Zımnî Arap düşmanlığına reddiye (III)

Nuriye Çakmak

DÖNEM DÖNEM GELİŞEN bilinçaltı karalamalarından son dönem de nasibini almaya devam etti. İhanet söylemleri, para kazandırmama önlemleri, karalama kampanyaları bir yere kadar geldi. Ama Müslüman halk elbette rabbinin beytine gitmeye “Lebbeyk” dedi ve Resulün ravzasına can serdi. Bu engellenemezdi ve engellenemedi de.

Yeni birşeyler geliştirilmeliydi.

Artık eski söylemler inandırıcılığını ve güncelliğini yitirmişti. Sinsice yeni söylemler geliştirildi. Çinlilerin pirinç kaselerden incecik tahta çubuklarla yedikleri garip yemekler, haşereler, sonra da kasenin kendini yemeleri hiç gariplerine gitmeyenler, üstüne üstlük bu şekilde yemek için servet ödeyip bunu sosyete olmanın gereği sananlar; Amerikan usulü ayakta el marifetiyle soslu ve sağlıksız yemek tüketmeyi doğrudan kabullenip hayatlarının parçası haline getirenler, yıllarca Arapların el ile yemek yemelerini iğrenme bahanesi gibi gösterdiler. Hayatlarında Müslümanlar kadar–özellikle yemekle bağlantılı olarak--el yıkama sistemi olmayanlar, bunu bir kültürel farklılık olarak bile olsa asla kabul edemedi.

Her yıl aldatmaya bağlı korkunç boşanma oranlarına aldırmayan, otomatik boşanma formu veren sokak makinalarına şaşırmayan, aldatma korkusuyla eşlerin peşine takılan dedektiflere ödenen paralara hiç itiraz etmeyenler, 4 kadın iznini, bir pompa gibi yıllarca şişirdi. Hem başka başka kadınlarla aldatmak onlara garip gelmiyordu; hem de, taaddüd-ü zevcatın İslam’ın bir şartı değil, zamanın ve mekanın şartlarına göre bir had ve izin olduğunu akılları almıyordu, konuyla ilgili en ufak bir araştırmaları ve bilgileri yoktu, tavsiye edilenin ne olduğunu, şartların nasıl olduğunu da elbet bilmiyorlardı.

Tek bildikleri, özde Arapları, sonra bütün Müslümanları karalamaktı. Zaten çoğunlukla İslam’a söz söylemeyi Araplar üzerinden yapıyorlardı.

Araplar pisti, tembeldi, kadın düşkünüydü. Hatta hacca ve umreye giden bayanlara, beylere hep aynı telkinde bulunulurdu: “Aman karına, kardeşine dikkat et, kaçırırlar.” Çünkü Araplar aynı zamanda yamyamdı.

Düşünebiliyor musunuz, böyle bir olay yaşansa üstünün örtülü kalacağını? Düşünebiliyor musunuz, bahane aramaktan yorulmayan medyanın böyle bir olay gerçek olsa suskun kalacağını? Her yıl sayıyla giden, her adımda kontrol edilen yolcuların biri kaybolsa bunun Türk makamlarına yansımayacağını?

Siz hiç kaçırılmış bir kadın gördünüz mü? Hayır. Gören birini gördünüz mü? Hayır. Peki olay hep nasıl anlatılır? “Bizim kafileden biri, falanın kafilesinden biri...” Karalama kampanyasının bir bölümü sadece, yalan kaçırma haberleri.

Orada ister istemez oluşan tablolardan yine Araplardır tek nasipli. Oraya çalışmaya gelen çoğu Asyalı, Pakistanlı, Hintli işçilerin, kasiyerlerin, tezgahtarların, dilencilerin hepsi Araptır mesela. Oysa zaten çok sınırlı olan gerçek halkı görmek imkansız denecek kadar zordur orada. Alışveriş sırasında yaşanan tüm olumsuzluklar yine tüm Arapları bağlar ama.

İstanbul’a gelip, yolu Mahmutpaşa’ya düşen birinin, tüm Türklerin oradaki tezgahtarlar gibi olduğunu düşünmesi kadar abestir bu oysa. Yerleri kirleten dikkatsiz misafirlerdir, temizleyen onlardır, ama ne yazık ki pis oldukları yaftasından kurtulamamışlardır. Harem-i Şerif’in içi yirmidört saat yüzlerce görevli tarafından bitmez bir emekle temizlense ve bembeyaz yerler, gıcır gıcır mermerler, son model temizleme araçları, harcanan tonla dezenfekte edici madde gözlerine gelmez, kirlettikleri sokakları gösterir ve “işte” derler. Bu hiç iyi bir misafirlik örneği değildir, bu hiç hakkaniyetli, adaletli, vefakâr bir mü’min bakışı değildir.

Mesela burada bir memurun keyfiyle saatlerce bekleyenler, orada en ufak bir sorun ya da bekleme yaşasa, topluca şikayet edilmektedir. Böyle örnekler çok fazla uzatılabilir, ama arife tarif yetmelidir.

Elbette kimse mükemmel değildir, hiçbir toplum sorunsuz değildir, hiçbir işleyiş hatasız değildir. Ama milyonlarca Müslümanın hasretiyle yandığı topraklara seçilerek, çağırılarak giden Müslümanların “Mü’min mü’minin kardeşidir” emri gereği hareket etmesi, hüsnüzan etmesi, gördüğü güzellikleri takdir edip, hataları teşmil etmeden düzelmek için çaba sarfetmesi gereklidir. Orada bulunan misafirlerin de ne kadar çok hata ve ihmalde bulunabildiğini, birçok yanlış hareketler sergilediğini de hak namına unutmamak gerektir.

Onca güzellikten, onca maneviyattan bir mü’minin payına, “Arabı sevin”* diye emreden Arapların en güzeli bir peygamberin hatırasını tutmak düşmelidir;bilinçli şekilde Arap düşmanlığı besleyenlerin zehirli ekmeklerine yağ sürmek değil, vesselam.


* “Üç hasletten dolayı Arabı seviniz: Çünkü ben Arabım, Kur'ân-ı Kerim Arapça olarak nazil olmuştur, Cennet ehlinin konuştukları dil Arapçadır.” Feyzü'l-Kadîr, 1:178, Hadis no: 225.

  20.03.2010

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut