Hayatın anlamı üzerine:
‘Önsel anlamsızlık’ savunucuları

Zeyneb Hafsa

Varoluşa dair insanoğlunun yakıcı sorularına yıkıcı cevaplar veren ve anahtar kelimeleri ‘bulantı’, ‘saçmalık’ ve ‘hiçlik’ olan fikir akımları: egzistansiyalizm, absürdizm, nihilizm. Varlık bunu hak etmiyor.


DOĞUYORUZ. NEYİN içine doğduğumuzu merak etmeye, anlamaya başlıyoruz sonra. Anne, baba, oyuncaklar, salıncak, kediler, gökyüzü, bulutlar, çimenler... Ardından daha soyut olgulara çevriliyor bakışımız. Arkadaşlık, sevgi, kıskançlık, inat, öfke, ölüm gibi. Her şeyi zihnimizde daha yerli yerine koyabileceğimiz vakitlere erince bazı sorular çıkıyor karşımıza, ister istemez. “Sahi neredeyiz biz?”, “Neden buradayız?”, “Bu ‘ben’ nedir?” türünden sorular. Ne güzeldir ki bu soruları soran ne ilk ne sonuzdur biz.

Varoluşçuluk

Yukarıdaki sorular karşısında hayatın önsel (a priori) bir anlamının olmadığını savunanların cevapları vardır bir tarafta. Tüm düşünce yapısını, bir yaratıcının olmadığı varsayımı üzerine kuran J. P. Sartre’a göre insanın Tanrı tarafından belirlenmiş bir özü/cevheri ya da hakikati mevcut değildir. İnsan sadece vardır. Bu yüzden bu tür bir felsefe ‘varoluşçuluk’ olarak adlandırılır. Ama başka varlıklardan farklı olarak bilinciyle vardır insan. Bu sebeple o, ‘kendisi için varlık’tır. Kâinatta var olan başka şeyler ise ‘kendinde varlık’tır yani bilince sahip olmayan, amaçsızca, öylece var olandır. Basit bir örnekle, düşünün ki kâinat bir plastik torba ve içerisinde rastgele bir araya gelmiş nesneler var. Bu nesnelerden bazıları kendilerinin ve o torbada diğer nesnelerle bir arada olduğunun farkındadır. Fakat bulundukları konumdan bakınca ne torbaya içindekileri dolduran ne de onu taşıyan bir varlık görmektedirler. Kendilerine göre sadece içerisindekilerin hareketiyle hareket eden ya da daha doğrusu çalkalanan bu torbada bulunan bilinçli varlıklar, kendilerini öylece sarmalayan torbaya ve onun içerisinde öylece duran bilinçsiz varlıklara bakar ve ‘bulantı’ (nausea) hisseder. Torbadaki bilinçli varlıklar için yapılacak tek şey vardır; kendisinden başlamak üzere her bir şeyi, hem de en ufağından büyüğüne değin anlamlandırmak. Yani insan bir nevi yaratıcı konumundadır. Anlamın yaratıcısı... Nasıl çılgınca bir şey bu böyle! Ne idüğü belirsiz bir gölge gibi duran bir toprak zerresine, bir çiçeğe, bir hayvana, gökyüzüne ve daha milyarlarca şeye bakıp her birine suret biçmek zorundadır insan. Soyut unsurlar da dahil olmak üzere. Üstelik her bir bilinçli varlığın bu suret biçme işini kendince yapmasından hareketle insan sayısı kadar suret edinme ihtimali vardır her bir şeyin. Kişinin kapasitesinin sınırlılığına binaen kırık dökük suretler de dahil... Olsun. Değil mi ki ‘asıl’ diye bir şey yok, o halde bunda bir sakınca da yoktur!

Özetle, sebepsiz, anlamsız bir hayatın kabulünden yola çıkan varoluşçu görüş, bu durumda yapılabilecek şeylerden birisine yönelir ve tıpkı bir yaratıcı gibi insanın her bir şeyi anlamlandırmasını amaçlar. Böylesi bir görüşün temellerini Nietzsche’de bulmak mümkündür. Kendince ‘Tanrının ölümü’nü ilan eden Nietzsche, yukarıda bahsedilen türden bir insani yaratıcının işinin zorluğundan hareketle über mensch yani adeta süper insanlar olunması gerektiğini vurgulamıştır. Varoluşçuluğun asıl kimlik kazanışı Sartre ile birliktedir. Bu görüşün günümüzdeki meşhur temsilcilerinden biri ise psikoterapist Irvin Yalom’dur. Nitekim kendisi, varoluşsal perspektife dayalı psikoterapi hakkında Existential Psychoterapy (Varoluşsal Psikoterapi) isimli bir kitap kaleme almıştır. Bu ismi özellikle zikrediyorum çünkü Türkiye’de de oldukça revaçta olan Yalom’un dünyaya bakışının gerisinde ne olduğunun bilinmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.

Absürdizm

Öte yandan, varoluşçuluktaki gölgelere suretler giydirme işinin imkânsızlığını savunanlar da vardır; Kierkegaard ve Camus gibi. Evet, bir yaratıcı yoktur ve hayat saçmadır. Fakat bu saçma dünyada varoluşçuların bahsettiği türden insana dayalı bir anlam yaratma çabası ‘absürd’dür. Çünkü insanın bunu başarması mümkün değildir. Anlam yaratıcısı rolündeki insan, taşıdığı ağır kayayı bir dağın zirvesine kadar getirince her seferinde yere düşüren ve tekrar aşağı inip o kayayı yukarı taşımaya çalışan Sisifos benzeri yıldırıcı bir çaba içerisinde demektir. O halde, saçmalığa mahkûmdur insan. Hatta ölüm bile bu saçmalığı ortadan kaldıramaz. Bu görüşün insanlara önerebileceği tek şey, ‘absürdlüğü kabul et ve sürekli düşmeye mahkûm olan kayayı yukarı taşımaya devam et’tir. Varoluşçuların aksine, özgür iradenin etkisi ya olabildiğince az ya da hiç yok kabul edilir. Zira insanın absürd karşısında eli kolu bağlıdır. Buradaki çaresizliği ve karamsarlığı hissedebiliyor musunuz?

Nihilizm ve ötesi

Planlı, anlamlı bir hayat içre var olduğumuza inanmayanlar ya süper insan olup somut-soyut her şey için anlam yaratacaklar, ya da ‘absürdizm’ takipçileri gibi birer sisifos olmayı kabul edip insanın buna güç yetiremeyeceğini bile bile kişisel (öz değil) anlam arayışına devam edecekler. Başka? Her ne kadar yukarıda bahsetmesek de bu iki gruba eklenecek bir grup daha vardır anlamsızlığa inananlar arasında: nihilistler. Bu görüş belki de karamsarlığın son noktasına işaret eder, zira ne varoluşçuluktaki gibi kişisel anlam yaratmaya ne de absürdizmdeki gibi kişisel imkân dâhilinde olmasa da anlam yaratma çabasının devamına imkân tanımasıdır. Aksine, bir yıkıcılık dürtüsüne sahiptir.

Yazının girişindeki sorular karşısında hayatın planlı ve anlamlı olduğu cevabını verenlere dair olacak bir sonraki yazımız, inşallah.

  15.08.2014

© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut