HZ. PEYGAMBERİN hayatına, bilvesile sahabilerin de hayatlarına dair eserleri okurken, tarih sırasına dizilmiş bir dizi olayla yüzyüze gelir insan. Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) hayatında ve İslâm’ın zuhurunda vukua gelen olayların dışavuran kısmını dile getiren bu eserler, bu ‘dışa dönük’ vurguları yüzünden, meselâ onüç yıllık Mekke dönemine daha az zaman ayırırken, on yıla ancak ulaşan Medine dönemine çok daha uzun zaman ayırırlar. Meselâ onsekiz ciltlik bir siyerin yalnızca iki yahut üç cildinin Mekke dönemine, kalan onca cildin ise Medine dönemine ayrılmış olması, bu durumun bir delilidir.
Vâkıaya bakılırsa, siyer müelliflerini, bu vaziyetten dolayı mazur saymak gerekiyor. Zira, on yıla sığan o kadar çok ‘olay’a mukabil, Mekke döneminde çok daha az ‘olay’la karşılaşıyor insan. Eh, siyer demek Resûl-i Ekrem’in hayatındaki ‘olay’ların dökümü ve bir derece yorumu demek olduğuna göre, zaman itibarıyla az süren bir dönem, ‘olay’ çokluğu itibarıyla elbette daha çok sayfa kaplıyor.
(Halbuki, meselâ her bir âyetin nazil oluşu bizim için kritik önemi haiz apayrı birer olay olarak lâyıkınca algılanabilseydi, Mekke dönemi de, Medine dönemi kadar yer kaplardı herhalde...)
Mevcut siyerlerdeki bu durumun, bizim dikkatsiz nazar sahipleri için, ciddi tehlike ve tuzaklar gizlediği de bir gerçek. Meselâ, Resûl-i Ekrem’in 63 yıllık ömrünün kaç yılı gazvelerde geçmiştir. Sayıldığında, gazveler için yolda harcanan zamanlar dahil, bir yılı ancak geçen, beşyüz güne bile ulaşmayan bir kısmı. Lâkin, Bedir Savaşı-Uhud Savaşı-Hendek Savaşı-aradaki gazveler ve seriyyeler.. derken, bütün bir siyeri Medine döneminden, Medine dönemini ise gazvelerden ibaretmiş gibi görür hale geliveririz. Bir bakıma, 63 yıllık hayatın her bir günü ve her bir veçhesi özel bir önem arzeder iken, gazveler öne çıkıp, diğer günleri ve veçheleri perdeler bizim gözümüzde.
Öte yandan, gazveler için de, yazılmayan kısım, yazılan kısımdan daha fazla ve kanaatimce daha önemlidir. Resûl-i Ekrem’in hazır bulunduğu bir gazvenin nerede yapıldığı, kaç kişinin katıldığı, kaç kılıç ve zırhla bu gazveye gidildiği, düşmanların kimler olduğu, nasıl bir savaşın tahakkuk ettiği, gazvenin safahatı.. bütün bunlara dair ayrıntılı bilgilere ulaşma imkânı vardır da, şu kısma dair ciddi mâlûmat eksikliği vardır: Resûl-i Ekrem, o gazve anına kadar, yani sefer boyunca hangi âyetleri okudu? Dönüş hengâmında okuduğu sûre ve âyetler nelerdi? Hem, meselâ Talha b. Ubeydullah, vücudunu Resûlullah’a (a.s.m.) siper ettiği Uhud gazvesinin hemen öncesinde, daha gazve için yolda iken hangi sûreleri okumuş, hangi âyetler üzerinde durmuştu? Ayrıca, hayat, ölüm, âhiret, can, nefis, mal, evlat, gelecek, mahşer, rıza-yı ilâhî, cennet, cehennem, bizim zannettiklerimizin O’nun mülkü ve bizlerin ise emanetçi oluşu.. gibi konularda neler düşünmüştü? Yoksa düşünmemiş miydi? Resûl-i Ekrem ve ashabı, ayak bastıkları güzergâhlara zihinlerinde hangi fikri, kalblerinde hangi sezgiyi taşıyarak ayak basmışlardı?
Bunlar, muhtemelen, büyük çoğunluğu enfüsî boyuta dahil olup şifahen başkalarına aktarılmadığı için bilinmiyor. Lâkin, ‘yazılan siyer’i lâyıkınca anlayabilmek için, siyerin yazılmayan bu kısmı üzerinde derinleşmek; bir bakıma, sergilenen tavırlardaki imanî salabetin arkaplanını Kur’ân, hadis, siyer ve de hakâik-ı imaniye üzerinde ciddi bir yoğunlaşma ile çizebiliyor olmak gerekiyor.
Yazılan siyerlerde okuyup hayretler ile karşıladığımız pek çok hadiseyi işte ancak bu ‘yazılmayan siyer’ ile tamamladığımız zaman anlayıp anlamlandırabileceğimizi; ve ancak bu şekilde, kendi düştüğümüz ve de kalkacağımız yeri lâyıkınca kavrayabileceğimizi sanıyorum.