“Bunlar iman edenlerle karşılaştıkları vakit "Biz de mü’miniz" derler. Fakat şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında da: "Emin olun, biz sizinle beraberiz, biz onlarla alay ediyoruz." derler. Allah da kendileriyle alay eder ve azgınlıklarında onlara mühlet verir; böylece onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.”(*1)
Gözümüzle gördüğümüz, içinde yaşadığımız kâinat, ‘Kur’an-ı Manzur’dur. Yani nazar edilen, bakılan Kur’an’dır kâinat. Kelâmullah olan Kur’an’ı Kerîm ise ‘Kur’an’ı Makru’dur. Yani okunan Kur’an’dır. Dolayısıyla, Manzur Kur’an’da olanlar, Makru Kur’an’da da olagelmektedir. Bu oluşlardan birisi, kâinatın her geçen gün daha da hızla genişliyor olmasıdır. Bu duruma mukabil Kur’an’ı Kerîm de insanların ve insanlığın anlayışının gelişmesiyle, beşer aklına ve kalbine farklı anlam mertebeleri ihsan ederek her geçen gün anlamca daha da genişlemektedir. Zamanın geçmesiyle, Kur’an’ın gençleşmesi böylece vuku bulmaktadır. Bu genişlikten, bu her gün çapı büyüyen Kur’an okyanusundan sinelere düşen damlacıklar bile insanı Kur’an’ın o Celâli ve Cemâli iklimlerinde dolaştırabilmektedir. Münafıkların hallerinin, özelliklerinin mevz-u bahis olduğu Münafîkûn Sûresi bu bağlamda insana münafıkların şerlerinden Allah’a sığınmayı telkin edebildiği gibi, sûrede münafıklara atfedilen özellikleri kendisinde kısmen de olsa görebilmesiyle inanan bir insana, doğrulmayı, hizaya gelmeyi de nasihat edebilmektedir.
Kur’an’ın her bir sûresinin, ayetinin diğer sûrelere ve ayetlere bakar bir yüzü, onları görür bir gözü var. Yukarıda mealen alıntıladığım ayetlerin de Münafîkûn Sûresi’ne bakar bir yüzü ve onu görür bir gözü var. Said Nursî, ‘İşârâtü’l İ’câz’ isimli tefsirinde bu ayetleri Kur’an’ın belâgatını, arapça gramer kaideleri, ayetlerin birbirini takip edişlerindeki yani dizilimlerindeki incelikler, ayetlerdeki kelimelerin alternatiflerine tercih edilişi, bir harfin bir ‘ek’in yerli yerinde kullanışı yönleriyle resmeder. Münafıkların hallerinin tahlili de bu şekilde Kur’anî bir eksende yapılır.
Bakara Sûresi ilk iki ayetiyle Kur’an’ın vasıflarından bahsettikten sonra üç ayette müttakilerin vasıflarından bahseder. Sonrası iki ayette kâfirlerden bahseder. Sonrası onüç ayette ise münafıklardan bahsedilir. Münafıklar için böyle fazla bir anlatımın sebepleri vardır elbette. Kur’an hakîmdir. İlkin Münafık meçhuldür. Kandırıcıdır. Aldatıcıdır. İç düşmandır. Harici düşman, cesareti ve dayanışmayı arttırabilirken, iç düşman kuvveti dağıtır, cesareti azaltır. Tıpkı aşının vücuda direnç verirken, kanserin öldürmesi gibi. Münafıkların bu halleri Kur’an’ın onları çeşitli yönleriyle çirkin görmelerini uzun tutmuştur. Bunun gibi bir çok hikmete binaen ilgili ayet sayıları diğer iki kategorideki insanları niteleyen ayetlerin sayılarından fazla tutulmuştur.
İşârâtü’l İ’câz’daki ilgili ayetlerin tefsirinden bir kısımına değinelim:
‘Yekulu (derler)’ İman davasının ayn-ı itikad olmayıp ancak kuru bir sözden ibaret olduğuna işarettir.
Noktay-ı istimdat olan imanın üç hassası: 1- İzzet-i nefis, başkalarına kendini zelil göstermeye tenezzül etmez. 2- Şefkat, kimseyi tahkir ve tezlil etmez. 3- Hakikatlere ihtiram ve yüksek şeylerin kıymetini bilmekle istihfaf etmemek
İmanın zıddı olan nifakın da üç hassası: 1- Zillet. 2- İfsadata meyletmek. 3- Başkalarını tahkir etmekle gururlanıp zevk almak
Direk alıntılarla devam edelim ve bir sonraki yazımızda tefsiri yapılan ayetlerin gözünden Münâfîkûn Sûresine bakalım:
“Sonra nifak imanın hilafına kalpleri ifsad eder, kalbin fesadı ise yetimliği intaç eder. Yani bozuk olan kalb kendisini sahipsiz, yetim bilir. Bu haletten korku neş’et eder. O korku onu kaçıp gizlenmeye icbar eder.”(*2)
“Sonra nifak, imanın aksine, akraba ve saireler arasında sıla-i rahmi kat’ eder, keser. Bu ise şefkati izale eder. Şefkatin zevali ise ifsadata sebep olur. İfsaddan fitne çıkar. Fitneden hıyanet doğar. Hıyanet dahi zafiyeti mûciptir. Zafiyet de himaye edecek bir zahîre, bir arkaya iltica etmeye icbar eder.”(*3)
“Sonra imanın hilafına nifakta tereddüt vardır. Yani münafık olan kimse, kat’i bir hüküm sahibi değildir. Bu ise sebatsızlığı intaç eder. Bu da mesleksizliği. Bu da emniyetsizliği tevlid eder. Bu ise – kanunen maznunların hergün ispat-ı vücut etmeleri lüzumu gibi – daima şeytanlarına gidip küfürlerini, ahidlerini tazelemelerini icap ettirir.”(*4)
“Sonra mü’minlere gidip geldiklerinden hasıl olan şüpheyi izale etmek için, and dilemeye mecbur oldular. Ve imanın hilafına, hakikatlere adem-i hürmet ve istihfafta bulunarak kıymetli şeylere ihanet ettiler ki, kendilerine atfedilen ithamları defetsinler.”(*5)
“Sonra, münafıkların şu gidiş ve söyleyişlerini dinleyen sâmiîn mü’minlerin de mukabelede bulunmalarını intizar etmekte bulunduğu, siyak-ı kelâmdan anlaşıldı. Bunun için Kur’an-ı Kerim de mü’minlere bedel “Allahu yestehziu bihim” diye mukabelede bulunmuştur. Yani, “Cenâb-ı Hak, onların istihzaları üzerine eşedd-i ceza ile dünya ve âhirette tecziye eder ve edecektir”(*6)
- Bakara Sûresi, 14-15
- Age, 147
- Age, 148
- Age, 148
- Age, 148
- Age, 148-149
© 2021 karakalem.net, Harun Pirim