Dünya güzeldir, çünkü Allah Cemîl’dir: İbn Atâullah el-İskenderî’den hikmetler –4

Abdullah Taha Orhan

“Eğer yakîn nuru içine doğsaydı ahireti, ona göçmeye gerek olmayacak denli yakın olduğunu görürdün. Dahası, dünya güzelliklerinin üzerinden perde kalkar ve fanilikle kararmış gerçek yüzlerini de görmüş olurdun.”

DÜNYA GÜZELDİR. Ama aynı zamanda dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden, bir gururlanma yarışından ibarettir. Dünya ahiretin tarlasıdır. Fakat aynı anda müminin zindanıdır, rabbiyle kavuşacağı ânın öncesinde bir hapishaneden ibarettir.

Hâsılı dünya çok boyutlu bir varlık. Kestirip atması, anlaması kolay değil. Bediüzzaman’ın enfes yorumuyla, dünyanın temelde üç yüzü var: Cenâb-ı Hakk’ın isimlerine ayna olan boyutu; ahirete bakan, cennetin tarlası olan yüzü ve üçüncü olarak en meşhur boyutu olan fani ve fena yüzü. (bk. “Otuzikinci Söz”) Buradan da görüleceği gibi aslında dünyanın Hakk’a bakan yönü kendisinde ebedi imkanlar barındıran bir güzellikler meşheri. Ancak dünya hayatında rabbimizin teklifi sırrınca üzerine ince bir fenâ, fanilik perdesi serilmiş. Dolayısıyla bu güzelliklerini görebilmek için dünyanın, biraz gayret sarf etmek gerekiyor. Bu yüzdendir ki Cenab-ı Hak mecîd Kur’ân’ında çok defa nazarlarımızı âlemin güzelliklerine yöneltiyor, “bakın, görün, ibret alın; görünenden görünmeyene geçin” diyor.

İskenderî hazretleri bu hikmetinde tam olarak bunu söylüyor. Dünyanın gerçek yüzü, yukarıda zikredilenle de uyumlu şekilde, Allah’ın her biri hüsnâ olan esmâsına ayna olan yüzüdür. Güzelin tecellileri de güzeldir. Bu açıdan insanın dünyadan nefret etmesi değil, Bediüzzaman’ın tabiriyle bilakis ona “âşıkâne” bakması gerekir.

Bu hikmetten şunu tekrar görüyoruz ki esasen dünya ve ahiret diye iki ayrı varlık yok. Bize sanki dünya hayatı kıyametle sona erdiğinde ahiret açılacakmış gibi geliyor hep. Fakat aslında durum hiç de öyle değil. Bu bağlamda Bediüzzaman’ın Mektûbât’ının henüz başında hayat mertebelerinden ve cennet ve cehennemin şu an var olup olmadığından, âlemdeki somut yerlerinden bahsetmesi özellikle manidar görünür. Zira bu çok önemli bir meseledir, ahiret şu an yoksa dünya hakikaten bir zindan olmalıydı. Oysa burada İskenderî’nin ya da bütün bir külliyatında Bediüzzaman’ın işlediği ana fikir ahiretin, cennet ve cehennemin şimdi ve burada var olduğu ilkesi üzerine kuruludur. Bu niye önemlidir?

Çünkü bu ilke yerli yerine oturtulmazsa dünya ve ahiretin, cennet ve cehennemin kendi esmasının tecellerinden ibaret olduğu Rabb-i Rahimimizle sahici ve ihlaslı bir ilişki kurmamız pek mümkün olmayacaktır. Sûfîlerin Cibrîl hadisinden hareketle üzerinde durdukları ihsan ilkesi de aslında tam olarak buna işaret eder. İhsan, Allah’ı görür gibi kulluk etmektir; yani bu dünyada O’nu görebilmek, dolayısıyla cennet ve cehennemin, ahiretin, aslında bu dünyada başladığını hissederek yaşama bilincidir.

Bu açıdan bakıldığında ahiret zamansal ve mekânsal olarak “orada, uzaklarda” olan bir köy değil, “şimdi ve burada”, bizimle olandır. Çünkü O, nerede olursak olalım, bizimle beraber olandır. (Hadîd, 57/4)

Bu hakikati görebilmeyi İskenderî hazretleri, yakîn nurunun insanın içine doğmasına bağlamış hikmetinde. Yakîn, yani şüpheye hiç yer olmayacak denli kesin bir iman… Yakîne nasıl erilebileceği ise başlı başına bir meseledir. Burada sadece şununla yetinelim. Sûfîlere göre yakîne ulaştıracak yegane yol iman-amel bütünlüğünden geçer. Amelde azami bir farkındalık, bir ihlas olduğunda; el-Mü’min olan rabbimizin, kullarını imanın kemal mertebesi olan yakîne eriştirmesi ümit edilir.

  28.04.2022

© 2021 karakalem.net, Abdullah Taha Orhan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut