BİR ÖNCEKİ yazımızda nefse dair Kur’ân’da kısa bir yolculuğa çıkmıştık. Netice itibariyle de şunu dile getirmiştik: Kur’ân, nefsin mahiyetine dair detaylara girmek yerine onun özelliklerine ve ona dair Allah’ın koyduğu kurallara değinmektedir. Bunların yanı sıra, belirgin bir hitap şekli olarak nefsi, insanın kendisi yerine koymaktadır. İşte biz de bu bağlamda, yani nefsin insanın kendisi olması bağlamında nefisten ‘öz’ diye bahsetmiştik. Belirtmekte yarar var ki nefse dair yaptığımız bu tanımlama, doğrudan Kur’ân’a atıfla olmayıp literatür destekli çıkarımımıza binâendir ve nihai değildir. O halde gelin bu yazıda, İslamî literatürde nefsin özellikle mahiyetine dair yapılan belli başlı açıklamalara değinelim.
Her şeyden evvel, nefs ile en çok hemhal olan ilimlerin başında gelen tasavvufa müracaat edelim. Ethem Cebecioğlu’nun hazırladığı Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü’nde nefs şöyle açıklanıyor:
Arapça bir kelime olup çok sayıda manaları ihtiva eder: Ruh, akıl, insanın bedeni, ceset, kan, azamet, izzet, görüş, kötü göz, bir şeyin cevheri, hamiyyet, işkence, ukubet, arzu, murad. |
Bu çoklu manalara dair Kur’ân’dan farklı ayetler örnek gösterilir. Mesela, ‘insan ruhu’ anlamında kullanılışı için Fecr suresi 27. ayet, Zümer suresi 42. ayet gibi ya da ‘insan bedeni’ anlamında kullanılışı için Enbiya suresi 35. ayet, İsra suresi 33. ayet gibi. Yine de terim o denli kompleks ki sözlük tanımlarından daha fazlasına ihtiyaç var sanki. O halde sözü âlimlere bırakalım.
Kindî’ye göre nefs
Eski Yunan’da filozoflarca yürütülen, genelde insana ve özelde nefse, ruha, bedene dair tartışmaların bir bakıma devamı, bir bakıma da yeni bir boyuta taşınması, erken dönem İslam filozofları ile gerçekleşmiştir. Bu isimlerin ilklerinden olan Kindî’nin (801–866) nefse dair görüşlerini aktaran Uysal, onun Risale fi’l-Hududi’l-Eşya ve Rusumiha (Tarifler Üzerine) adlı eserinde nefs hakkında üç tanım verdiğini yazar ki bizi esas ilgilendiren şu tanımdır: kendiliğinden hareket eden ve birçok gücü olan akli bir cevher. Bu tanıma göre nefs, iradeye sahip manevi bir cevherdir.
Kindî’nin nefse dair iki eseri mevcuttur: Kelamun fi’n-nefs ve Risale fi’n-nefs. Adı geçen ikinci eserde Kindî nefsin yaratıcıdan gelen ilahi cevher olmaklığını dile getirir. Bu konumdaki aklî nefs, bedene (ya da alt formdaki nefislere) yöneticilik yapar ki olumsuzluklar dizginlensin. Kindî’den sonra gelen meşhur İslam filozofu Fârâbî’nin (872–950/51) Siyaset el-Medeniyye isimli eserine atıfla Arnaldez onun nefsi, yaratılış aşamasında ilk sebep, üstün akıllar niteliğindeki ikinci derecede gerçekler ve faal akıldan sonra dördüncü sıraya yerleştirdiğini dile getirmektedir. Buna göre ilk üç unsur tamamen manevi olup cismâniyetten uzak iken nefs, vücutta yer almakla birlikte kendisi cisim değildir. İrade yeteneğine sahip olan nefs, sebebini, ahireti ve Küllî’nin ilk sebebini bilmek isteğiyle marifete yükselir.
İnsan: özü akıl, nefs ve ruh olan ‘düşünen ölümlü bir canlı’
Fârâbî’de insan tasavvurunu araştıran Görkaş, onun insanı ‘düşünen ölümlü bir canlı’ olarak tanımladığını belirtir. Fârâbî’ye göre bu düşünen ölümlü canlının özünü ise akıl, nefs ve ruh oluşturmaktadır. Buradaki nefse dair Fârâbî’nin iki tür tanım getirdiğini ifade eder Görkaş: ay üstü ve ay altı nefs. İlki oluş ve bozuluşa uğramazken ikincisi bedende ortaya çıkan nefstir ki üç türü bulunur: nebâtî, hayvânî ve insanî. İnsanî nefsin ise beş gücünü şöyle sıralar Fârâbî: besleyici, duyumsayan, hayal eden, arzulayan ve düşünen nefs.
İranlı müfessir Râgıb el-Isfahanî (?-1108), el-Müfredat’ıyla anılmaktadır çokça. Gafarova’nın Isfahanî’nin insan hakkındaki tasavvuruna dair yaptığı incelemesinde Isfahanî’nin nefsi ruh ile eş anlamlı saydığı fakat bu ruhu da bedenden ayrı bir cevher olarak gördüğü dile getirilmektedir. Ona göre insan bedeninde hayat, hareket, his, bilgi ve temyiz yalnızca nefs yani ruh bulununca söz konusudur. Isfahanî ile aynı dönemde yaşamış olan İmam Gazzâlî’ye (1058–1111) dair bir kitabın tanıtımı eşliğinde İsmail Albayrak, Gazzâlî’nin hayvânî ve ruhî nefs arasında bir ayrım yaptığını aktarır. Ruhî nefs, Allah’ın emri altındadır ve -Allah’ın insana kendi ruhundan üflemesine binaen olsa gerek- insan özünün bölünmez bir parçasıdır. İlaveten, ruhî nefs ne cisim ne de arazdır; bilakis, kalpte var olan bir cevherdir. Nihayetinde, kişilik kavramı biyolojik değil ruhânîdir. Yani karakter, nefsin bir iç dinamiği ya da boyutudur.
Nefs cisimden ayrı bir hakikate sahiptir
Kindî, Fârâbî, Isfahanî ve Gazzâlî’nin nefse dair görüşlerini özetle aktarmaya çalıştık bu yazıda. Bu isimlere elbette daha birçokları eklenebilir. Bu yazıda ele alınan dört ismin görüşlerini topluca değerlendirecek olursak şunları söyleyebiliriz: Hepsinde ortak olan görüş, nefsin cisimden ayrı bir hakikate sahip oluşudur. Daha detayında ise Kindî bunu ‘aklî cevher’, Gazzâlî ise ‘kalpte var olan cevher’ olarak tanımlar. Hem Kindî hem de Fârâbî nefsin özellikle irade özelliğine dikkat çekmektedir. Isfahanî ruhu nefs ile eş saymakla beraber Fârâbî bu iki cevheri ayrı addeder.
Fârâbî’ye göre nefs, ruhun mahallidir; ruh da nefsin sureti. Bu iki isim arasında bir benzerlik de mevcuttur. Fârâbî’nin ay altı nefsi nebâtî, hayvânî ve insanî diye ayırması gibi Gazzâlî de nefsi hayvânâ ve ruhî diye ayırmaktadır. Onun ruhî nefsten kasdı, insanî olan olsa gerek. Gazzâlî’nin nefse dair görüşlerinde dikkat çeken bir husus da onun nefsi insan psikolojisi ile ilişkilendirmesidir.
Bir not: nefsin insan psikolojisi ile ilişkilendirilmesine dair günümüzde öne çıkan çalışmalardan biri de Dr. Mustafa Merter’in öncülüğünde sürdürülmektedir. Konuyla ilgilenenlerin onun eserlerine başvurmasını tavsiye ederim.
© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa