. Dünyayı suçlamak daha kolay geliyor. ‘Dünya eksik bir yer’ diyor. ‘Yoksa bende bir eksiklik yok.’ Böyle dedikçe de asla tamam olmayacak, çünkü kabahati dışarıya yansıtıyor.

Bu anlayış insanın elinden kemale varma umudunu alıyor.

İnsan ölmeden önce de ölebilir. Yani tamamlanabilir. Teklif malayutak yoktur. Madem Rasulullah bize “Ölmeden önce ölünüz” diye emretmiş o halde bu yapılabilir. Hiç Efendimiz bize yapamayacağımız bir şeyi emreder mi? O bizi hiç bilmez mi? Ondan iyi insanı tanıyan var mıdır?

Sadaka Rasulullah, demek ölmeden ölmek, tamamlanmak, kemale ermek bu dünyada mümkündür. Dağlar gibi değişen ve dönüşen hadisat altında, hayatın kasırgaları içinde insan o kasırganın göbeğinde yerleşir de, kımıldamadan durabilir. İnsan kemal bulabilir. Huzura, dinginliğe, sükunete erebilir. Mutmain olabilir.

Kemal bir ütopya değildir. Mutluluk da öyle, çünkü o kemale dahildir. “Onlar için korku yoktur mahzun da olmazlar” ayetini sırf ahiret için okursanız, hata edersiniz. Ayette zaman kipi geniş zamandır. Kemale erme, sükûn bulma umudunu insanın elinden alırsanız, onu atalete sevk edersiniz. İslam da, iman da, ihsan da bu dünyada gerçekleşecek ülkülerdir. Onları ahirete öteleyemezsiniz. İhsana ermek bu dünyada mümkün ise, ‘mutlu olunamaz’ diyemezsiniz. İhsana eren “hah tamam oldu” der. Göğsünü gere gere, ferahla, rahatla, şükürle söyler. Ancak insan kemal yolculuğunda başarabileceği umuduyla say eder ve yarı yolda ölürse, Allah onun yolunu tamamlar.

Ahiret ancak say eden için bir umuttur. ‘Nasıl olsa tamamlanamayacağım’ diye kendi işini Azrail’e bırakan için değil. Allah hicret ederken öleni de hicret etmiş sayar.Ama yola çıkmak ve bu dünyada bir Medine’ye ulaşılabileceğine inanmak gerekir. Medine insanın içindedir. Dış sebeplere bağlı değildir. Bu yüzden fena ona dokunmaz, insanın içi, ruhu bakidir.Fena ve zeval sadece bedene dokunur.O da insana değişen ruhuna uygun yeni yeni sayısız bedenler vermek içindir. Zeval sadece bir perdedir. Ardında beka gizlenir. Kemal bulmuş insan artık yüce bir makama yerleşmiştir. Kimse onu oradan kımıldatamaz. Küre-i arz top güllesi olsa patlasa, onun huzurunu bozamaz.

Dünya çöl bile olsa, Hacer gibi say edene zemzemi verir. Kemal, uğruna say etmeye, umut etmeye, arzu etmeye, peşine düşmeye, seyr-i sülûk etmeye değer bir idealdir, unutulmaya ya da ötelenmeye değil…

  20.05.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut