BİR ZAMANLAR, duası pek makbul bir zât varmış.
Allahu Teâlâ'nın nazlı ve nâzenin, mübarek bir kuluymuş.
Devrin padişahı,
Bu zâtın hayır duasını almak maksadıyla
Onun ziyaretine gelmiş ve demiş ki:
"Hocam, dünyadaki en faydalı iş hangisidir?"
Velî zât, sorulan soruya cevaben,
"Allah'ın verdiği nimetleri şükrederek yedikten sonra def'-i hâcet etmektir" demiş.
Padişah bu cevaba sinirlenmiş.
Kendisine bir saygısızlık yapıldığını düşünerek,
Hoşnutsuz olarak kalkıp gitmiş.
O günün gecesinde, müthiş bir karın ağrısıyla uyanmış.
Soluğu doğruca tuvalette almış.
Ne yaptıysa, ne ettiyse, bir türlü def'-i hâcet edemiyormuş.
Artık bu karın ağrısıyla öleceğini düşünürken,
Gündüz ziyaretine gittiği hocayı hatırlamış.
Son bir gayretle hazırlanarak,
Acilen o mübarek zâtın yanına varmış ve:
"Hocam, halim perişandır.
Ne olur bir dua ediverin, değilse öleceğim" diyebilmiş.
Allah'ın bu mübarek velîsi, padişaha bakarak,
"Şu saltanatını ve payitahtını bana devredersen, Allah'a dua ederim.
Belki Allah haline acır da düştüğün şu perişan halden seni kurtarır" demiş.
Padişah, içine düştüğü dehşetli karın ağrısının verdiği sıkıntıyla,
Canının boğazına kadar geldiğini ve artık öleceğini düşünürken,
Son bir bir feryat ile,
"Saltanatım da senin olsun, payitahtım da.
Allah aşkına, derdime bir derman, ölüyorum!" diyebilmiş.
Allah'ın nazlı ve nazenin velîsi,
Ellerini açmış ve padişah için hayır duada bulunmuş.
Duayla birlikte, padişah oracıkta hâcetini def'edivermiş.
Allah'ın sevgili velîsi,
Velîlere yakışır bir kelâmla,
"Ne muhteşem bir saltanatmış ki,
Bir def'-i hâcet için terk edilebiliyor.
Ne müthiş bir payitaht ki,
Bir def'-i hâcet kadar bile değeri yok" demiş ve şöyle buyurmuş:
"Bize böyle değersiz bir saltanat gerekli değildir.
Alın, saltanatınız da sizin olsun, payitahtınız da..."