Furkan sûresinden kalbe düşenler (II)

Mona İslam

53. İki büyük su kütlesini–ki bunlardan biri tatlı ve susuzluğu giderici, diğeri tuzlu ve acıdır–birbirine salıveren ve ikisinin arasına bir engel, karışmalarını önleyen bir perde koyan O’dur.

ÂYETİN MANA DENİZİ şüphesiz tüm müminlerin muhayyilesi açılsa, onlara cin ve melek nevleri de katılıp dağarcıklarındakileri anlatsalar, şerh üstüne şerh yazsalar tükenmez. Benimki de o denizden çıkarılmış bir parlak turuncu mercan olsa, ne sevinirim! Allah bana o mercana dokunmayı nasip etsin.

Burada iki deniz denilince zihnimde kadın ve erkek beliriveriyor. Tarife ne hacet; biri tatlı ve susuzluğu giderici, diğeri tuzlu ve acı. Nehirler, göller tatlıdır. Denizlere nispetle ne kadar küçük olsalar da, insanlığın hayatında çok mühim bir yerde otururlar. Tıpkı kadınlar gibi. Onlar cemal ve rahmet tecellileridir. Çocuklarını emziren anneler gibi, tüm insanlığı ab-ı hayatla beslerler. Oysa deniz İbn Arabi’nin tabiriyle gazab-ı ilahinin tecellisidir. Celal ismi onda görülür. Büyüktür, ürkütür. Dalga ve fırtınaları, gece ve karanlığı, içindeki çeşit çeşit mahlukatı ile bir âlemdir denizler. Tamamını asla keşfedemezsiniz. Dibine inemezsiniz. Size belli bir derinlikten sonra basınç uygular, kameralarınızı patlatır. Denizaltılarınız infilak eder. Her tür keşif ve anlama çabası bir yere kadardır. Fazla kurcalarsanız öfkelenir denizler. Erkekler gibi.

Celal ve cemal gibi kadın ve erkek de birbirlerine bir meyille yaratılmışlar. Bunu “denizleri salıverdik” ibaresinden anlıyoruz. Salınma, ulaşma, temas etme için hiç şüphesiz. Tamamlanma, kemal bulma arayışı. Oysa aralarında daima bir engel bulunur. Onu bizzat Allah koymuştur. Onun koyduğu engeli kim aşabilir? Bu engel evvelen şeriatın engelidir. Şeriat bir kadın ve bir erkeğin meyillerinin önünde engeldir. Ancak adaba riayet edilir ve o şeriatın izni alınırsa perde bir derece ref’edilir. Yine de bir ince perde daima vardır. Yıllar geçse de, insanların uyumu ziyadesiyle olsa da, taraflar birbirini iyice tanısa da, birlikteliğin ahengi üzerine tüm hikmetler bilinse ve uygulansa da, farklılık engeli baki kalır. Bundandır ki, kadın ve erkek ömürlerinin sonuna dek aralarında bir berzahla yaşarlar. Vuslat ne mümkün, insanın hevasına hoş gelmese de, hakikat böyle...

Allah bu engeli neden koymuş ki? Sırf eziyet olsun diye mi? Haşa. Bilakis rahmetinden. Allah insana en çok insandan tecelli eder ya, bu tecellinin zirvesi kadından erkeğe, erkekten kadına olanıdır. Bu yüzden mü’min erkekler ve mü’mine kadınlar birbirlerinin velisidirler. Veli insana yol gösteren, kılavuzluk eden kişidir. Yol ise Rahman’a varır. Kadın erkekten, erkek kadından daha iyi yol gösterici bulamaz. Kendinde anlamlandıramadığı her şeyi diğeri onun namına basitleştirir, düğümleri çözmekte yardımına koşar. Kendini bilmenin bir parçası kendi cinsinden yaratılmış eşini bilmektir. Allah bizi bir nefisten yaratmadı mı? Ayet-i celile öyle demiyor mu? Öyleyse “nefsini bilme”ye eşini bilme de dahil olmalı. Bu da bizi Rabbi bilmeye götürmeli. Yani bu işte beraberiz. Başarırsak beraber başaracağız, çuvallarsak beraber…

Oysa kadın ve erkek arasındaki berzah kaldırılsa, onlar birbirlerine karışsalar, farklılık ortadan kalkar. Denizlerin ikisi de birbirine karışıverince tuzluluk ve tatlılık yitip gider. Geriye tatsız tuzsuz birşey kalır. Ne tatlı su canlıları hayatta kalır, ne de tuzlu. Kadın ve erkeğin de kendilerine ait dünyalarında yaşattıkları canlılar vardır. İçerinde Hayy ismine mazhar nice âlemler bulunur. Onların yaşaması berzaha bağlıdır. Kadın ve erkek birbirlerini farklılık içinde sevmeyi ve muhafazayı başarmak zorundadır. Nefsin “benzerimi severim” hissiyatı hemcinslerimizden olan dostlarımız için verilmiştir.

İki deniz karışınca olacak ikinci şey de, artık ne birbirlerini ne de birbirleri üzerinde yansıyan Rabbi göremeyecek olmalarıdır. Aynaya bakmak için belli bir mesafe şarttır. Yapışırsanız hiçbir şey göremezsiniz. Bu yüzden Allah hem incizap derecesinde bir aşkla onları tutuşturur ki, birbirlerine iyice baksınlar, gözlerini ayırmasın, hiçbir ayrıntıyı kaçırmasınlar. Her tecelliyi yakalasın, her lem’adan O Nur’a bir bakış fırlatsınlar; hem de birbirlerinden ayırır ki, birbirlerine değil, O’na tapsınlar. Tüm anlaşmazlıkların, ihtilafların, didişmelerin hakkından gelmek için bu berzahın farkına varmak lazımdır. Yoksa insan kendini sürekli cama vuran sinek gibi harap ve bitap düşer. Aralarındaki engel bizatihi O’dur. Çünkü ikisi de birbirlerine, birbirlerinde O’nu görsünler diye verilmişlerdir. Zaten verili her şeyin O’nu göstermekten, bildirmekten, sevdirmekten başka ne gayesi olabilir?

54. Ve insanı bu sudan yaratan ve onu soy sop ve evlilik yoluyla kazanılan yakınlık, bağlılık (duygusuyla) donatan O’dur.(Evet) Çünkü Rabbin sınırsız kudret sahibidir.

Dedik ya insanlar tatlı tuzlu sulara benzerler. İşte bu sudan da yaratılırlar. Ayrı tutulmaları bir tarafa, bu iki denizin ortak mahsulatı da vardır. Bu da soy sop ve akrabalık bağları şeklinde tezahür eder. Hepimiz hakikatte Âdem ve Havva adındaki iki denizin ortak mahsulleri değil miyiz? O halde, nasıl ki denizler arasında ne kadar uzak mesafelerde bulunursalar bulunsunlar bir bağ vardır. Bir balık bir denizden çok uzak başka denizlere seyr-ü sefer edebilir. İnsanlar arasında da birbirine yapıca ve kültürce en uzak olanlarında dahi, böyle akrabalık bağları bulunur. Hepimiz aynı sudan yaratıldık. Ya yeraltı suları gibi manevi ve batıni bağlar suretinde, ya da gözle görülür akıntılar ve nehirler biçiminde birbirimize bağlıyız. Yalnız kalan kurur, biline! Suyun havaya direnç gösterebilmesinin, kuruyup gitmemesinin tek yolu birlikte durmaktır.

Bu bizim evlilik bağlarımız için de geçerli bir husus. Kadın da erkek de tek başlarına yetimdirler. Allah onları birbirlerine “veli” kılmıştır. Velisi alakadar olmadığında hayat mektebinde insanın ne denli başarılı olabileceği, okula giden çocuğu olanların, yahut okula gitmişlerin malumudur. İkisi de çıplaktır, çünkü Allah onları birbirine “örtü” kılmıştır. Gece ve gündüz gibi kıyamete kadar birbirlerini kovalar durur, ama hiçbir zaman tam manasıyla bir olamazlar. Ama gece de, gündüz de birer ayettir. Allah gündüzü geceden soyup çıkarır, geceyi gündüze örtü yapar.

İki zıt unsuru birbirine böylesine bağlayan, alakadar ve muhtaç kılan, onlara birbirlerinin işerini gördüren, onlardan kendine yollar çıkaran, üzerlerine işaretler koyan, kendilerinden nice hayatlar ve varlık âlemleri yaratan Allah şüphesiz ki kudret sahibidir. Ondan başka kim kuvve-i cazibeyle kuvve-i dafiayı, itme ve çekmeyi, şehvet ve gazabı, acı ve tatlıyı, kadın ve erkeği âlemde böylesine hem beraber, hem ayrı deveran ettirebilir. O Âdem’den Havva’yı, Meryem’den İsa’yı yaratır, kadınlara oğullar, erkeklere kızlar verir, onları kudret elinde evirip çevirir, ayrı ayrı, karıştırmadan, unutmadan, ihmale uğratmadan. Her bir evirme çevirme, İsm-i Kadir’in vechesinden sair isimlerin okunması içindir.

57. De ki: “Bunun için sizden dileyen kimsenin Rabbine giden yolu bulmasından başka bir karşılık istemiyorum.”

Kadında erkek, erkekte kadın için Rabb Tealaya giden bir yol vardır diye belirtmiştik. Bu yol iki kişilik gibi görünse de, aslında tek nefisliktir. O nefsin her parçası diğerinin gözüyle yolunu görür. Her ayak diğerini hedefe taşır. Düşen yanındakine uzanır. Nefsimizin diğer parçasını düştüğü yerden kaldırmak üstümüze vaciptir, yoksa yol almak mümkün değildir. “Evlilik dinin yarısıdır, kalan yarı içinse Allah’tan korkun” diyen Nebi’ye bir de bu açıdan kulak versek ya…

58. …kimse kullarının günahlarından O’nun kadar haberdar değildir.

Günahların en gizlisi ve en çok zarar vereni kadın ve erkek arasında zuhur edenlerdir. Kimse hayatımıza bu kadar dahil değildir ki, ona daha çok zarar verelim. Kimseyi kalbimize bu kadar sokmadık ki kalbimiz daha ziyade kırılsın. Allah şikayetleri işitir. Zaten kadın ve erkek arasındaki gönül kırıklıkları öylesine gizlidir ki, O’ndan başkasına şikayet edilemezler. Bazen biz kıyamasak ve şikayet etmesek de o izzeti gereği bir amme davası açar. Ummadığınız yerden size bir dert geliverir. Bilin bakalım kimin kalbini kırdınız da o yüzdendir?

70.Şu kadar ki, pişman olup doğru yola dönen, inanıp dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan kimseler bunun dışındadır; bundan ötürü, (önceki) kötü hallerini Allah’ın iyi hallere dönüştürdüğü kimseler işte böyleleridir; çünkü Allah çok acıyıp esirgeyen gerçek bağışlayıcıdır.

74. Ve onlar ki, “Ey Rabbimiz!” diye niyaz ederler, “bize göz nuru olacak eşler ve çocuklar bahşet; bizi Sana karşı sorumluluk bilinci taşıyan kimseler için örnek ve öncü yap!”

Dikkat edelim ki “göz nuru” ifadesi Efendimizin dilinde namaz için kullanılan bir ifadedir. Namaz ubudiyetin fihristesi olduğundan olsa gerek, eşlere ve çocuklara da “göz nuru” olan namaz gibi ubudiyet nazarı ile yönelmek gerekliliği remz edilmektedir. İnsan gözüne nur gelince görür. Görülmesi istenen O’dur. Ona bakmak için gözümüze nur olacak olan eş ve çocuklarımızdır. O’nu onların penceresinden ziyade nerede seyredeceğiz ki! Üstelik namaz Allah ile münacat ve mükaleme yeri olması hasebiyle de nurdur.

Anlıyoruz ki insan eşi ve çocuklarıyla sohbet ederken de Allah ile mukalemede gibi hissetmelidir. Bu bir sufinin “İnsanlar benim senelerdir kendileriyle konuştuğumu sanırlar, oysa ben bunca yıldır Hak’la sohbetteyim” demesi gibidir. Hayal değil hakikattir, suni değil tabiidir. Onlar bize gönderilmiş, yanı başımızda yaşayan, hayatlarına şahit olduğumuz ayetlerdir. Efendimiz’in (sav) yürüyen Kur’an oluşu gibi, bir mü’minin ailesi kemaline göre kimi zaman bir Sure-i Rahman’dır. İnsan hem tekvini hem tenzili ayettir. Hem kelama hem halka mazhardır. Ona kah güneşe ve on iki seyyaresine, kah sure-i Yusuf’a bakar gibi bakmak gerekir...

  27.08.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut