Açıkdeniz’in serencamı

BENİM İÇİN bütün renkler güzel olmakla birlikte, en sevdiğim renkler açık mavi ile filiz yeşilidir. Açık mavi enginliği, dinginliği ve özgürlüğü hissettirir bana. Filiz yeşili ise ümidi, coşkuyu, gayreti, yaşama sevincini ve varolmanın neşesini.

Bu duruma uygun şekilde, yeryüzünde en sevdiğim manzaralardan biri, yaprak ve çiçek vermek üzere tomurcuklanmış ağaç dallarıdır. Çiçeklenmiş bir ağacı, meyvesini buyur eden bir dalı elbette herkes sever, ama şahsen ağaçları bütün halleriyle güzel bulurum. Meyveleri toplanıp yaprakları da döküldükten sonra dallarıyla öylece kalakaldığında da güzeldir ağaçlar; o halleriyle dua için göğe açılmış eller gibi gözükürler bana; gövdeleri bilekler, dalları ise parmaklar gibi gözükür. Sonrasında, Rahmân-ı Rahîm’in o duaya icabet sürecini adım adım izlemek vardır. Günlerin uzamaya başlamasıyla birlikte günışığı alınan vakitlerin artmasıyla irtibatlı olsa gerek, kışın ortasında ağaçların dallarına su yürümeye başlar ve haftadan haftaya renkleri de, görünümleri de değişir. Giderek kabarırlar ve en sonunda baharla birlikte kimisi önce çiçeklenip sonra yapraklanır, kimi de önce yapraklanıp sonra çiçeğe durur. Ağaçların baharda çiçekli, yazda meyveli hale gelişinin kışın en sert günlerinden başlayan hikâyesi, bütün aşamaları ile bir heyecan ve sevinç sebebidir benim için.

Sadece sonucun değil, sürecin verdiği bu heyecan ile ilgili olsa gerek, nadir de olsa vakit bulduğumda veya zihnimi dinlendirme ihtiyacını bilhassa hissettiğimde oynadığı maçı izlemeyi tercih ettiğim futbol takımları, ‘şöhretler karması’ olanlar değil, genç yeteneklerin gelişimi için bir mecra olarak şöhret bulanlardır.

Aynısı, basketbol maçları için de geçerlidir. NBA maçları için saat kurup üçte dörtte kalkanlardan veya gece boyu uykusuz kalanlardan değilim; ama hafta sonları erken vakitlerde ise izlediğim maçlar olduğu gibi, sabah namazının daha erken vakte geldiği tarihlerde namazdan sonra izlediğim epeyce maç vardır. NBA’in çok sıkı bir takipçisi olmasam da, maçlarını izlemeyi tercih ettiğim, maçlarını izleyemiyor olsam bile gidişatını farklı mecralardan takip ettiğim takımlar, daha ziyade yeniden yapılanma sürecinde olan takımlardır. Belli bir seviye tutturmuş, final oynamış, hatta şampiyonluklar yaşamış bir takım onu bu seviyeye taşıyan oyuncularının ağır bir sakatlık yaşaması yahut yaşlanması gibi sebeplerle geriye düşmeye başlar ve o andan itibaren artık bir yeniden yapılanma sürecini yaşaması gerekir. Bu süreçte ‘veteran’ dedikleri tecrübeli ama yaşlı oyuncularla, ‘çaylak’ denilen taze ama tecrübesiz yetenekleri bir takım kimyası içinde buluşturmak; yaşlılardan gençlere oyun zekâsı, taktik, strateji, verimli güç kullanımı, duygu yönetimi vs. birçok alanda tecrübe aktarımı gerçekleşmesini sağlamak gerekir. Böylece, bir anda yeniden şampiyonluğa aday hale gelmez hiçbir takım; bilakis, birkaç seneyi en dipte geçirmeye dahi razı oldukları bir süreç içerisinde gerçekten bir kıvam bulmuşlarsa, hem tek tek oyuncular hem beraberce takım uyum içinde bir gelişme sağlamışsa, adım adım ilerler ve sonunda yeniden şampiyonluğun adayı haline gelirler. Son yirmi yıl içinde Boston Celtics, Cleveland Cavaliers, Toronto Raptors ve Milwaukee Bucks’ın şampiyonluklarına giden süreci bu anlamda heyecanla takip etmişimdir. Senelerce dipte sürünür halde gözükürken, ‘çaylak’ Stephen Curry başta olmak üzere bütünüyle takımın adım adım ilerlemesiyle Golden State Warriors’ın diplerden gelip 2010’ların ikinci yarısında ligi tamamen domine eder hale gelmesinin hikâyesi ise, benim için son derece öğretici ve heyecan vericidir.

Özellikle bu ülkede birçok zorluğu ve riski göze almak pahasına da olsa yazarlığı bir yol olarak tercih etmemin, bütün bu hususlarla bir irtibatı olduğunu düşünüyorum. Zihne gelen bir düşüncenin, bir temanın, bir imgenin bir çekirdek gibi tomurcuklanıp filiz vererek bir yazı, hatta bir kitap haline gelişi, hayli yorucu ama ondan kat kat ziyade heyecan verici bir yolculuk çünkü.

Editörlüğü ise yazarlıktan da fazla seviyorum ve bu durumun da gök mavisinden filiz yeşiline, ağaçların tomurcuklanma aşamalarından takımların yeniden yapılanma sürecine kadar sevdiğim, hoşuma giden, bana coşku ve heyecan veren bütün bu hususlarla bir irtibatının olduğu kanaatindeyim. Çünkü yazarlık bir dinamizmi, çabayı, gayreti ve müebbet öğrencilik durumunu içeriyor olmasıyla elbette şevk ve heyecan yüklü olsa bile son tahlilde kişiye mahsus iken, editörlükte ‘kişiye mahsus’ olmayan bir yolculuk sözkonusudur: bir ortak çaba, kişinin kendi yazdığı dışında bir dosyanın gelişimine katkıda bulunması, merkezinde yazarın olduğu bir ortak emekle bir güzel kitabın, ansiklopedinin, derginin boy vermesi… Editörlüğün en güzel tarafı ise, ‘keşf ve inkişaf’ boyutu, yani bir istidadı ‘keşf’edip adım adım ‘inkişaf’ına şahitlik etmeye imkân veriyor oluşudur.

80’li yıllarda Köprü dergisiyle yaşadığımız, 1990’larda ağır aksak da olsa Karakalem’le ve arada Zafer’le sürdürmeye çalıştığımız bir yolculuğa 2022 yılının baharında bir yeni dergiyle yeniden başladık da ondan… 1980’li yıllarda Köprü, benim gibi bir dizi genç istidadın yazı, düşünce ve yayıncılık açısından adım adım inkişafına vesile olan bir mecra niteliğindeydi. Belki çok acemiydik yolun başında, ama ustalardan ve hayattan öğrene öğrene bir dergicilik dili ve üslubu geliştirmiş, 1988’de bu dili o şartlarda ulaşabildiği en üst noktaya taşıyabilmiş, Köprü’yü sayıları onu bulan ve belki geçen bir dizi genç istidadın inkişafı için bir mecra kılabilmiştik.

Sonraki onyıllarda öyle bereketli bir dönem bir daha yaşanmadı ve öyle bir mecra bir daha oluşmadı. Dolayısıyla, o dil ağır aksak tecrübelerle iyi-kötü korunmakla birlikte daha ziyade gün yüzü görmeden satıh altında kaldı; varsa dahi nice istidat mecra bulamadığı için toprak altında saklandı. Buna karşılık, ağaç gibi değil ateş gibi büyümeyi hedef edindiği için nice kabiliyeti heder eden iki ayrı tufanın ortalığı kasıp kavurduğu, toprak üstüne çıkmış istidatları ya biçtiği yahut eritip çürüttüğü bir dönemi yaşadık. Gelinen noktada söylenmesi gerekeni söyleyecek, yazılması gerekenleri yazacak istidatlara ihtiyaç 80’lere göre kat kat artmakla birlikte, öylece kalakaldık.

Nicedir, farklı mecralarda tekrar tekrar gündeme gelen bir husustu bu. Zihinlerin siyasetin üretilmiş gündemlerine hapsolduğu bir süreçte görmezden gelinen, görmezden gelindiği için yok olmayıp bilakis büyüyen ve sadece şu dünya hayatını değil ebedî hayatları da heder eder özellikte nice mesele… Din dilinde yaşanan o dehşetli değişim: kindarlığın âdeta dindarlığın yeni formu şeklinde zuhuru, fıtrata yabancılaşma, vicdandaki hiss-i adaletin yitip gidişi, toplumun, insanlığın tamamını davetinin kapsama alanı içinde tutan bir dinin ‘insaniyetsiz’ söylemler ve kimlik siyasetleriyle bir fırkaya, bir fraksiyona hasr ve haps edilişi… Ne çok mesele var, ne kadar azının farkındayız… Ne çok mesele üzerinde kafa yormak gerekiyor, ne kadar az kişi bunun için vakit ayırıyor…

Nicedir, nice dostla tekrar tekrar bu meseleleri konuşurken ortak aklın varıp dayandığı yer, hem söylenecek söz için hem de sözü söyleyecek yeni istidatların keşf ve inkişafı için en uygun mecranın bir aylık dergi olduğuydu.

Bir dergi fikri bu şartlarda doğdu ve Açıkdeniz bu şartlarda başladı yolculuğuna…

Geçmiş zamandan yaşadığımız bir tecrübe, sürdürülebilir böyle bir yolculuk ve kalıcı böyle bir mecra için ‘hamiyet’in gerek şart olmasıyla birlikte, ötesinin de gerekli olduğuydu. Gerçekleri gözardı eden bir idealizm, yolun bir yerinde illâ ki tıkanıyordu. Ama şükür ki, gerçekçi bir değerlendirmeyle, böyle bir yolculuğa başlamak ve devam etmek için desteğini ortaya koyan dostlar da oldu.

İlk sayımızda ifade ettiğimiz üzere, “Yol, öğretir” mottosuyla başladık yolculuğumuza. Meseleler çoğalırken dillerin ise tam aksine lâl olduğu bir vasatta konuşan diller, yazan kalemler için bir mecra olacak Açıkdeniz. Ve bunu yaparken, yeni istidatların keşfi ve inkişafı için bir vesile olma amacını özellikle gözetecek. Şöhretler karması olmak yerine genç yeteneklere özellikle alan açan ve bunun için tecrübe ile hamiyeti buluşturan bir mecra olmak, Açıkdeniz’in öncelikli hedefi olacak.

Yolculuğumuzun daim olması için, elbette gönül dostlarının desteğinize ihtiyacımız var. Dergileri en iyi okuyucuları büyütür ve onların yolculuklarını en güzel şekilde okuyucuları sürdürür. Elbette dergileri, onlar için bir anlam ifade ediyor, bir amaca karşılık geliyor, bir ihtiyaca cevap veriyorsa…

Dileriz ‘ihtiyaca binaen’ başlayan yolculuğumuz ‘ihtiyaca cevap veren’ bir kıvamda ilerler.

  14.03.2022

© 2021 karakalem.net, Editör



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut