GÖKGÜRÜLTÜSÜ ALTINDA 3

Mona İslam

“O GÖKTEN su indirdiğinde ve (kurumuş) nehir yataklarından her biri) kendi hacimlerine göre dolup taştıklarında, akıntı yüzeydeki çerçöpü, tortuyu alır götürür; tıpkı süs eşyası ya da alet yapmak için ateşte eritilen (madenlerin), yüzeyinde açığa çıkan köpüklü tortudan arındırılması gibidir bu.

Hak ile batılı Allah işte böyle bir benzetmeyle göz önüne koyuyor; çünkü gerçekten de tortuysa, çerçöpse söz konusu olan bu, (bütün) köpüksü şeyler gibi akar gider; ama insanlara yararlı olan şeye gelince , o her (zaman olduğu) yerde, sapasağlam ayakta kalır. Allah işte böyle benzetmelerle ortaya koyuyor.” (Rad 17)

Suyu sudan isteyen, ilgiyi Adem’den bekleyen, rızkı ekonomiden uman, yağmuru buluta, meyveyi ağaca nispet eden, tüm hacatını sebeplere havale eden uslanmaz nefsim bil ki!

Yakarışın beyhudedir!(14) Duanı arz ettiğin kulaklar sağırdır, alaka beklediğin gözler kördür, önünde diz çöktüğün azizler zelildir, sunağında kurban olsan da onlara yaklaşmak mümkün değildir. Onlar sayılabilen, hesaplanabilen, akıllarınca ölçülüp biçilebilen şeylere bir anlam verebilirler ancak. Nesneler alemine, cansızlara, bitkilere, hayvanlara senden daha çok ehemmiyet verirler. Varlık hiyerarşisini tepetaklak ederler. Yıldızlara bakmayı tercih eder seni görmezden gelirler. Hayvanların önüne tas tas su kor, seni Kerbela’da ağlayan Seyide Zeynep gibi çaresiz bırakırlar. Zira onların akılları kalpsizdir. Senin insaniyetinin ayet-ül Kübra olduğunun farkında değil onlar. Seni yok saymanın, üzerine basıp geçmenin, umursamazca arkaya atmanın kainatı arkaya atmak olduğunun idraki içinde değiller. Ne yapsın cahiller? Bilmiyorlar. Taif halkı gibi soyları hatırına tel’ine layık değiller. Körler, görmüyorlar, cevherinin pırıltısına kıymet vermemeli bu yüzden. Üzülme!

Öyleyse sen de onları arkana at! Üstadın gibi dünya seni kovmadan sen onu huzurundan kov! Oyun ve oyalanışlara, akıp giden bulutlar gibi ferahlanışlara, esip toz toprak savuran rüzgarlar gibi sıkıntılarına “Ya hu!” de. Gölgen gibi sen de sabah akşam, ama bile isteye, seve seve, Rabbin huzurunda kıyam et! Arz-ı hal et! O’na şikayet et! Ona hamdet! Onu takdis et! Öyle ki O şikayetini umursar, nazlanışlarını hoş görür. Değil yakarışına, mırıltına dahi kulak verir. Senin bir gece uykusuzluğun, bir gün huzursuzluğun, bir çekili “Ah!”’ın arşını titretir. Bir hapşırışına rahmet indirir. Haftalarca hasta yattığında, bedenin ağrıyla, takatsizlikle, ruhun kabzla darlandığında başında duran, aramayan herkese bedel arayıp her gün hatırını soran O’dur. Hiç kimse sana O’nun gibi sevgiyle, O’nun gibi şefkatle nazar etmez. Hiç kimse seni O’nun gibi her halinle affedip kucaklamaz. Hiç kimse “her çirkinliğinle yine madem Benimsin madem kulumsun Bana güzelsin” demez. O bir işe dalıp seni unutmayandır.

O gökten su gibi rahmetini indirir de, o vahyin ve ilhamın bereketiyle kurumuş nehir yatağına dönmüş toprağın dolup taşar, yaraların sıvazlanır, cesedin yattığı yerden dirilir, tüm çiçeklerin yeniden filizlenir, yeşilliklerin coşar, ağaçların yeniden meyveye dururlar. Onun vahyinin durmaksızın çağlayıp içinden akışı ile günahların çer çöp gibi senden uzaklaştırılır. Sen nehrin yatağından, arzının bağrından bir ziynet gibi süslü ve parıltılı bir biçimde arz-ı endam edersin yine. Parıldayışın insanların hoşuna gitse de tümüyle O’nadır. Zira anlam O’nun adıyladır. Sen anlamsız yaşayamazsın. Fark ettin mi?

Üzerine aldığın O’nun adıyla anlamlandırmadığın her şey batıldır bil! Bünyeni çerçöple doldurmaktan, zamanını gel geç işlere harcamaktan, ruhunu fani sevdalara boğdurmaktan gel vazgeç! Daha ne kadar yüreğinin mabedinde putlarla oyalanacak ve onlardan seslenişlerine cevap bekleyip, umup duracaksın, ve bunun adını “reca” koyacaksın. Hayır! Bu reca değil, aldanış. Koynundaki sevda değil, şeytan. Rüyan sadık değil, behimi. Çuvalın altınla değil, taşla dolu. Cehennemine yakıt taşıyorsun, ne zaman geri döneceksin! Geri gel duymuyor musun?

Döndün mü? Teşekkür ederim. Rabbinin daveti var, bilmiyor musun? Her yerden ulaklar geliyor görmedin mi? Her tepede çağırıcılar nida ediyor aç kulaklarını! Artık nazlanma, toparlan, seni hayat veren çağrıyla çağırdıklarına Allah ve Rasulü’ne icabet et. Putların kendi kendine düşmelerini bekleyerek örünü tüketme, al eline baltayı sen kır onları! Sen kaç kez sunaklarında kurban oldun, onlara hala kıyamıyor musun? Onlar sana hiç kulak verdiler mi? Hiç yakarışını dinlediler mi? Hiç aman verdiler mi? Acıma durma kır! Elinde sadece atan bir yürek kalıncaya dek kırıp dök tüm evrenini. Kıyametini kendin kopar. Ölümünü tez çağır. Bil ki her ölüm sana doğumdur. Her kıyamet sana cennettir. Her kesip atış, sana Rabbe ittisaldir. Her şeyi senin için Yaratan’a, ben de her şeyi Senin için terk ettim de gayrı, olmaz mı?

Gidiyor muyuz davete? Tamam mı? Bak biz kesinlikle çift gitmeliyiz. Sen ve ben, aksi takdirde kabul edilmeyeceğiz. Bu davete kalpler ve nefisler beraber çağırılıyorlar. Sen ve ben, sen aklını başına toplayınca güzel bir ikiliyiz. Yo, yo, üstünle başınla uğraşma! Orada böyle şeylere itibar edeni bulamazsın. O’nun dergahında biçimler, makamlar, etiketler, süsler, suretler çer çöptür. Hiç Sultana çer çöp götürülür mü? Hem orda tüm zamanını çer çöp toplayıp istifleyerek geçirdin diye el aleme maskara olursun. Sevgili sadece seni ve beni çağırdı, bir kalp bir nefis. Dergaha gidene dek akıl bize yol arkadaşı olsa da orada o bile sarayın kapısında bekleyecek, meleklerle beraber oturacak orada, başlarında Akl-ı Selim Cebrail bulunacak. Ne güzel arkadaşlar…

Oraya giden yolda bize aklın söylediğini yapacağız. Ne diyor duydun mu? Biz bu dünyada ateşe yakın duracağız. Ateş yarenleri olacağız. Tencerede kaynatılırken başımızı dışarı atıp “Off bunaldım!” demeyeceğiz. Zira dipte duran cevher olup Sultan’a süs oluyor. Üste çıkan köpük olup kaptan dışarı saf ateşe atılıyor. Biz burada ateş bize uzaktan değse de kabın içinde korumadayız, korkma yanmayız, sadece pişeceğiz, ama acele edersen dökülüp çıkacağın yerde ateşle aranda perde olmayacak. Burada pişmeyen orda yanacak.

Sultana süs olduğumuzda ne mi olacak? O bize bakacak, hep bize bakacak, ve bu kez biz de Ona bakacağız, onun güzelliğine bir gösterge de biz olacağız, ve O Cemali içimize çekeceğiz. Ne saadet! O zaman melekler sana ve rahmetten pay verdiğin tüm dostlarına, göksel maidene oturttuğun, nimetini bölüştüğün tüm sevgililerine “Size selam olsun!” diyecekler. Çünkü siz iyilikte sebat ettiniz.(23-24) Burası Alem-i Cemal, sizin asıl yurdunuz. Kökleşip kalacağınız yer, zira siz dünyaya kök salmadınız.

Hal böyleyse, erişilecek olan mutlu son ne hoş ve ne güzel! Huzuru ve tatmini O’nda bulmak, gök sofrasında yer kapmak, cennet bahçelerinde koşmak, ebedi olana ulaşmak ne büyük ecir!(28)

İkna oldun mu sevgili dostum? Bu uğrunda terlenecek, say edilecek bir seçim mi?

Gidiyor muyuz buralardan?

  16.11.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut