Arşiv

 “Sorunlu” bir hasbıhal

SENELER ÖNCESİYDİ. Şu asrın dehşetli yangınından Risale’nin Kur’ânî pınarına sığındığımız bir vakitti.

Ruhumuzun âb–ı hayatını bulduğu o vakitte, gönlümüze yeni bir kor düştü. Risale pınarından içtiğimiz suyu paylaşalım istedik. Tüm kusur, zaaf ve noksanımıza rağmen dünyamıza gelen imanî tabloları aktaralım diledik.

Yazıyorduk. Rabbimizin “yazma” kabiliyeti verdiğinin farkındaydık. Bu kabiliyeti “israf” değil, “sarf” etmeli değil miydik? Bu ise, kalemlerimizi en önemli noktada kullanmayı gerektirmiyor muydu? Niye başkalarının “haber dergisi,” “magazin dergisi,” edebiyat dergisi,” vesaire kalıpları içinde kalalımdı? Fetret insanını fıtratına çağıran; kâinatı ve fıtratı Fâtır–ı Hakîme teslim eden; imanı hayata taşıyan bir dergi niye var olmasındı? Bir “iman dergisi” olamaz mıydı?

Dosyaları, notları, dergileri ve kitapları oraya–buraya bıraka bıraka aylardır dağıttığım kütüphaneyi düzene sokmaya çalışırken, hayalim, o günlere gidiverdi. Toparlamaya çalıştığım dergi sayıları arasında dolaşırken, bu dua ile bu duanın kısmen kuvveden fiile çıkması arasında, neredeyse üç yıllık bir ara olduğunu da gördüm. Gönlümüzün bir “iman dergisi” ateşiyle yandığı sıralar, görülüyordu ki, kalemlerimizin buna mecali yoktu. Yalan–yanlış yazıyor değildik belki; ama asıl durak varken, ara duraklarda oyalanıyorduk.

Ve sonra, hiç umulmadık bir vakitte, bugün bile hayret ettiğimiz bir sür’atle, birbiri ardı sıra bir dizi “iman dergisi” örneği sergileniyordu. “Bir kâinat yolcusu”, “esmâ–i hüsnâ”, “haşir”, “ibadet” derken, imanın temel esaslarını şu asrın yaralı insanının anlayabileceği bir dille aktarabilen yazılar doğmuştu. Ardından, milliyetçilik, dünyevîleşme ve Kemalizm gibi konuları dahi imanî tahlile oturan bir üslub ortaya çıkıvermişti. Kapakları, kapak konuları, “pencere”si, “merhaba gençlik”i, “satır arası” ve sair yazılarıyla genç, cevval, cıvıl cıvıl bir dergi doğmuştu. İmandaki güzelliği ve ubudiyetteki huzuru yansıtan bir dergi…

Sonrası mâlûm. Bir fırtına koptu. Parçalarımız ayrı yerlere düştü. Dağıldık.

Kayalıklar arasında, derlenip toplanma, boy vereceğimiz yeni bir toprak arama çabamız oldu. “Kaldığımız yer”den devam edeceğimiz yeni bir menfez aradık. Gerçi, bizi kendi topraklarına davet edenler vardı. Ama o topraklar bize göre değildi. Risale bahçesinde çimlenip, başka topraklara dikilemezdik.

Gerçi, “başka topraklar” diyemeyeceğimiz türde, yine Risale pınarından beslenen, yine imanı dert edinen dergiler vardı. Ama ortada farklı bir üslub vardı. Bu “üslub” ise, gelişip serpilmek için, bağımsız bir zemin gerektiriyordu.

Öte yanda, “daha iyi”yi ararken, “iyi”yi yitirme tehlikesi ile de yüzyüze idik. Yazmayalı yıl değil, yıllar olmuştu. Ve yazmadığımız sürece, bazı şeyler bizden alınıp gidiyordu. Tıpkı, uzun süre kullanılmayan bir gözün körleşmesi gibi…

Karakalem, tüm bu hallerin tazyiki ile doğdu. “Ne dergisi?” olacağımız ortadaydı. Amacımız “iman dergisi” olmaktı; kendimizi mevcut hiçbir dergi türü ile bağlı hissetmeyecektik. İmana bakan herşeye yer var; bakmayan hiçbir şeye yer yoktu. Satırlarımızı bu kasd üzere kullanacaktık. Konu ayrımı yoktu; sadece, hangi konu olursa olsun, rahmet ve hikmet–i ilahiyenin izini, özünü, yüzünü görmeye ve göstermeye çalışacaktık.

Ve bunu yaparken, “para”nın “çok pahalı” olduğu şu asırda, ne dergiyi bir geçim kaynağı olarak görecek; ne de birilerinin finansmanına dayanacaktık. İlkinde de, ikincisinde de, ya kendi nefsimize ya da başkasına minnet edip hedeften sapma, en azından taviz verme tehlikesi mevcuttu. Karakalem, kendi kendini finanse eden; satış durumu ne şekilde çıkmayı elveriyorsa, öyle çıkan bir dergi olacaktı.

Sayfalarımızı imanî bahislerle ne denli süsledik; “para”ya dair ilkelerimize ne derece uyabildik, bilmiyoruz. Ama niyetimiz oydu. Hâlâ da o.

Öte yandan, itiraf edelim, birçok bakımdan, “fırtına öncesi”nden geri kaldığımızı sanıyoruz.

Sözgelimi, Karakalem’deki yazılar, bize göre, eski yazılardan daha “ağır” kaçıyor. Belki değişik imanî ölçüleri bir potada birleştirme, meczetme noktasında (“Cihad” yazısı gibi) bir inkişaf gerçekleşti. Ama eskinin bir “Madem dünya var, elbette âhiret var” veya “Esma–i Hüsna” yazısı kadar oturmuş, onların yumuşaklığında, yalın, berrak yazılar yazamadık. Bunu bir kusur telakki ediyor; bilhassa kapak yazılarının daha da süzülmesi, inceltilmesi gerektiği kanaati taşıyoruz.

Keza, doğrudan imanın esaslarını konu alan yazılar yayınlayamadık. Esma–i hüsna, haşir, ibadet, Kur’ân… diye başlayan çizgi, melekler, peygamberler, kader diye devam etmeli değil miydi? Etsin istedik; ama dağınıklığımız ve tenbelliğimiz elvermedi. Dileriz, bu eksiklik bundan sonra ortadan kalksın.

Yazılardaki “üslup benzerliği” sık sık bizi de düşündüren bir aksaklık idi. Bunun önemli bir sebebi ise, derginin şu satırların tenbel yazarına olan aşırı bağımlılığı. Bu, sanırız, üslub benzerliği problemi kadar, konu çeşitliliğinde de zayıflığa yol açıyor. Maamafih, bu meselenin ortadan kalkmasına yardımcı olabilecek eli kalem tutan bazı arkadaşların kolları sıvıyor olduğu şeklinde bir gözlemimiz var. Ayrıca, devamlı olması gereken bazı köşeler bir çıktı, bir çıkmadı. Meselâ “kâinattan haberler,” “kapak,” “merhaba gençlik,” vd.

Ve, bütün bu kusurların hepsinden büyük bir kusurumuz var ki, ne sözümona iki aylık iken iki aylık; ne de aylık iken aylık çıktık. Üç yılda, üçer sayı çıkabildik. Buna rağmen, biraz yaşlı, biraz ağır ve bir hayli de “yorgun” gözüktük. Takip eden sayılarda daha genç, daha dingin, daha rahat bir dergi olmanın izini sürme azmindeyiz.

Sadece dokuz sayı çıkabilmiş olmamıza rağmen, iki yeni ismi kazanmış olmamızı, şükür gerektiren bir lütuf eseri olarak görüyoruz. Bu iki arkadaşın bir yanda gayreti, öbür yanda tevazuyu elden bırakmadan çok daha iyi üslublara ulaşacaklarını ümit ve temenni ediyoruz. (Bu arada, iki sayısı hariç, istediği halde telif veremeyen; ve de tirajı “hubb–u câh”a, şöhrete hiç de müsait olmayan bir dergiyi tercih ettikleri için, katkıda bulunan bütün arkadaşlara teşekkürü, gönül borcu sayıyoruz.)

Gönül isterdi ki, gönlümüzden geçenler hemen bugün olsun. O zaman, size çok daha lâyık ve de vaktinde çıkan bir Karakalem olurdu.

Ama ilkeleri gözeterek yazmak, zor. Bazan küçük bir satır arası yazısı dahi defalarca yazılıyor; yine de tam ısınamamış isek, çıkarılabiliyor. Bu hassasiyetten vazgeçmedikten sonra, gecikmemiz her daim mümkün. Hedefimiz, “vaktinde ve “iyi” olabilmek. İkisi bir olamıyor ise, taviz vereceğimiz şey, “iyi”lik değil; “vaktinde”lik olacaktır. Çünkü, insan fıtraten kerimdir; ona, iyiyi ve güzeli sevecek bir fıtrat verilmiştir. Ve fıtratını imana açık tutan her insan, iyi şeylere lâyıktır.

Sizi seviyoruz. Bu kadar düzensizliğimize, eksikliğimize, kusurumuza rağmen bize katlanıyor oluşunuzu da, bizi sevdiğinizin delili biliyoruz.

Sabrınız ve ilginiz için teşekkürler…

  15.05.2004

© 2021 karakalem.net, Editör




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut