HÜZNÜN ASIL RENGİNİN NASIL olduğuna karar veremediğim günlerin birinde dalgınlıkla şaşkınlık arası bir ruh atmosferinde onu gördüm aniden. Yere düşmüştü. Düşmüştü değil, hayır, yere atılmıştı. Bir depremdi bu. Kendisiyle sıkı düşünsel ve duygusal bağlar kuran dostlarıyla birlikte şimdi başka bir âlemde yaşıyordu. Tarih boyunca kimlerin ve kimlerin gözlerine komşu olmuştu. Göze mi gelmişti ne, şimdilerde işte bir köşede usulca duruyordu. Sessiz ve vakur. Kıyamete dek bazı saçları örteceğinin kesin inancıyla güvenli.
Ihlamur ağaçlarının, salkımsöğütlerin, iğdelerin, karanfillerin, hele kızıl güllerin nazını okşayan rüzgârına takılıp gidiyor hatıralarım. Nice büyüklerim. Onlar onsuz olamazdı. Çıkamazlardı sokağa. Yere ise hiç düşürmemişlerdi. Semaver ilahilerinin terennüm edildiği toplantılara da hep onunla gitmişlerdi. Çığlık çığlığa, sessiz bir mutluluk yaşıyorlardı yasaklardan uzak kalmanın kılavuzluğuyla. Dokunaklı sözler, derin anlamlar arasında onunla yaşamışlar, hızla akan bir okyanusta cennet kokusu alır gibi sürdürmüşlerdi dakikalarını. Bazen gözyaşı dökseler de, musibet ve kahrın ortasına düşseler de, mütebessim olmuşlardı; gözyaşlarını silmişlerdi kimi zaman ona. Sonsuz arkadaşlık. Onsuz dönmemişlerdi bir kapının önünden. Sönmemişti umutları. Soğuklar böylesine üşütmemişti içlerini.
Veyl! Şimdi çekilmişsin köşene. Yere atılmışsın. Boncuk boncuk ter, titreyen eller, utanma, çatışma. Hıçkırıklarla kapanıyor bir yüz ellere, dizlere. Günün ağırlığı çöküyor akşam vakitlerinde iyice. Bazen de geri dönülüyor kapılardan ödünsüz. Mahzun. Kalbini aralayıp giriniz içeri. Hüznün ılıman iklimini, tahsil için konulan yokuşları, günler geceler boyu şevkle çalışılan dersleri, büyük ümitleri, büyük hayalleri, anneye, babaya, kardeşe ve candan bir dosta verilecek bir müjdeyi, gençliğin uçarı, taze zamanında yıkılan umutları göreceksiniz.
Hayır, hayır! Yalnız bırakın onu, konuşturmayın. Deşmeyin kalbini. Gencin kalbini aralamaya yüreğiniz dayanmaz. Genç kız kalbi rikkatlidir, zariftir, dokunsan ağlayacaktır, narin sözlere ve içli bakışlara öyle kolay dayanamaz. Cemil Meriç’in tabiriyle ‘düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı’ yer olmamalı burası. Bırakın, düşünsün özgürce ve giyinsin istediği gibi.
İnsanoğlunun en eski zamanlarından beri düşünceye karşı yaylım ateşi olagelmiştir. Birilerinin düşünmesi, birilerini daima rahatsız etmiştir. Oysa insan olmanın temel gereğidir düşünmek. Farklı şeyler düşünmek. Farklı renkte ve biçimde giysiler giyiyoruz, farklı ortamlardan, kitaplardan, gezilerden hoşlanıyoruz.
Bırakın bir kalbi aralamayı. “Ayaz Yıldız” şiirimi hatırladım. Ayaz Yıldız’ı bir kez daha okumak ve üşümek istiyorum. Üşümekten yoksun kaldıkça, yaşantımın küstahlaştığına inanıyorum:
“Ay döşenmekte şehirlerden dağlara/ Terli yüzünde sürgünün/ Açık kalmıştır bir kitap/ Arayan çilesi penceresi eliften/ Panayırın gözlerinde kamaşan yağmur/ Derin bir ayazdır tel örgüdür gece/ Hüzün ustaları çağlayan okur/ Sararan gök gürültüsü/ İma kuşanır ufuktan/ Ay döşenmekte şehirlerden dağlara/ Ve bir kitap açık kalmıştır/ Tufan odaların birinde.”
Açık kalan kitap, okuma sürecinin tezahürüdür. Siz kapalı kitapları ve kitaplarını kapatanları görünce üzülün.
Veyl!