Seminerler

Amerika’da İslam: İdealler ve Gerçekler

Ne zamanki bu insanlara bizler ulaştığımızda ve İslam’ın doğru mesajını onlara anlattığımız ölçüde İslam’dan haberdar olunca kendi iç dünyalarında oluşturdukları o “tek ilah inancı”yla İslam %100 örtüştüğü için tereddüdsüz müslüman oluyorlar.


Konumuz, Amerika’da İslam, İdealler ve Gerçekler. Kısa bir konuşma yapıp belki sorusu olanlar varsa sorular çerçevesinde konuşmayı tercih ediyorum.

Fakat Amerika’da İslam konusuna girmeden önce benim de son zamanlarda dikkatimi çeken bir konu var, özellikle Türkiye açısından diyorum: Misyonerlik Faaliyetleri. Orda çok fazla takip imkanım olmadı ama anladığım kadarıyla Türkiye’de bayağı bir artmıştı son zamanlarda. Gizli kiliseler var, Atari salonları veya bilardo salonları adı altında açılıp kendilerince Türk insanına misyonerlik çalışmaları doğrultusunda hristiyanlığı aşılamaya çalışıyorlar veya cemaatlerini genişletmeye çalışıyorlar. Tabii bu bizim insanımız açısından oldukça rahatsız edici bir konu yani işin doğrusu. Ama çok yeni bir şey değil bu; yüzyıllardır olan bir şey.

Fakat ben özellikle Türkiye’nin ve dünyanın yakın geçmişindeki bu misyonerlik faaliyetleri tecrübesiyle ilgili şunları söylemek istiyorum. Yine Metin beyden rica ettiğim bir makale vardı: Amerika’da Hartford Seminary denilen ilahiyat fakültesinde yayın organında yayınlanmış 1940’lı yıllardan bir makale bu. Hindistan’da misyonerlik faaliyetleri yapan bir papazın İtalya’da Papa’ya gönderdiği bir mektubunda aynen şu ibareler geçiyor. Diyor ki “Biz, müslümanları hristiyanlığa çeviremiyoruz ve en temel problem de şu: İslamiyette günde beş vakit ibadet var ve biz haftada bir defa kiliseye gidiyoruz. Yani insanların karşısına “Gelin size Allah’ı anlatalım, dini anlatalım, huzur bulun.” gibi ifadelerle çıktığımızda üstümüze gülüyorlar yani ve haklılar bunda: Çünkü günde beş defa Allah’a ibadet eden insana biz diyoruz ki “Gelin hristiyan olun, haftada bir defa kiliseye gidin.” Bu, bizim imajımızı sarsıyor. Onun için sizden ricam diyor Papa’ya, Hiç değilse günde bir defa kiliseye gitme emri çıkartın. Yani böyle bir emir Papa vasıtasıyla gelecek, çünkü Allah ile hristiyanların bağlantısı yok.

Son 25 yıl içerisinde yani 75’ten sonra 2000 yılına kadar özellikle Papalığın görevlendirdiği, dünya çapındaki misyoner sayısı 1 milyondur. 1 milyonu aşkın kişi misyoner olarak çalışıyor, bunun 3’te 1’i evangelist dediğimiz fanatik hristiyanlar. Fakat 25 sene içerisinde nasıl bir mesafe katedilmiş bir de ona bakalım yani. Özellikle 1950’den sonraki seneler için diyorum, dünyanın son 50 senesinde hristiyanlık sadece İslam ülkelerinde değil, Çin gibi gayrimüslim ve semavi hiçbir dayanağı olmayan ülkelerde de artış gösteriyor. 1950’den sonraki istatistik rakamı %134 olarak görünüyor. Yani hristiyanlık son 50 sene içerisinde %134 oranında artmış durumda. Kısacası bir artış var. Türkiye için şöyle bir rakam okudum gelmeden önce. Sizin daha iyi takip etme imkanlarınız var tabii. Sanıyorum yaklaşık iki ay kadar önceydi. Son 7 senede bu misyonerlik faaliyetleri sonucunda 341 kişi hristiyan olmuş, 6 kişi de yahudi olmuş. Tabii, haberi veren, “Aslında çok da abartılacak birşey yok. Yani endişe duymayın.” şeklinde bir haber geçiyor ama belki bu çok daha fazla rakamları tepki çekmemek için az gösterme gibi bir gayret de olabilir. Ama sonuçta, rakam ne kadar yüksek olursa olsun, bizi korkutacak veya endişelendirecek, üzecek bir boyutta değil ve inşaallah hiçbir zaman da olmayacak; bunun sebepleri var.

O sebeplerden bir tanesi de, dünyada İslamiyetin herşeyden çok daha fazla, büyük bir hızla ilerliyor olması, büyüyor olması. Ben tabii bir takım rakamlar vereceğim size inşaallah, fakat sizlerden özellikle istirhamım şu: İngilizce bilenler için söylüyorum. Arama motorlarına, Yahoo gibi, Google gibi motorlara girin ve “İslam in France” deyin mesela. Bir tane ülke seçin. Hangi ülke olursa olsun. Ama İngilizcesiyle yazın: “Islam in France” mesela... veya “Islam in Argentina” veya “Islam in Brazil” gibi. Kendinize bir ülke listesi çıkartın ve herbirisini teker teler bu şekilde arama motorlarında araştırın. Ve çıkan makalelere bakın. Yani istisnasız söylüyorum, hangi ülkeye girerseniz, birinci değilse üçüncü, beşinci, onuncu, onbeşinci maddeyi şöyle göreceksiniz: “Islam is the fastest growing religion in Italy” mesela. İtalya’da en hızlı gelişen din İslam’dır. Fransa için geçerli bu, Kanada için geçerli bu, hatta, bizim Bermuda Şeytan Üçgeni olarak bildiğimiz bölge için bile geçerli. Nereye bakarsanız bakın, şu anda dünyanın gündemine oturmuş durumda İslam. Ve heryerde en hızlı gelişen din olarak yad ediliyor, anılıyor.

Konumuz: Amerika’da İslam. Ben yine tabii somut bir şekil oluşsun diye rakamlarla bunu ifade etmeye çalışacağım. 1994 yılında gittim ben Amerika’ya. 1994 Ocak’ında. Tabii gider gitmez orada, kendimi bir islami çevre içerisinde buldum ve kaldığım süre içerisinde, yani 11 sene, bu ve daha başka islami çevreler içerisinde çok büyük bir irtibat ile İslamiyet’in oradaki temsili noktasında faaliyetlerimiz oldu, Cenab-ı Hak bunu nasib etti. 94’te gittim, 97’den size bir haber veriyorum CNN’den. 2000 yılına doğru yaklaşmakta olduğumuz için, Amerika bu 1000 yılı nasıl karşılıyor. Genel ahvali, Amerika’daki genel durumu özetleyen bir haberdi bu. Tabii İslam’a da yer veriliyor. 1997 yılı itibarıyla CNN’in verdiği raporda, Amerika’da 1100 tane cami var ve 6 milyon civarında -ki bunun 4 milyonu, bizler gibi Amerika’ya dışardan gitmiş, evveli müslüman olan insanlar, 2 milyon kadarı Amerika’lı müslüman-. 1100 cami ve 6 milyon tebaasıyla İslam mevcut diyor Amerika’da. Fakat aynı zamanda İslam, tüm dünyada olduğu gibi, Amerika’da da en hızlı genişleyen din durumunda. Haberin altında diyor ki “Eğer bu hızla devam ederse, 2020 yılında -Haberin verildiği tarih 1997- 2020 yılında, yani 23 sene sonra, nüfusu 10 milyona çıkacak ve hristiyanlıktan sonra ikinci din, -en kalabalık din- konumuna yükselecek.” diyor haber. Tabii aradan 4 sene geçti, bu 2001’de 11 Eylül hadisesi oldu. Gerek orda, gerek dış dünyada müslümanlar çok ürktüler. Yani İslam’a maledilmiş bir terör hadisesi, özellikle Amerika’daki müslümanlar çok tedirgin oldu, yani Amerika halkı ve devleti bundan sonra bize nasıl muamele edecek diye. Biz o tedirginliği, ürkekliği yaşarken, hiç tahmin etmediğimiz bir gelişme oldu orada, Amerika’da. Amerika insanı, ferdi bazda olsun veya gruplar halinde müslümanlarla irtibata geçtiler. Özellikle kiliseler, üniversiteler, hatta iş merkezleri, çevrelerindeki islami organizasyonlarla irtibata geçip, bulamadıkları zaman en yakınlarındaki müslüman olarak kimliği belirlenmiş kişilerle temas haline geçip İslam’ı öğrenmek istediler, merak ettiler. Tabii onların bakış açısı çok farklıydı. Yani Amerika, iki tarafı okyanuslarla çevrili bir ada... Ortadoğu’da, hala daha, ortaçağda yaşayan bir insan, nasıl bir vasıta buluyor, Amerika’ya ulaşıyor ve gelip en büyük iki binayı çökertebiliyor yani. Bunun arkasındaki güç nedir? Kimdir bu insan? Ve bu binalardan sonraki hedefleri nedir, ne yapmayı istiyorlar? Amerikan insanı bu korkunun içinde. Bizlerle veya organizasyonlarla temas kurup bir sonraki adımı merak ettiklerinden, sormak için... Ve 11 Eylül hadisesini takip eden ilk 1 ay içerisinde Amerika’da tam 4000 tane resmi konferans oldu. 4000 resmi konferansta, İslamiyet bu insanlara anlatıldı. Fakat bu 4000 resmi konferanstan kat kat daha fazlası gayri resmi olarak yapıldı. Yani ben kendim örnek olarak söyleyeyim: O ilk 1 ay içerisinde tam 20 tane konferans verdim ki bunların hiçbirisi kayda girmemiştir yani. Orada 50 bin tane Türkiye’den öğrenci var, ve bunların içerisinde islami olarak çok şuurlu olup, islamı temsil noktasında çok gayretleri olan insanlar var. Bizlerin dışında bugün 10 milyona yakın müslüman var, onların gayretleri var, yani bunları hep biraraya getirdiğimizde binlerce yerde İslamiyet anlatıldı. Sonuç: İnsanlar, müslümanların bir sonraki terör aktivitelerinden nasıl emin olabilirler, veya sorularının cevaplarını aramaya çalışırlarken, aslında hristiyanlığın kifayetsizliğinden kaynaklanan, düşmüş oldukları bir boşluk içerisinde, kafalarını meşgul eden soruların cevaplarıyla karşılaştılar. Ve İslam’ın, aslında tedirgin olmaları gerekmediğini, kendi sorularına cevap verecebilecek bir nitelikte bir din olduğunu keşfettiler bu arada... Ve haliyle bu, insanları İslamiyete yöneltti. Sonuçta, özellikle Internet aracılığıyla, insanlar, arama motorlarında islam gibi, cihad gibi veya Muhammed (s.a.v.) gibi, Allah (c.c.) gibi kelimeleri girerek büyük ölçüde bilgi elde ettiler ve bu süreçten sonra New York Times şöyle bir haber geçti. Bunların kupürleri bende var, ben size haberleri verirken bunları sakladım. NY Times diyor ki “11 Eylül ile Amerika’da insanların İslamiyete karşı ilgisi arttı. Ve islamlaşma oranı tam 4 kat arttı.” Bu haber 2001 yılına ait. 2002 yılında CNN aynen 97’deki gibi bir rapor daha geçti bizlere, okuduk. CNN’in raporu şu, 2002 yılında. 97’de 1100 cami, 6 milyon müslüman vardı ve bu hızla giderse 2020 yılında 10 milyona ulaşıp 2. din konumuna gelecek demişti. 2002’deki haberi şu: Bugün Amerika’da 6000 tane cami var, ve 10 milyon müslümanla İslam 2. din konumuna yükselmiş durumdadır diyor, 2002 yılında.” Yani onların beklentisinden tam 18 yıl önce bu gerçekleşti. Bu bir vakıadır.

Peki, 11 Eylül’den sonra 4 kat arttı diyoruz bu islamlaşma oranı, veya İslamiyete ilgi duyup da müslüman olanların oranı. Sayısı nedir bunun? Bugünkü sayısı itibarıyla söylüyorum: Amerika’da 1 yılda müslüman olan Amerika’lıların sayısı 500,000’dir, tam 500,000 kişi bugün Amerika’da müslüman oluyor. 500,000 kişi, 360’a böldüğünüz zaman, günde yaklaşık 1300 kişi ediyor. Yani bizim her yaşadığımız 24 saatte Amerika’da 1300 kişi oluyor müslüman. Ve Amerika bu hızıyla dünyada 3. ülke konumunda, islamlaşmanın ya da insanların islamiyete dahil oldukları hızda Amerika 3. sırayı alıyor. 1. ve 2. ülkeyi veya ülke gruplarını bilen var mı? İslamiyetin en hızlı yayıldığı ülkeyi, toprakları biliyor musunuz? Rusya. Şu anda, günde 1300 kişisiyle Amerika 3. sırada, Rusya’daki rakamları bilmiyorum ama Amerika’dan daha öte olduğunu biliyorum. 2. sırada Avrupa geliyor; genel anlamda söylüyorum bunu, bütün Avrupa ülkelerini birlikte düşünüyoruz. Böyle bir hıza ulaşmış durumda.

Bunun tabii sevindirici olduğu kadar üzücü tecrübeleri de var. 500,000 kişi müslüman oluyor ama 500,000’i müslüman kalmıyor maalesef. Bunun %50’si, belli bir müddet sonra İslam’dan çıkıyor. Onun da en birinci sebebi biz müslümanlarız. Çoğunuz biliyorsunuzdur Cat Stevens’ın ya da bugünkü Yusuf İslam, müslüman olma tecrübesi arkadasındaki hikayeyi. “Allah’tan ki önce Kur’an’ı tanıdım” diyor. “Eğer müslümanlarla karşılaşmış olsaydım, ben bu dine girmezdim.” diye. Aynı tecrübeden dolayı... Amerika’da burdan gitme müslümanlar var, fakat maalesef büyük çoğunluğu maddi amaçlarla gitmiş ve islami bir hayatı olmayan. Dolayısıyla gayri müslimler ile intibakta çok rahat olan, aynı hayat sistemini benimseyen, yaşayan islam dışı bir hayatı olan insanlar oldukları için, yeni müslüman olanlar, bu insanların samimiyetsizliği yüzünden tekrar İslam’dan ayrılıyorlar. Bu da ayrı bir gerçek... Yani denilebilir ki, Amerika’da ya da dünyanın öbür taraflarında bilmiyorum, insanlar, müslümanlara rağmen müslüman oluyorlar.

İslamiyetin yayılmasında en birinci gelen sebep veya vasıta diyeyim, şu anda Internet görünüyor, çünkü herkes istediği an ulaşabiliyor. Ama tabii yeterli değil bu. İslam hakkında malumat elde edilebiliyor, insanlar Internet vasıtasıyla İslam’a dahil oluyorlar. Fakat bu ihtiyacın çok cüz’i bir kısmına elbette ki yeterli oluyor. İslam bir cemaat dini; mutlaka kaynaşmak gerekiyor, mutlaka bir rehber gerekiyor, ama bu rehberlik hizmetini yapacak adamımız yok Amerika’da. Yani başıboş gelişen bir müslümanlaşma ya da islami topluluk var, ve bu insanların ihtiyaçlarının belki ancak milyonda birine biz ulaşabiliyoruz, hitab edebiliyoruz. Çok şey muallakta kalıyor, açıkta kalıyor.

İslamiyetin Amerika’da çok hızlı yayıldığı yerleri söyleyeyim. Bunlardan bir tanesi ‘ordu’dur, ‘Amerika ordusu’dur. Şu anki rakamı bilmiyorum ama 94’te, ilk gittiğimdeki duyduğum şeylerden size aktarmak istiyorum, buna göre bir mukayese yapmak mümkün. 94 rakamı itibarıyla Amerikan ordusunda 10 bin tane müslüman var. Bunlar, erden tutun, çok üst rütbeli subaylara varıncaya kadar bir dağılım gösteriyor. Ve çok ilginçtir, bu 10 bin tane askerin üçte biri Körfez Harbinden sonra müslüman olmuş yani oraya savaşmaya giden insanlar, Körfez Harbinde müslümanlarla, İslam Kültürüyle ve İslam diniyle tanışınca, müslüman olmuş, gelmişler. 3000 kişi, yaklaşık. Amerikan ordusunda müslümanların konumu çok daha farklı. Bunlara, dini inançlarından dolayı ordu kesinlikle sıkıntı vermediği gibi her türlü kolaylığı da sağlıyor, mesela Ramazan’larda bunlar eğitimden muaftırlar, talim ve terbiyeye, idmana çıkmazlar yani, çünkü fiziksel olarak müsaid olmadıklarını düşünür ordu, muaf tutar bunları ve diğer askerlerin tabi olduğu bazı prensiplerden bunlar yine muaftır Ramazan aylarında: Kahvaltı saati bellidir, ordu malum burası. Öğlen ve akşam yemeği... Ama Ramazan gelince, müslüman askerlere has, iftar saatinde iftar verilir, sahurda sahur verilir ve nöbetçi, müslümanım diyenleri gider koğuşunda kaldırır, uyandırır, sahura hazırlar. Böyle bir esneklik var. Yahya Handy isimli Lübnanlı bir müslümanla tanışmıştım ta gittiğim ilk zamanlarda. Bu zat, Washington’daki bir üstte imamlık yapıyordu müslümanlara. Lübnanlı, Arap, orduda imam ve bizim Türkiye’den Bediüzzaman Hz.’lerini, Risale-i Nur’u tanımış bir insan bu. Onu kaynak olarak kullanıyor, her Cuma namazından sonra 500 kişilik bir konferans salonunda İslamiyeti anlatıyordu ve anlattığı tek şey Bediüzzaman Hz.’lerinin Sözler isimli kitabından 22. söz. Ki, tevhid üzerinedir, yani Allah inancı. İslam’da Allah’ın var oluşu ve bir oluşu kavramının işlendiği bir kitapçık bu. Sadece bunu kullanıyordu malzeme olarak 500 kişilik bir konferans salonunda... 94’ten beri 10 yıldır bunu yapıyordu ve istisnasız her konferanstan sonra 4 ya da 5 kişi gelip şehadet getiriyordu bu konferansın akabinde. Ve bu 10 senedir olan bir şey, düşünün. Sadece bir merkezde olan bir şey, başkentte olan. Bunu ordunun diğer merkezlerinde, diğer imamların veya islami temsilcilerin hepsinin yaptığını düşünün, bu 4-5’i haftalık bazda veya yıllık bazda, çarpın, 10’larla, 100’lerle çarpın; bu bir vakıadır yani, hayal değil... Amerika ordusunda görev yapan kadın temsilciler de var. Mesela Metin bey bilir, Hartford Seminary denen bir Protestan İlahiyat Fakültesinde “Müslüman-Hristiyan İlişkileri” başlıklı master programı var. Buraya gelip İslam üzerine master yapan bir binbaşı hanım vardı, müslüman ve tesettürlü ve orduda da görevli. Ordunun, imamlık yapmak için, yani ordudaki müslüman hanımlara rehberlik yapmak için, bizzat eğitime gönderdiği bir hanım. Yani kısacası Amerikan ordusu böyle. Burdan tanıştığımız çok askerler var, bu askerlerden, bu son harbe gelmemek için ordudan çıkanlar var, rapor alanlar var vs vs. Yani genel ahvali itibarıyla...

İslamiyetin en hızlı yayıldığı yerlerden bir tanesi de hapishaneler. Şu anda yaklaşık 400,000 müslüman mahkum var hapishanelerde ve bunların büyük bir çoğunluğunu zenciler oluşturuyor. Yıllık ortalama 30,000 kişi hapishanelerde müslüman oluyor, zenciler arasında çok yayılıyor. Ama tabii bunların bahsi geçince bazı insanlar küçümsüyor ya da önem vermiyor, yani zenci falan gibi bir ayrım içerisine giriyoruz ama unuttuğumuz bir nokta var; herşeyden önce, zenciler de insan ve onlar da, Kur’an’ın tabir ettiği gibi, Allah’ı tanımak ve ibadet için yaratılmış varlıklar, bizim gibi. Biz böyle bir ayrım yapmıyoruz yani. Bazen şöyle bir hata içine düşüyoruz, yani, zengin olsun siyasi olsun, veya üst düzey yetkililer arasında İslam gelişmedikçe bunun bir akıbeti yok, yani bizim hedefimiz dünyayı siyasi noktada İslam namına kazanmak ise doğru, fakat bu insanların ahireti de var; öldükten sonra bunlar için de cennet ve cehennem gibi iki şık var. Onlara da İslamiyet’in ulaşması gerekiyor ve müslüman olanlar sadece zenci değil, yani beyaz ve zenci arasındaki oran, hemen hemen %50 gibi. Bizim evimizin yanında bir hapishane vardı, 2000 kişilik bir kontenjanı var, mahkum kontenjanı. Orda ilginç bir tecrübem oldu, onu paylaşmak istiyorum. Amerika’da sosyal bilimler, böyle kiliseler olsun veyahut da insani yardımlar için oluşturulmuş merkezler var. Sivil Halk Örgütleri mi diyoruz, o tür şeyler... Bunlar çok aktif; özellikle hapishane gibi yerlerde, çok aktifler. Bizim hemen yanıbaşımızdaki bu küçük hapishanede, 2000 mahkumun olduğu yerde, tam 700 tane gönüllü, bu sivil kurumlardan geliyormuş. Bu mahkumlara bir şekilde yardımcı olmak için, faydalı olmak için yani tam 700 kişi. Neredeyse 3 mahkuma 1 insan düşüyor. Adam kazanmak veya bir yön vermek için. Ama ilginçtir, mahkumlar bu insanlara tâbi olmuyorlar, dinlerine girmiyorlar. Yani devlet her bir gönüllüye tam 20 saat, haftada, izin veriyor hapishaneye gidip program yapması için. Hapishanelerde de böyle konferans salonları var... Ve her grup için konferans verebilecekleri odalar var yani hapishanelerde. Ama mahkumlar pinpon oynamayı, basketbol oynamayı tercih ediyorlar, bu insanların peşinden gitmiyorlar. O hapishanede devletin tayin ettiği bir imam olmadığı için –Devlet buna mecburdur, ama her hapishanede maalesef yok. Yüzlerce gönüllü olmasına rağmen bir islami temsilci yok. Belki hapishanelerin %50’si boş, ama devlet kadrolu imamlar da çalışıyor. Burada olmadığı için ben talip oldum, gönüllü olarak. Yani hem öğrenciyim, hafta içi doluyum, Ama Cuma namazlarını zaten kılıyorum, hapishaneye gidip kıldırmayı tercih ettim ve bana iki saat yetti bu maksatla. İlk gittiğim gün 5 tane müslüman mahkum vardı, onlarla bir Cuma namazı kıldık, hutbeyle birlikte hepsi iki saat. İkinci hafta gittiğimde, sayıları 35 kişiydi bunların. O 5 tane müslüman, işte bizim de bir imamımız var, gelin dinleyin gibi... O 700 gönüllü bir tarafta çalışıyor, bir tane adam kaçıramıyorlar. 30 mahkum geldi... Üçüncü hafta gittim 60’a çıktı bu rakam. Dördüncü hafta gittim, teker teker gelip şehadet getirdiler. Hapishanelerde bu manada güçlü bir potansiyel var, çok güçlü bir potansiyel... Ve ben burada 8 ay bulundum, bu şekildeki bir gelişme, idareyi rahatsız ettiği için, uygunsuz bir şekilde attılar bizi dışarı ve daha müsaade etmediler. Fakat gerisini takip etmedim, etseydik onların başı belaya girerdi. O kadar çok ilgi var ki İslamiyet’e, insanlar artık hapishanelerde, ellerine geçen bir kitabı sayfa sayfa parçalayıp dağıtıyorlar ve böyle dönerli bir şekilde o sayfalar insanların arasında dolaşıyor. Bunu görünce ben 8 ay boyunca o hapishaneye her hafta gittiğimde elimde iki çanta dolu kitap gidiyordum; her mahkuma verdiğim halde bunun önüne geçemedim. Hala sayfalar yırtılıyordu, çünkü müslüman mahkumlar çok gayretliler ve diğerlerine ulaşıp mesajlarını vermeye, anlatmaya çalışıyorlar. Ve islam çok yeni olduğundan dolayı bir... İkincisi, oradaki mahkumların da tabii bir geçmişleri var, o geçmişlerde çok farklı tecrübeleri olmuş, bunaldıkları noktalar var, soruları var, cevaplarını bulamadıkları şeyler var ve İslam ile olan ilk ciddi temasta potansiyel olarak çok güçlü bir kaynak olarak görebiliyor ve ilgi duyuyor, çok kısa bir süre içerisinde de müslüman oluyorlar.

İslamiyetin hızla yayıldığı –belki hapishanelerden daha da hızlı bir şekilde yayıldığı- bir merkez de üniversiteler. Üniversite gençliği, İslamiyete çok ilgi duyuyor. Fakat bunun öncesi var, -özellikle 16 yaş grubu diyorum- bu anlamda çok muhatap olduğumuz gençler oldu. Biliyorsunuz hristiyanlığın temelinde teslis akidesi vardır; baba, oğul, ruh-ül kudüs gibi bir inanç. Zaten bunu dışarıya çıkardığınız zaman geride hiçbir şey kalmıyor. Bugün hristiyanlık, gerek itikad olarak gerek ahlaki olarak tamamen çökmüştür, sadece mevcudu muhafaza edebilmek için din adamları yeni yeni şeyler, bir takım yollar üretmeye çalışıyorlar yani. Gençlerin ve tebaanın... hatta insanlar sırf hristiyanlıktan çıkmasın diye hristiyanlığı insanların genel eğilimlerine uydurmaya çalışıyorlar, ki bunlardan bir tanesi –en çarpıcı olanını söyleyeyim- Amerika’da, mesela, homoseksüellik çok yaygındır. 25 milyon erkeğin homoseksüel olduğu söyleniyor. Tabii bu hristiyanlığın da kabul etmediği bir şey, semavi olan hiçbir din... Ama bu yasaktır, uygun değildir, haramdır demekle insanlara ulaşamayacaklarını bildikleri için bugün homoseksüelliği destekleyen kiliseler çıktı ortaya, mezhepler çıktı. Yani onları kendilerine uyduramıyorlar, kendileri onlara uyuyorlar. Böyle muhatap olmaya çalışıyorlar, tabii nasıl olurlar onu da bilmiyorum... Kiliselerdeki veyahut da hristiyanlıktaki son durum bu. İflas etmiş, kimseye birşey veremiyor; dolayısıyla insanlar başka bir alternatif arıyor ve bu alternatifin en başında da İslam geliyor. Ki, medya, her gün her saat İslam’ı terörizm olarak tanıtmasına rağmen... Kiliselerin artık bir gücü kalmadığı için, gerek itikadi gerek ahlaki noktada, genç fıtratlar, genç nesil artık kilisenin anlayışını ve inanışını satın almıyor. İnsanlarda, bu gençlik arasında, özellikle bir tevhid inancı oluşmaya başladı; yani kimse Allah’ın bir oğlu olduğunu veya bir ruh-ül kudüs ile bağlantısı olduğu gibi bir inanca saplanmak istemiyor, bunu saçma buluyor. Dolayısıyla anne babasıyla artık bu gençler artık kiliselere gitmiyorlar. Ve kendi başlarına, kendi dünyalarında bir tevhid inancı oluşturuyorlar. Yani, hristiyanlığı veya dini terkediyorlar, dinsiz oluyorlar, ama Allah’sız oluyorlar. Tevhid inancına yaklaşıyorlar; fakat İslamiyete kimse şans tanımıyor, çünkü terörizm olarak biliniyor. Ama ne zamanki bu insanlara bizler ulaştığımızda ve İslam’ın doğru mesajını onlara anlattığımız ölçüde İslam’dan haberdar olunca kendi iç dünyalarında oluşturdukları o “tek ilah inancı”yla İslam %100 örtüştüğü için tereddüdsüz müslüman oluyorlar.

Bu anlamda bizim tabi şu tecrübemiz de oldu. Bunu farkedince, liselerle özellikle, temasa geçtik. Çünkü liselerde her yılın Kasım ayında, sosyal bilgiler dersinde “Dünya Dinleri” işlenir. İslam da bunun içerisinde... Bizim yaptığımız tek şey, bir lise öğretmeninden gidip izin istedik. Yani, “Madem bunu yapıyorsunuz, biz müslümanız, bırakın gelip bu saatte İslam’ı biz anlatalım.” Memnuniyetle karşılandı. Ve gidip 1 saat içerisinde anlattık; anlatırken özellikle dokunduğumuz konular, İslamiyette Allah’ın bir olduğu, Hz. İsâ aleyhisselam’ın bir İslam Peygamberi olduğu gibi iki önemli konu... Bunlar çok önemli, çünkü İslamiyeti bir din olarak bile bilmeyenler var. Yani bir çete düşünüyor, bir örgüt düşünüyor, bir terör örgütü, elinde silahlı insanlar, bir amaçları var, şurayı burayı vurup kan döküyorlar. Bir de İslamı din olarak bilseler bile, semavî din olarak kabul etmiyorlar. Yanlış bir mukayese ile bir İslam tablosu çiziyorlar kafalarında, o da şu: “Biz Hristiyanız, İsa’nın Allah’ın oğlu olduğuna inanıyoruz, Hristiyan olmayanlar –mesela müslümanlar- madem hristiyan değiller, o zaman onlar da Muhammed (s.a.v.) Allah’ın oğlu diyorlar.” Yani böyle yanlış bir mukayese ile kafalarında İslam oluşuyor. Bunları bildiğimiz için İslam’ın tevhid dini olduğu, Allah’ın tek... İhlas suresi çerçevesinde tevhidi işlemeye çalışıyoruz, çok basit ifadelerle. Sonra İslam’ın İsa’yı (a.s.) Allah’ın oğlu olarak kabul etmediği, ama bunun karşılığında Muhammed’i (s.a.v.) de öyle bir kabul içerisinde olmadığı, İsa a.s.’ın İslamın son peygamberi olan Muhammed (s.a.v.) den bir önceki peygamber olduğu gibi yaklaşımlar çok dikkatleri çekiyor, çok. Çünkü bunlar bizler açısından çok basit şeyler fakat müslüman olmayan insanları şok edecek kadar önemli bilgiler. Bunları öğrendikten sonra insanlarda çok önemli derecede İslamiyeti daha fazla öğrenmek ihtiyaç ve ilgisi oluşuyor.

Kiliselere ben çok gittim mesela... Oralarda İslamiyeti, dilimiz döndüğü kadar, yarım saat içerisinde anlatıyoruz. Ama ayrıldıktan sonra, ertesi gün bakıyorsunuz, email üstüne email geliyor, telefon üstüne telefon geliyor. Yani orda basitçe anlattığımız birşey o kadar dikkat çekiyor ki “daha fazla sorularım var, görüşebilir miyiz” diyor. Eve geliyor veya başka yerde diyelim bizim camimizde bunları bir araya getirip sorularına cevap veriyoruz. Ve bunlar, özellikle bu ilgi gösteren insanlar, kısa bir süre içerisinde, kimisi 2 gün, kimisi 2 hafta, kimisi 2 ay, kimisi var 2 sene sonra müslüman oluyorlar. Tamam... Ama bunlara bizim anlattıklarımızın etkisinde kalmalarından dolayı değil, bunlar İslamiyeti kabul edecek, benimseyecek bir noktaya çoğusu gelmiş insanlar. Yani hristiyanlığın bunlara hiçbir şey veremediğinden dolayı kendi iç dünyalarında belirledikleri ahlak prensipleri, veya inanç, Allah’ı tanıma, bilme keyfiyeti... Böyle bir birikim oluşuyor ve bu birikim tamamen İslam’da karşılığını bulunca, görünce tereddüdsüz müslüman oluyor bu insanlar.

Bunlar dışında, bizim işte özellikle Internet’te insanların İslamiyete ilgi duymalarından yola çıkarak, islami siteleri ziyaret edip, mesaj tahtalarına bırakılan soruları cevaplandırma şeklinde bir tecrübemiz oldu ve bu tecrübe benim özellikle bu son 2 senede olan tecrübem. Diğerleri, yüz yüze daha önce görüştüğümüz insanlar. Ve bu yüzyüze benim bizzat yani kendim görüştüğüm insanlar 1000’in üzerinde, hepsinin bende dosyaları var isim isim. Ve bu insanların 100’den fazlası müslüman oldular. Değişik sürelerde... Ama bir diğeri yüzyüze değil de Internet üzerinden görüştüğümüz insanlar var yine. Bunların da çok büyük bir kısmı müslüman oldu. Fakat şunu farkettim ki yani bu kişi bazında yapılabilecek bir hizmet değil. Bir site oluşturulmalı, bir ekip halinde bu insanlara ulaşılmalı. Çünkü islamiyete ilgi duyan insanların ilk başvurdukları kaynak Internet. Ve biz, yani İslam dünyası, bu insanlara İslami hizmeti götürecek altyapıya, maalesef henüz sahip değiliz, hazır da değiliz. Yani adeta herşey başıbozuk ve gelişigüzel şekilde biçimleniyor, artıyor. Bu çok büyük bir zaruret ama Türkiye’ye daha geleli 20 gün oldu, bazı arkadaşlarımızla birlikte hemen bir İngilizce site de oluşturmaya başladık. İnşaAllah sizlerin de katkılarınızı, yardımlarınızı bekleriz bu anlamda. Çok büyük hizmetlere vesile olacağına inanıyorum.

İslam dünyasının batıyı nasıl ihmal ettiğine bir ölçü olsun diye şunu söyleyeyim. Yani dış dünyada İslamiyete karşı çok büyük bir ilgi var; fakat aradan 14 asır geçmiş ve biz müslümanlar ilk defa 1905 yılında yani bundan tam 100 sene önce 1 tane İngilizce meal yazmışız. 13 asır geçmiş, bunlara kendimizi anlatmamışız. 1905’te yapılmış bu; güzel bir teşebbüs, fakat ne kadar içler acısı bir durum ki 1905’ten bugüne kadar geçen süre içerisinde 2. bir tanesi çıkmamış yani. Halen daha o tek mealle dünya çapında en yaygın kullanılan meal budur. Son 15-20 yıl içerisinde birkaç teşebbüs oldu, fakat ben bunları ciddi çalışmalar olarak görmüyorum. Bahsini ettiğim 1905’te yapılan meal, ya Pakistanlı ya Hindistanlı tam hatırlayamıyorum, Abdullah Yusuf Ali’nindir, 2000 sayfalık... Hem meal, hem kısa tefsir altında; çok ideal, çok kullanışlı bir kitap. Son 20 senede mesela bazı teşebbüsler var, yaklaşık 30 civarında. Ama meal bunlar. İngilizce mealler maaalesef yeterli olmuyor, mesajı tam anlatmakta. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de bazı ayetler var, özellikle başka dile çevirdiğiniz zaman tüm esprisini yitiriyor. Fakat o ince noktalar bu Yusuf Ali’nin tefsirinde korunmuş, ama ne yazık ki sahasında bir tane.

Müthiş bir talep var, o talebe cevap vermiyoruz. Çok açıklarımız var, çok eksikliklerimiz var bu eksikliklerimiz yüzünden çok puan kaybediyoruz, çok insan kaybediyoruz Amerika’da. Bunlar benim şahsi tecrübelerim. Mutlaka diğer yerlerde de böyledir.




NOT: Dileyen okurlarımız, bu Karakalem seminerinin video kaydını da izleyebilirler.

  15.07.2005

© 2021 karakalem.net, İsmail Yakup



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut