Okumalar

Düşman Olan mı, Düşmanı Olan mı?

KUR'ÂN-I HAKÎM'DE 'düşman' kelimesinin geçtiği âyetleri sıra ile okuduğumuzda, kendini sürekli farkettiren bir incelikle tanışırız. Hiçbir Kur'ân âyeti mü'mine 'düşmanlık' yakıştırmaz; ama mü'minin 'düşmanları'ndan söz eder. 'Apaçık bir düşman' olarak şeytan başta olmak üzere, mü'minin düşmanları vardır; mü'min, kendisine düşman olana dikkatli olma durumundadır. Lâkin, buna karşı mü'mine "Ey iman edenler! Siz de filana ve falana düşman olun" gibi emirler verilmemekte; yalnızca, düşmanını "dost edinmemesi" ferman olunmaktadır.

Ayetlerdeki bu nüansın öğrettiği üzere, demek ki, mü'min 'dıştan gelen' bir düşmanlık ile yüzyüzedir—'içten doğan' bir düşmanlık ile değil. Yani, mü'min zaten var olan bir 'düşman'la yüzyüzedir; yoksa, kendisi düşman üretmez. Bu yüzden, düşmanı olan düşmanlığını bıraktığında, yani küfre karşı imanı tercih ettiği dakikada, 'veliyyün hamîm,' yani 'sıcacık bir dost' oluverir, zira "mü'minler ancak kardeştir." Nitekim, Asr-ı Saadet, bunun binlerce parlak örneğini nazarlara gösterir. İmandan gelen muhabbet ve uhuvvet ikliminde birikmiş bütün husumetlerin nasıl eriyip gittiğinin Asr-ı Saadetteki en parlak örneği ise, herhalde Mekke'nin fethi hengâmında sergilenenlerdir.

Açıkçası, Kur'ân-ı Hakîm'de zikrolunan 'düşman' âyetleri, esasen insanın iç dünyasının dinamiklerini ele verir. Anladığımız üzere, mü'minde aslolan muhabbettir, keremdir, uhuvvettir. Mü'min, kendisini Rabbi ile tarif ettiği için, kendini tarif için bir 'düşman' üretmeye; kendisini "Ben filanca gibi değilim," "Ben falana karşıyım"lar ile kendini tarif etmeye muhtaç değildir. İmana ve mü'minlere düşman bir nasipsizin bir gazete manşetine taşıdığı üzere, onun 'düşman ihtiyacı' yoktur. "Düşman ihtiyacı," ancak ve ancak, kendini Rabbi ile tarif etmediği için 'öteki'ler ve 'düşman konsepti' üreten dimağların kârıdır.

Mü'minin düşmanlık, ve onun paralelinde gelen öfke, nefret, hışım, haset gibi menfi duygulardan tanım gereği uzak olmasının bir tezahürü, kendisine düşman olana karşı mü'mine Kur'ân ile tavsiye edilen davranışlardan anlaşılabilir. Mü'mine 'lağv'a, kötülüğe muhatap olsa 'kerem' ile davranmayı; düşmanlık gösterenin fenalığını 'en güzel sûrette def'etme'yi önerir Kur'ân. Eğer bu kâr etmiyorsa, 'en güzel bir ayrılışla ayrılma' öğütlenir. Lâkin, hâlâ da düşman tecavüz ediyor ve mü'minin hayatına kastediyorsa, bildiğimiz anlamda cihada başvurulur.

Nitekim, Resûlullah'ın hayatı ve Mekkî ve Medenî âyetlerin nüzûl seyri, bu sürecin apaçık bir delilidir. Bu Kur'ânî terbiyenin, elbette, nebevî tezahürleri vardır. Kendisine en sert düşmanlık sergileyen, hatta hayatına kasteden insanları mü'min olmaları karşısında tam bir kerem ile affeden; hatta onların kendi geçmişlerini hatırlayarak dilediği özre mukabil "İslâmiyet kendinden öncekileri kesip atar" buyuran; böylece, cahiliye içinde iken yaptığından dolayı mü'min olarak ona husumet göstermeyeceğini apaçık bildiren bir insandır Muhammed-i Arabî (a.s.m.). Öyle ki, kılıcına yazdırdığı söz dahi, ancak ve ancak şudur:"Zulmedeni affedeceksin, gelmeyene gideceksin, vermeyene vereceksin."

Onun, özünde muhabbet, adalet, kerem ve ihsan taşıma; muhabbetin zıddı olan adavetten, adaletin zıddı olan zulümden, keremin zıddı olan intikam gibi duygulardan berî olma durumundaki mü'minlere, cihâd üzere yola çıktıklarında yapageldiği bir tavsiye de, yine bu çerçevede ziyadesiyle anlamlıdır: "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin."

'Dıştan gelen' bir düşmana karşı dikkatli olmak ile 'içten doğacak' bir düşmanlığa ket vurmak arasındaki zor ve ince dengenin harika bir özetidir bu. Dışta, hariçte imana ve—imanından dolayı—mü'mine kastedene karşı, mü'min elbette 'hıfz-ı hayat' ve 'hıfz-ı hakikat' cihadını kuşanmaktadır. Lâkin, gadabî kuvvetlerin fıtraten uyandığı bu durumda, bu duyguların istikametinden aşması ve taşması riski de vardır. Mü'min, imana kasteden bir tavra düşman iken, nefis ve istikamet çizgisinden taşmış gadabî duygular, o düşmanlığın 'öznesi'ni bizatihî düşman olarak takdim edebilir. Böylece, o kişi ıslah-ı hal edip cihadı gerektiren o düşmanca tavırdan arınsa bile gadabî duyguların odağında kalabilir. İşte, rahmeten lil-âlemin (a.s.m.), "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin" buyurarak, muhabbet ve kerem menbaı bir mü'min kalbden adavet doğmasının önüne geçmektedir. Bir başka ifadeyle, bu hadis ile mü'mine söyleyen şudur: Dileyin ki, imana ve mü'mine düşmanlık gösteren, düşmanlığını terketmiş; dolayısıyla da, ona karşı cihad zarureti ortadan kalkmış olsun. Ola ki, düşman hakikata karşı inadından vazgeçer; ve ya hakkın tebliğine karşı çıkmaz, yahut hakikate teslim olur. Mü'min bu duruma açık, hatta hazır olmalı; beklentilerini 'düşmanlık' üzerine kurmamalıdır.

İnsan, bu Kur'ânî ve nebevî terbiyeyi bir kefeye, bu terbiyeyi veren Kur'ân'a ve Resûl-i Ekrem'e ve de onlardan ders alan mü'minlere düşmanlık gösteren, hatta gazete manşetlerinde onların "dış düşmana ihtiyaç bırakmadığı"nı yazabilenleri öbür kefeye koyunca imandaki güzellik ve insanîlik ile küfürdeki çirkinlik ve vahşiliği o kadar açık görüyor ki...

  02.02.2000

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut