Arz-ı hal

YAZDIKLARIMIZI OKUMUŞ olup kanaatini bir vesileyle bana da iletenlerin hatırı sayılır bir kısmının işaret ettiği ortak bir nokta vardır.

Metin Karabaşoğlu’nu okumak, İngilizlerin ‘ambiguity’ dediği, bir zıt-duygulanım uyandırmıştır kendilerinde.

Takdir ve tekdir, mutlu olma ve tedirgin olma, hoşuna gitme ve rahatsız olma gibi duygular, yazdıklarımızı okurken, beraberce yürümüştür nitekim.

Yazdıklarımızı istifadeye değer bulurlar. Kur’ân’a, Asr-ı Saadet’e, gündelik yaşantılarımıza, hele ki Risale-i Nur’a dair dikkat tazeleyici bir nitelik gördüklerini belirtirler. Birçok nükteyi bu vesileyle farkettiklerini, ilgisiz gördükleri kimi meselelerin bir yap-boz’un parçaları gibi aynı bütünün cüz’leri olduğunu kavramada da yazdıklarımızın faydasını gördüklerini ifade ederler.

Ama yazdıklarımızda, bu yönüyle cezbedici olmakla birlikte, itici bir taraf da vardır. Bu yazılanlar çok değerli hususlar olmakla birlikte, sanki bir yerlere dokunuyor gibidir, sanki o çok değerli elmaslar bir yerlere çiziktirmek için istimal olunuyor da böylece hem elmasa hem o yerlere yazık ediliyor gibidir.

Sevgili iman kardeşlerimizin, uyandırdığımız bu zıt duygulanımın aşılması için buldukları bir çözüm de vardır.

Birbirlerinden habersizce geliştirmiş de olsalar, buluşup ortaklaştıkları bir çözüm…

Metin Karabaşoğlu, Kur’ân’dan, hadisler deryasından, Asr-ı Saadet’ten, Risale-i Nur’dan o ince nükteleri ve o küllî manzarayı devşirip nazarlara sunmalı; ama bu devşirdikleri bir yerlere dokunmamalı, bir yerlere dokundurmadan bunları ifade etmelidir.

Bir diğer ifadeyle, Rabb-ı Rahîm’in ona nasip ettiği nükteleri ve düşünceleri soyut bir düzlemde irdelemeli, somuta asla irca etmediği gibi, ima dahi etmemelidir.

Bunu yaparsa, Metin Karabaşoğlu’nun yazdıklarından istifade edenlerin sayısı çok daha fazla olacaktır.

Metin Karabaşoğlu, yayınlanmış kitaplarında ve yazdığı yazılarda çok değerli noktalara temas ediyor olsa bile, zülf-i yâre dokunan mevcut haliyle bu kitaplar el ve yürek yakmaktadır, bunlar bu halleriyle ‘cıss’ yazılardır.

Oysa madem ki bu yazılanlar son tahlilde Kur’ân’a, Asr-ı Saadet’e, esmâ-i hüsnâya, erkân-ı imaniyeye ve Risale-i Nur’a dair bir dikkat ve teveccühe vesile olmaktadır; Metin Karabaşoğlu bu yolu seçmeye Kur’ân namına, iman hizmeti namına kendini mecbur bilmelidir.

‘Genel’e hitap edebilmek için, bu muhakkak yapılmalıdır!

Bu şekilde özetlediğim ortak çözümleme ve de çözüm önerisi, değişik vesilelerle, tekrar tekrar karşıma çıkıyor.

Bu öneriyi dillendirenler içerisinde bizi yirmi yıldır tanıyan dostlarımız da var, daha dün tanımış olanlar da…

Ama yılda belki 365 gün bu öneriyle bir şekilde karşılaşmış olduğum halde, bu yola yönelmeye bir türlü kendimi ikna edemiyorum.

Edemiyorum; çünkü önüme kale gibi zihnî ve kalbî engeller çıkıyor.

İlerideki muhtemel hastaları kurtarmak için gözümüz önündeki hastayı çiğneyip geçmenin hikmetini aklım almıyor sözgelimi.

Gözönündeki haksızlığı seyredecek, kardeşimizin sırtındaki akrebi görmezden gelecek, tümör manevî âzâlara tasalluta tevessül etmiş iken müsekkin ile ağrıyı geçiştirmeyi sağlayacak bir yol, ‘zülf-i yâre dokunmadığı’ için ne kadar sevecen de gözükse, bana ihanetmiş gibi geliyor.

“Def’-i şer, celb-i nef’a râcihtir” ölçüsü aklımdan çıkmıyor.

Musa aleyhisselamın o büyük yolculuğunun, yaramaz ama yaramaz olduğu için değil ‘köleleştirilmiş’ Benî İsrail’den olduğu için eziyete maruz kalan adamı Kıptî’ye karşı savunduğu için ‘Mısır prensi’ iken yaşadığı mihnetli yolculuğu unutamıyorum.

Hz. Ali’nin ve birçok sahabinin İfk hadisesinde ‘umumî hizmet’ namına Hz. Âişe’nin cüz’î hukukunu ihmal edişine karşı Nur sûresiyle gelen keskin ilâhî ikazı unutamadığım gibi, o ikazdan aldığı dersle ‘kamu yararı’ adına da olsa fert razı olmadan cüz’î hukuklara ilişmeyi ‘zulüm’ olarak tanımlayan adalet-i mahzâ yolundaki şehadete kadar varan mücahedesini unutuverişimizi izahta zorlanıyorum.

“Onuncu Söz”üne hayran olup “Beşinci Şua”ından şimdilerde iyice ürker olduğumuz Bediüzzaman’a, o şartlarda “Beşinci Şua”yı yazma yürekliliği olduğu için “Onuncu Şua”nın da nasip olduğuna dair kanaat-i kat’iyyem de beni sözünü ettiğim öneriye evet demekten alıkoyuyor.

Lâhikaları okurken, Risale-i Nur’un kök eserlerinde yazılan ‘soyut’ meselelerin gündelik hayatın içinde nasıl somuta irca ve tatbik edildiğini görmek de öyle…

Hem ne Etiler’de kalb yapmak adına Yenibosna’da kırılan kalbleri unutabiliyorum, ne Avustralya’da hakkı anlatmak adına gözümüz önünde yapılabilen haksızlıkları…

Buna karşılık, “Metin Karabaşoğlu’nun en önemli özelliği, İslâm'ın hakikaten uygulanabilirliğini insana kanıtlayacak türden yazılar yazması. Öte yandan çok da beğenilmeyebilir” diye yazmış bir okuyucumuz.

Hem, “Dinî yayınevlerinden çıkan bazı kitaplarda kâinatın âhengine, yaratılmışlıktaki kusursuzluğa dikkat çekerek insanın Yaratana yönelmesi, O’nun sanatına hayran olunması istenir” dedikten sonra, “Oysa bu dünyada yaşayanlar sorunun gezegenlerin birbirine çarpmadan hareket etmesi, canlıların mükemmel dizayn edilmiş hayat biçimleri olmadığını; insanlar arası ilişkilerin, paranın, sistemlerin sorun olduğunu biliyorlar” demiş. “Sorun Allah’ın sanatındaki mükemmellik değil, insanın hayat kurmadaki bencilliği, paragözlüğü, çıkar düşkünlüğü…”

Bu iman kardeşimize göre de, Metin Karabaşoğlu’nun yazıları iman hakikatlerini, İslâm’ın ölçülerini soyut düzlemde bırakmadığı, zülf-i yâre dokunsa da somut düzlemde, hayatın içinde irdeleyip bir nefis ve vicdan muhasebesine davet ettiği için değerli.

Sözün kısası, beni uyarıp öneride bulunan dostlar, kardeşler!

Önerinize evet demem mümkün değil.

Beni böyle kabul edin; böylece halleşip bilişelim.

Hem bilin ki, yazılarımda görüp rahatsız olduğunuz o ‘ikinci veçhe’nin izalesi için önerdiğiniz yola tevessül etsem, yazılarımda görüp takdir ettiğiniz o birinci veçhe de ortada olmayacak.

Dikenlerim budanırsa, bahçemde güller bitmeyecek…

  15.01.2007

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut