SEL Mİ ÖZGÜRDÜR, NEHİR Mİ?
“Özgürlük” perspektifinden “Gezi”

Metin Karabaşoğlu ile söyleşi

“GEZI” diye adlandırılan şey bir psikolojik savaş veya stratejik bir kara propaganda örneğidir!

Gezi Parkı olaylarını bundan sonra Gezi olayları olarak görmek darbe teşebbüsünü göz ardı etmek, örtbas etmek veya masumlaştırmak gibi, bir psikolojik savaş veya stratejik bir kara propaganda tuzağına düşmek anlamına geliyor!

Başta şunu ifade etmek isterim. Eğer gerçekten sırf bir park ve o park içindeki ağaçların korunması şeklindeki bir olaydan bahsediyorsak böyle bir olayın en fazla iki veya üç gün sürdüğünü söyleyebiliriz.

31 Mayıs: öncesi ve sonrası

31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan geceden itibaren artık ortada Gezi Parkı olayları diye tarif edilecek bir olay yoktur. Ondan sonraki olayları Gezi olayları veya Gezi Parkı olayları diye tarif etmek bence ortaya çıkan asıl tongayı, asıl olayları örtbas etmek ve masumlaştırmak gibi; bir psikolojik savaş veya stratejik bir kara propaganda örneğidir. Ben şahsen böyle bakıyorum.

Çünkü o günün gecesi bu ülkede milyonlarca insan, İstanbul’un tek başına onbeş milyonluk bir nüfus olduğunu düşünürsek, on milyonlarca insan gece yarısı uykularından uyandırılarak taciz edilmişlerdir. Sokaklarda saygısızca yapılan taşkınlıkları, kornaları ayrıca zikredelim… Bunlar ki işin en yumuşak görünen tarafı. Bu bile başlı başına müthiş bir şeydir, bir taciz teşebbüsüdür.

Onun ötesinde ise nice yerlerde yollar kapatılmıştır. Başbakan’ın şahsında bütün dindar insanları taciz etmekten öte, onları aşağılayan nefret söylemi yüklü, hakaret yüklü sözler söylenmiştir. Bu ülkede yaşayan mütedeyyin dindar insanlar, bile-isteye rencide edilmiş, ondan da ötesi hem İstanbul’da hem Ankara’da Başbakanlık ofisine saldırmak suretiyle bir hükümet devrilmek istenmiştir!

Dolayısıyla Gezi olayları diye bir şey yok, Gezi olayı diye belki iki-üç günlük bir mesele var. 31 Mayıs akşamından itibaren Türkiye’de seçimle sonuç alamayan yerli yabancı unsurların seçilmiş bir hükümeti devirme teşebbüsleri var. Bir kere bunu ifade etmek isterim.

“Özgürlük” söylemi araçsallaştırılıyor

Ben özgürlük söyleminin işin makyajı-kamuflajı olduğunu düşünüyorum.

31 Mayıs’tan sonraki olayları bir yana bırakırsak, 31 Mayıs öncesinde dahi bu anlamda bir yeri sadece kendisi gibi düşünen insanların bulunabileceği şekilde işgal etmek özgürlük değildir.

Evet, düşüncesini ifade etmek özgürlüktür. Evet, gösteri yapmak özgürlüktür. Bu anlamda talebini dile getirmek özgürlüktür, amenna. Ama özgürlük son tahlilde ‘sorumluluğu’ da beraberinde getirir. İçinde sorumluluğun olmadığı bir özgürlük söz konusu olamaz. O zaman bu nedir?

Mü'min için dikey düzlemde “özgürlük” mümkün değildir

Hep söylenen bir şeydir: Başkasına zarar verme anlamında bir özgürlük söz konusu olamaz. Bu, liberaller dâhil herkesin kabul ettiği bir özgürlük anlayışıdır ki biz bundan öte mü'minler olarak kendimize dahi zarar verme özgürlüğümüzün olmadığına inanırız. Niye böyle inanırız, çünkü biz kendimize ait değiliz, biz Allah tarafından yaratılmışız, Allah içiniz ve Allah’a dönücüleriz. Dolayısıyla Allah’ın bize vermiş olduğu vücut emanetini, hayat emanetini Allah’ın istediği şekilde kullanmakla yükümlüyüz. Çünkü Allah’ın mülkünde, O’nun memlükleriyiz.

Bir kere, burada şunu ifade etmek gerekir ki liberal veya seküler özgürlük anlayışı ile bir mü'minin özgürlük anlayışı farklıdır. Biz dikey düzlemde –haşa– bizi yaratan Allah'a karşı bir özgürlükten söz edemeyiz mü'minler olarak, etmemeliyiz de. Niye? Çünkü varoluşumuzu ona borçluyuz, ondan bağımsız şekilde ne varoluşumuzu ne de varoluşumuzun devamını açıklamamız mümkün değil. Eğer bu özgürlükse Allah böyle bir özgürlükten bizi korusun, bu ülkeyi korusun!

Sel mi daha özgür, yoksa nehir mi?

Sel gibi yakıp yıkmak özgürlük değildir. Özgürlük sel gibi olmak değildir, hiçbir hayra yaramadan sadece zarar vermek değildir. Özgürlük nehir gibi olmaktır. Nehir nedir? Nehir yakıp yıkmaz, önüne gelen her şeyi alıp götürmez. Nehir yatağını bulur. O mecrada akar, sınırları bellidir. Nehrin kenarında yürürsünüz ama sel geliyorsa muhakkak kaçabiliyorsanız kaçmanız gerekir, çünkü yıkıcıdır. Nehrin ise kenarında oturursunuz, istifade edersiniz, suyundan içersiniz, önüne barajlar kurarsınız, yeri geliyorsa o barajdan koca koca şehirleri yararlandırırsınız, elektrik üretirsiniz. İçinde nice nice canlar yetişir bu şekilde.

Özgürlük böyle bir şeydir. Bunun olabilmesi için insanların dünyasında da nehir gibi insanlar olmamız gerekiyor, sel gibi insanlar değil. Nehir gibi insanlar olabilmek de kendi kafasının istediğini kendi dünyasındaki hayalleri ne pahasına olursa olsun, karşısındaki insanlara ve topluma, ne bedel öderse ödesin, ille de dayatmak değildir.

Bu vesileyle şunu ifade etmekte fayda görüyorum. Bu ülkede belli kesimlerin özgürlük anlayışının ne kadar sahte, ne kadar 'sorumsuz' olduğunu da test etmiş olduk diye düşünüyorum. Bu özgürlük anlayışının teşvik edilmesi gereken değil, tedavi edilmesi gereken bir özgürlük tarifi olduğunu bir kenara not etmemiz gerekiyor.


*Metin Karabaşoğlu’nun ONUR webtv ile yaptığı söyleşinin Karakalem gönülülerince yazıya aktarılmış tam metnidir.

  27.06.2013

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu ile söyleşi




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut