Bir mimari harikası kent: Viyana (I)

Mona İslam

SEYAHAT PLANIMIZDA Viyana kesin olarak belirmemesine rağmen, iki günde Budapeşte’nin altını üstüne getiren, tüm arterleri, neredeyse tüm durak isimlerini, ana meydanları, köprü ve çarşıları avucuna almış birer İstanbul sakini olarak, “Budapeşte’yi öğrendik, daha vaktimiz de var, haydi Viyana’ya gidelim, nasılsa yakın” dedik. Orada mukim arkadaşımız Fatih Ketanci’ye de güvenerek bir otobüse atlayıp meşhur Macar ovalarını, hatta bazen geyiklerini, ekin tarlalarını, minik köylerini izleyerek, batıya üç saatlik bir yolculuk sonrası Viyana’ya vardık.

Budapeşte ve Viyana doğu batı doğrultusunda iki şehir. Ancak Viyana’ya varır varmaz hava soğudu, güneş güzel yüzüne buluttan bir nikap çekti, sonraki iki gün boyunca da epey yağmur yağdı. Aradaki yağmursuz küçük vakitler hariç, şemsiye almamız icab edecek kadar ıslanarak gezdik. Ancak Graben’de bir meydan kafesinde bir şemsiye altında sağımızda Stephansdom katedrali, solumuzda Veba Anıtı (vaktiyle veba salgınında ölen insanlar buraya defnedilmiş ve bir de anıt dikilmiş) otururken, hele de Fatih’in keyifli sohbeti, gülen yüzü varken, şıpır şıpır yağan yağmurun sesi bir fonda Viyana melodisi gibiydi.

Oturduğumuz meydan Viyana’nın merkezinde bulunuyor. Buraya 1. bölge diyorlar. Şehir 23 bölgeden oluşuyor. Türklerin kuşattığı ve giremedikleri yer tam da burası. O yıllar şehir sadece 1. Viyana denilen bu 1. Bölgeden ibaret. Eski şehrin bu alan dışında 6 kapısı varmış, fakat sanırım Türk tehdidi geçince kapılar kaldırılmış ve şehir genişleyerek 23 bölgeye yayılmış. Kapılar şehri çevreleyen surların giriş çıkışlarına yapılmış. Fakat zamanla şehir büyüyüp çevredeki yerleşim yerleri de şehre dahil olmuş, tarihin seyri icinde surlar işlevini yitirmis ve altyapi-yol gibi gereksinimler yüzünden kapılar ortadan kalkmış. Katedral kocaman kasvetli bir yapı, ince iş muhteşem bir mimarisi var. Bana en ilginç gelen özelliği ise kilise çanının Türk toplarından yapılmış olması. Her ibadet saatinde çalışında Tanrı’ya bir teşekkür ve Türkleri püskürtme kutlaması olsun istemişler. İçeriye giremedik çünkü iki günde üst üste ayin vardı.
Avusturya ve Almanya’nın Bavyera eyaleti Katolikler. İçerisi kalabalıktı ve ayin başladıktan sonra camlı bir bölme ile ibadet edenlerden ayrılmak zorunda kalıyorsunuz. Bu yüzden çok istediğim halde kilisenin ön tarafından iç mekan fotoğrafları çekemedim.

İçeride neredeyse yedi sekiz dil bilen bir rahip var. Odasına gidip “Kilisenizi çok sevdim, şu konuda bilgi almak istiyorum” dediğinizde sizinle iletişim kurabilmesi, elbette bir taraftan da size tebliğ yapabilmesi için görevlendirilmiş. Şehrin her yanında kocaman ve çok süslü bina edilmiş kiliseler var. Adım başına bir kilise düşüyor desek mübalağa olmaz sanırım.
Hemen dışarıda da bir Avusturyalı bir Türk’ü öldürürken tasvir edilmiş. Türk yarı çıplak vahşiler gibi, Avusturyalı ise Türk’ün üzerinde dururken başında meleki bir hale gökyüzüne bakıyor. Avusturyalıların “ötekisi” olduğumuz çok açık. Yüzyıllar boyu sınır komşusu iki rakip olmuşuz. Biz çekilirken de çekildiğimiz topraklara özellikle balkanlara onlar yayılmışlar. Laf aramızda Bosna’da Viyana kuşatmasının intikamı olarak çok kan dökmüşler. Türklerle ilgili bir diğer heykel de Çerkez Dayının Freyung üzerindeki heykeli, Freyung Viyana Üniversitesi’nden Stephansplatz’a giden yol üzerinde. Atı şaha kalkmış biçimde tasvir edilmiş. O kuşatma sırasında savunma duvarını aşıp içeri girebilen kahramanlarımızdan biri. Muhtemeldir ki şehid edilmiş, ancak düşman bile onun kahramanlığına övgü yağdırma ihtiyacı duymuş ki buraya bir heykeli yapılmış.

Yağmur azalıyor, biz de gezebileceğimiz bir hava bulmuşken kafeden ayrılıp Osmanlı’nın azılı düşmanı HABSBURG hanedanının görkemli sarayı HOFBURG’a yöneliyoruz. Saray dışarıdan çok görkemli, içeride daha sade bir yapı, büyük bir iç avluya bakan dikdörtgen biçiminde inşa edilmiş binalar topluluğu. Meydan burada da Kahramanlar Meydanı adıyla anılıyor. Almancasını öğrenemedim, çünkü Fatih sayesinde burada hiç Almanca kelime öğrenmek durumunda kalmadık. Seyahat sonrası Macarcam Almancamdan daha iyi desem yalan olmaz. Birkaç kelimeye iyi denilirse elbette.

Bu meydanda Hitler 1938 yılında çok büyük bir kalabalığa konuşma yapmış. Yine mihmandarımızdan öğreniyoruz ki, Hitler’in babası Avusturyalı, annesi Almanyalı imiş. Babası dolayısıyla Hitler’in Avusturyalı sayılması icab ediyor. “Hitler’i Alman, Beethoven’ı Avusturyalı göstermek Avusturyalıların reklam becerisidir, aslında durum tam tersidir” diyor arkadaşımız. Bugün Hofburg sarayı bir müzeler kompleksi ve bir milli kütüphane olarak yaşamaya devam ediyor. Hem saray içerisinde hem dışındaki Maria Theresa meydanı etrafında karşılıklı olarak Doğa Tarihi Müzesi, Sanat Tarihi Müzesi, Kraliyete ait eşyalar müzesi, Antropoloji Müzesi, Papirüs Müzesi ve bir Kelebek Evi bulunuyor.
Bundan başka Hofburg Sarayı’nin Kohlmarkt girişinde Esperanto müzesi, Milli Kütüphane’nin olduğu binada da Efes müzesi var. Ben müzeleri pek sevmem, özelikle Avrupa müzeleri bana bir yağmanın onurla sergilenişi gibi gelir. Bu yüzden kızımın da ricasıyla Kelebek Evine yollanıyoruz. Bilet alıp içeri giriyoruz. Burası bir sera tarzında inşa edilmiş, içeride palmiyeler, başka tür ağaçlar, çeşit çeşit çiçekler bulunuyor, ve her yerde uçuşan rengarenk boy boy kelebekler var. Sağımızdan solumuzdan uçuşanlara bakarken biz de çocuklaşıyoruz. Yapraklara konanların fotoğrafını çekmeye çalışıyoruz. Nurculara has her çiçeğin, her yaprağın, her kelebeğin önünde uzun uzun duruşum, Fatih’le Tuba’yı gülümsetiyor. Sanırım bu kadar yakından temas ettikleri tek Nurcu benim. Burada meşrepler arası duvarlar daha da yükseltilmiş durumda, insanlar birbirlerinin camisine dahi gitmek istemiyorlar, yahut gelene laf söylüyorlarmış. Müslümanların gavur diyarında bile bir tevhid teşkil edememesi üzücü. Herkesin birbirleri ile ilgili önyargıları var. Ben de yolumu onlar nazarında iyi temsil etmeye gayret ediyorum. Dilerim iyi bir intiba bırakabilmişimdir.

Saray çıkışı sağa dönünce sağda Volksgarten denilen büyük parkı, solda ise Parlamento binasını görüyoruz, yoldan tramvay geçiyor. Burada milletvekilleri halkla birlikte tramvaya binip evlerine dönüyorlarmış, ayrı gayrı yokmuş, mütevazi insanlarmış. Hemen yanında bulunan bisiklet yolu ise Almanya’ya kadar devam ediyor, bisiklete atlayıp yolunuzu değiştirmeden ve araç trafiğinde riske girmeden Almanya’ya gidebiliyorsunuz. Yine Slovakya, Bratislava’dan Viyana’ya da Tuna nehri kenarindaki bisiklet yolunu kullanarak gitmek mümkün. Parlamento Binasının hemen yanında ondan daha az görkemli olmayan Belediye binası bulunuyor.
Fatih bize en üstte kule ucunda bulunan adamın şehir efsanesi haline gelmiş öyküsünü anlatıyor. Denilen o ki adam hala Türkleri bekliyormuş, ihtiyaten oraya durmuş, saldırı olursa şehre haber verecekmiş. Gülümsüyoruz. Belediye binası Rathaus’un hemen karşısında yer alıyor. Az ileride sağda Burg Tiyatrosu bulunuyor, burası Avusturya’nin 1. sınıf Tiyatrosu, burada çalışmayı başarabilen bir aktör de en iyilerden sayılıyor. İnsanlar şık takım elbiseler olmadan içeri alınmıyorlar. Oldukça da pahalı bir mekan. Yaklaşık yüz metre ilerde solda Viyana Üniversitesi binasını görüyoruz. Bir zamanlar Freud’un da ders verdiği mekan burası, bugün çok sayıda Türk öğrenci burada okuyor. Allah hepsine yardım etsin. Burg Tiyatrosunun 100 m. ilerisinde sağda bir bina var. Beethoven’ın burada yaşadığı söyleniyor. Mozart’a gelince şehir tamamiyle bir Mozart şehrine dönüşmüş durumda. Mozart burada oturdu, burada da oturdu, burada Figaro’yu yazdı, burada kahve içti, burada arkadaşlarıyla buluştu vb. birçok şey anlatılıyor. Epeyce turistik amaçlı elbette…

Viyana Üniveristesi’nin yanında bir melek heykeli ile ardında Votiv kilisesi muhteşem bir görüntü veriyor. Votiv “adak” demekmiş. Bu beyaz sivri kuleli binaya hayran oluyorum. Daha sonra Fatih’ten buraya yaklaşık yarım saat mesafede bulunan Birleşmiş Milletler meydanına Muhammed Esed’in adının verildiğini öğreniyorum. Bilindiği gibi Leopold Weis, yani Muhammed Esed Avusturyalı. Doğduğu yıllarda Doğu Galiçya’nın Lvov şehri Avusturya-Macaristan İmparatorluğu hakimiyetinde bulunuyor. Bu yüzden o bir Avusturya vatandaşı. Zaten ömrünün gençlik yılları ailesiyle beraber Viyana’da geçiyor. Hatta Avusturya ordusuna yaşı tutmadığı halde ailesinden kaçarak yazılan bir gençten söz ediyoruz. Alman ve Polonya edebiyatıyla derinden ilgilenmiş, uzun yıllar bu bölgelerde gazetecilik yapmış, sonra Müslüman olmuş bu zatın adını Birleşmiş Milletlerin önündeki meydana vermiş olmaları çok uygun. Zira o ırken Yahudi, tab’en Avusturyalı, dinen Müslüman. Şahsında Birleşmiş milletleri temsil eden bir adam. Yahudileri anınca şehirdeki Yahudi Soykırım anıtından söz etmemek olmaz. Freyung’dan Am Hof’a girip Judenplatz’a: Yahudiler Meydanı’na geçiyoruz. Evvelce sözünü ettiğim Çerkez Dayı heykeli de Freyung’da Yahudi bölgesine gelmeden karşımıza çıkmıştı. Soykırım anıtına yol alıyoruz. Soykırım Anıtı ünlü Nazi avcısı Simon Wiesenthal tarafından önerilmiş. Burada da Yahudilere karşı ellerini öpecek derecede mahcuplar. Gerçekten de Avusturyalılarda ırkçı bir kibir derinlerde bulunuyor. Budapeşte sokaklarında size gülümseyerek bakan Macarların tersine Avusturyalılar buz gibiler. Arkadaşlardan öğrendiğimiz kadarıyla Türkler, özellikle başörtülüler, okuma hakları olmasına rağmen burada eşit değiller. Fatih’in eşi Tuba burada doktora yapıyor, ama üniversitede kalmak noktasında hocaların eğilimlerine göre ya feminist, ya Yahudi öğrencileri tercih ettiklerini, adam seçtiklerini ve seçilenler arasında asla başörtülü bir müslümana yer olmadığını anlıyoruz. Burada da özgürlük bir yere kadar, karşınızdakiler size gerçekten insan olduğunuz için değer vermiyorlar, kendilerine biçtikleri demokrasi elbisesine sadakaten mecburen sizi de aralarına alıyorlar. Kişisel tercihlerin geçerli olabildiği her yerde dışlanıyorsunuz.

Yine de buradaki temel insan hakları kuralları herkesi belirli ölçüde rahatlatacak biçimde işliyor. Meydanda bir Filistin standı açılmış, duyuru yapılıyor. Öğreniyoruz ki burada gösteriler herkesçe her konuda yapılabiliyor. Polis size karşı değil sizi muhalif gruplardan korumak için yanınıza geliyor. Polise “gel beni koru şu meydanda gösteri yapacağım” diye haber veriyorsunuz. Bu da işin imrenilecek tarafı elbette…

  06.10.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut