*Bu sayfa, gündelik hayatın içinde yüzyüze geldiğimiz, bir ders ve ibret boyutu taşıyan olayları paylaşmak üzere tasarlanmıştır.

 Mesaj

MEHMET BEY sabahları erken vakit evden çıkar, çocuklarının geleceği için gün boyu çalışır, eve dönüşü ancak akşamın ilerleyen saatlerinde olurdu. Her akşam üzeri, geleceklerini çok düşünen babalarını beklerdi çocukları.

Mehmet Bey yalnızca çocuklarını düşünen biri de değildi. Başkalarını da düşünür, sık sık "Ne olacak bu dünyanın hali?" diye düşünürdü. Eh, dünyayı bu halinden kurtarmak için, ne olup bitiyor, öğrenmek gerekiyordu. O yüzden, eve geldiğinde Mehmet Beyin yaptığı ilk işlerden biri televizyonu açıp karşısına oturmaktı. Mehmet Bey elinde kumanda âleti haber kanalları arasında dolaşırken arada bir cep telefonu da çalar; ve bütün bu ‘rakip’leri yenebilirlerse, çocukları birazcık olsun babalarıyla konuşup oynarlardı.

O gün, Mehmet Beyin oğlu Enes için önemli bir gündü. Enes yaptığı resim için öğretmeninden kocaman bir aferin almıştı. Kocaman aferinlerin öyle her öğrenciye dağıtılan türünden değildi bu. Çok çok kocaman bir aferindi. "Çocuklar, biliyor musunuz, Enes büyük bir ressam olabilir" demişti sınıfa.

Enes eve bu iltifatın verdiği sevinçle geldi. Kapı açılır açılmaz, yaptığı resmi gösterdi annesine. Annesi de en az öğretmen kadar şaşırmış ve sevinmişti. Annesi Enes’in resim kabiliyetini biliyordu ama, henüz bu güzellikte bir resim beklemiyordu kendisinden.

Kendisine iltifatlar yağdıran annesine:

"Babam da çok beğenir değil mi anne?" diye sordu Enes.

"Muhakkak beğenecektir" dedi Nilüfer Hanım. "Fabrikadaki desinatörler bile bu kadar güzel bir resmi zor yaparlar oğlum."

Ve, akşam olup beklenen zil sesi duyulduğunda, Enes açtı kapıyı heyecanla. Bir elinde resim vardı ve tam resmi babasına göstermek üzereyken, babasının cep telefonu çaldı.

"N’oldu Ahmet? Teslimatta problem mi olmuş? Yılmaz Beyi aramadınız mı?"

Babası telefonla konuşurken salona doğru geçmiş ve artık refleks haline gelmiş bir hareketi bir kez daha yinelemişti. Elinde telefon salonda dolanırken, gayriihtiyari, uzaktan kumanda aletini öbür eline alıp zapping yapmaya başlamıştı. Enes ise, elinde resim, salon kapısının eşiğinde, babasının telefon görüşmesinin bitmesini bekliyordu. Babası telefonu kapatır kapatmaz, "Babaa, biliyor musun?" diyecek oldu. Ama bu kez televizyondaki habere kilitlenmişti babası. "Bi dakka oğlum. Bi dakka susar mısın?"

İstenen bir dakika bittiğinde, haber de bitti; ama bu kez cep telefonundan bir mesaj sinyali geldi. Mehmet Bey can dostunun gönderdiği mesajı okurken, kıs kıs gülüyor, bir yandan da mutfaktaki hanımına sesleniyordu:

"Hanıımm, duydun mu şu kerata Kemal’in ne dediğini?"

Nilüfer Hanım kocasının birşeyler söylediğini duymuş, ama televizyonun sesinden ne dediğini tam anlamamıştı. Salona koşup "Ne demiştin canım?" diyecekti ki, gözü salondaki manzaraya takıldı kaldı. Televizyon ekranının karşısında elindeki cep telefonunda cevabi mesaj yazmakla meşgul bir baba; ve resmini hâlâ babasına gösterememiş mahzun yüzlü bir çocuk.

Nilüfer Hanım duyarlı biriydi. Bu akşam yaşadığı bu olayın saatlerdir babasının geleceği anı bekleyen Enes için nasıl bir yıkım oluşturabileceğini hissetti hemencecik. Kocası onu da farketmemişti zaten. Sessizce oturma odasına yöneldi Nilüfer Hanım. En yakın arkadaşlarından birini aradı aceleyle.

O esnada haberleri izlemeyi sürdüren babasından birkaç kez daha "Bi dakka oğlum" cevabı alan Enes ağlamaklı bir yüzle salondan ayrılmak üzereydi ki, Mehmet Beyin cep telefonundan yeni bir mesaj sinyali geldi:

"MHMT BEY, ÇCUGUNUZN SU AN SZDEN ILGI BEKLEDIGININ FARKNDA MSNZ?"

Mehmet Bey bu olayı hiç unutmayacaktı.

  02.01.2004

© 2021 karakalem.net, İsmail Örgen



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut