İlim terazisini “şefkatle anlama çabası” ile buluşturmak

Mustafa H. Kurt

Hakikatin açıkça inkar edilmediği hallerde ve sadece "hakikate farklı bir veçhesinden muhatap olmak” denilebilecek sebeplerle bizim gibi düşünmeyenlere tahkir, ötekileştirme ve tekfirde bulunmak yerine, o söz ve davranışların ilmen, dinen veya özel-makul mazeretlerinin olabileceğini kendimize hatırlatmamız, belki her şeyden de önce “şefkatle anlamaya” çalışmamız gerekmektedir.


AYRIŞAN PEK ÇOK özelliği yanında modern zamanları geçmişle benzer kılan yönlerden birisi de “eski hataların tekrarıdır” belki de. Hem de aynı hataların daha o devirlerde teşhis ve tedavi edilmelerine rağmendir bu tekrar.

Tıpkı yersiz, yetersiz, zayıf muhakemeli ve kimi zamansa tamamen hakikatsiz argümanlarla tekfirde bulunma vebali gibi…

Aslında kendi görüşünü tek doğru bilerek gaflette hatta dalalette gördüğü diğer görüşlere sahip müminlerin "aynı hakikati farklı bir yönüyle ifade edebileceklerini" idrak edememe marazı da diyebileceğimiz işte bu hal, bir doğrunun çoğu zaman tek değil çok renge, bir değil birden çok veçheye sahip olduğunu unutma gafletinin de bir diğer adıdır.

İşte bu fena hataya da geçmişte pek çoklarının düşmüş olması ve geçmişte de reçetelerinin yazılmış olması onu bugünün zorlu bir girdabı olmaktan çıkaramamıştır maalesef.

Çünkü sorun derinlerde, insan doğasının en kaba ve nefsî karanlıklarındadır biraz da.

Öyle ki, insanoğlunun kadim fenalıkları arasında yer alan ötekileştirme illetinin en tehlikeli bir dozu sayabileceğimiz tekfirciliğin tarih boyunca tekrarında, başka nedenleri yanında geniş bir skalada yer alacak enfüsi pek çok sebebin varlığından da söz edebiliriz. Örneğin kin, garaz, öfke, inat, haset, hırs gibi kaba hisler, ya da şahsi veya siyasi çıkarlar gibi art niyetler bu anlamda ilk akla gelen örneklerdir belki de.

Fakat ötekileştirmenin bu uç noktasının tekrarlanmasında bazen bunlardan çok daha farklı bir nedendir öne çıkan. Bunların aksine makul ve saygın bir neden hem de.. Günümüzdeki temsilcilerinin de sıkça sergiledikleri üzere gelenekten beslenme iddiasına rağmen geleneğin ana omurgada sergilediği kuşatıcılıktan ve şefkatten yoksun işte bu neden ise, kişilerin veya fikirlerin ‘dini koruma ve mukaddesatı savunma’ azmiyle tekfir edilmesidir.

Menfur nedenleri bir yana, kişi sırf dine hizmet ve hatta dininin gereği zannederek aynı dini kendileri gibi anlamayan kişilerin ‘dinden çıktığına’ hükmetmektedir buna göre.

Dahası ve belki daha da fenası ise, aynı kişi bu hükme varmakla kalmayıp vardığı hükmü fiile dönüştürmeyi de dini vecibelerden biri saymaktadır. Bunun neticesinde ise en temel haklardan cüzi tercihlere varana kadar insanların bir dolu hareket alanına kendi dini telakkisini dayatma ve ne yazık ki, bu uğurda da güç kullanma hakkını kendinde görmüş olmaktadır.

Oysa en samimi ve dini gayelerle de olsa zayıf muhakemeli ve yüzeyselci böylesi teşebbüslerin nihayette ümmet içinde fitne, tefrika hatta savaşa yol açabilecek potansiyelini çok iyi gören nice İslam alimi, tevil mümkün iken tekfire kalkışmayı geçmişten bu yana yanlış gören tutumlarıyla bu konuda çok önemli bir örneklik sergilemişlerdir.

Üstelik her biri ayrı bir fert ve ayrı birer âlem olarak yaratılan her bir kulun -tam da bu parlak “Ehadiyet tecellisine” mazhariyeti sayesinde- hakikatin ayrı birer veçhesine de muhatap kılınabileceği gerçeği, bu muhterem tavrın en önemli ve ontolojik temelidir belki de. İnanan bir insanı iman dairesinin dışında konumlandırmak yerine o kudsî dairenin içine dahil olduğunu delillendirme tercihi ve de şefkati diyebileceğimiz işte bu mühim tavır, denilebilir ki, tam da hakikati ve adaleti esas almış bir tavırdır da aynı zamanda.

Nitekim bir Müslümanı din anlayışındaki veya nasları yorumlamasındaki yanlışlarından dolayı tekfir etmek yerine onun hata ettiğini söylemenin daha doğru bir yöntem olduğunu ders veren İmam-ı Şafiî’nin bu tercihi, (1) söz konusu tavrın en güzel örneklerinden biridir. (2)

Bu konuda önemli ve meşhur örneklerden bir diğeri ise Hz. Ali radıyallahu anh’ın Cemel ve Sıffîn savaşlarına katılan muhalifleri için kâfir diyen taraftarlarına yönelik cevabında yatmaktadır. Bu büyük sahabi, söz konusu kendi siyasi muhalifleri ve ucu savaşa varacak kadar büyümüş siyasi bir kutuplaşma dahi olsa, böylesi ayrışmaların bir iman-küfür tasnifine tabi tutulamayacağı dersini “onların kâfir değil isyan eden kardeşleri olduğunu söyleyerek” vermiştir. (3)

İşte bu hakikatli ve hakikatçi bakış açısının, tekfirciliğin -menfur diğer sebepleri yanında- özellikle ‘hamiyet-i diniye referanslı’ ama hükmünde isabet edememiş katı ve dar yorumlu türüne karşı da esas alınması gereken yol olduğu aşikardır. Zira bu müstakim çizginin onu müminler için deva kılan en temel bir özelliği, tekfirciliği neredeyse bir meşrebe dönüştüren zihniyetin de mahrum olduğu en önemli inceliktir aslında. Ve bu ise, hakkın hatırını tavizsiz şekilde savunmak ve adalet yolunu esas almak gibi “olmazsa olmaz özellikler” yanında, müminlere karşı kuşatıcılığı ve şefkat mesleğini de elden bırakmamak diye özetleyebileceğimiz bu mümtaz tavırdır.

Yakın dönemler itibariyle bu hikmetli tavırdan ders almış bir örnek ise, (pek çok kelamcının küfrü gerektirdiğine hükmettiği “Cenâb-ı Hakk’ı yarattıklarına benzetmek” gibi bir mesele hakkında dahi olsa) tekfir vakalarında niyetin ve şefkatin önemine de örnek verilebilecek şu yaklaşımdır:

“Bir hadîs-i şerifte vârid olmuş ki: اِانَّ اللَّهَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلَى صُورَةِ الرَّحْمَنِ (4) -ev kema kâl- Bu hadîsi, bir kısım ehl-i tarîkat, akaid-i imaniyeye münasib düşmeyen acib bir tarzda tefsir etmişler. Hattâ onlardan bir kısım ehl-i aşk, insanın sîma-yı manevîsine bir suret-i Rahman nazarıyla bakmışlar. Ehl-i tarîkatın ekserinde sekr, ehl-i aşkın çoğunda istiğrak ve iltibas olduğundan, hakikata muhalif telakkilerinde belki mazurdurlar. Fakat aklı başında olanlar, fikren onların esas-ı akaide münafî olan manalarını kabul edemez. Etse hata eder.” (5)

Görülebildiği üzere, “insanın suret-i Rahmanda yaratılmışlığını” beyan buyuran Hadis-i Şerifi “akaid-i imaniyeye münasib düşmeyen bir tarzda tefsir eden” bir kısım tarikat ehlini ve onlardan bir kısım ehl-i aşkı dalalet ve küfürde görmek, haklı ve insaflı bir tutum değildir buna göre.. Zira onları buna sevk eden amiller arasında “sekr” yani şuurunu kaybedecek derecede kendinde olmamayı tarif eden manevî sarhoşluk hali; “istiğrak” yani dalgınlıkla zihni bütün bütün meşgul kılmak ve aşk-ı İlâhî ile dünyayı unutup kendinden geçme hali; dahası, “iltibas” yani benzer şeyleri birbirine karıştırmak, şaşırıp yanılmak gibi, insanı “telakkilerinde mazur” gösterecek hususlar söz konusudur. Fakat şu da var ki, bu mazeret, “aklı başında olanların” akaide zıt böylesi manaları kabul etmelerinde makul ve geçerli bir mazeret de değildir tabi. Çünkü sekr, istiğrak ve iltibas gibi durumlar haricinde bu manaların kabulü, ucu küfre varacak ölçüde tehlikeli ve açık bir hatadır. Ama işte bu tehlikeye rağmen böyle bir manayı aklı başında birisinin kabul etmesini “küfür” değil de “hata” olarak değerlendiren bu örnek yaklaşımda, bize böylesi bir kabulün “belki zahiren vakıf olamayacağımız mazeretlerinin de var olabilecekleri” ihtimalini hatırlatan selamet ve şefkat yolu dersi de bulunmaktadır.

Ki muhterem Müellifin aynı eserinin ilerleyen satırlarında bu Hadis-i Şerife dair izahının devamı ise, o fikri küfür olarak görmemesinin sadece şefkate değil, fikri bir derinlik ve tefekküre dayandığını da göstermektedir:

“Şu mezkûr Hadîs-i Şerifin çok makasıdından birisi şudur ki: İnsan, ism-i Rahman'ı tamamıyla gösterir bir surettedir. Evet sâbıkan beyan ettiğimiz gibi, kâinatın sîmasında binbir ismin şualarından tezahür eden ism-i Rahman göründüğü gibi, zemin yüzünün sîmasında rububiyet-i mutlaka-i İlahiyenin hadsiz cilveleriyle tezahür eden ism-i Rahman gösterildiği gibi, insanın suret-i câmiasında küçük bir mikyasta zeminin sîması ve kâinatın sîması gibi yine o ism-i Rahman'ın cilve-i etemmini gösterir demektir.” (6)

O halde, yaşadığımız (veya maruz kaldığımız) güncel pek çok örnek vasatıyla da diyebiliriz ki; bu incelikli tavırdan acilen çıkarmamız gereken hayli dersler bulunmakta. Söz gelimi, hakikatin açıkça inkar edilmediği hallerde ve sadece "hakikate farklı bir veçhesinden muhatap olmak” denilebilecek sebeplerle bizim gibi düşünmeyenlere tahkir, ötekileştirme ve tekfirde bulunmak yerine, o söz ve davranışların ilmen, dinen veya özel-makul mazeretlerinin olabileceğini kendimize hatırlatmamız, belki her şeyden de önce “şefkatle anlamaya” çalışmamız gerekmektedir.

Hele itikadi meselelere yönelik anlayış ve ifade farklılıklarında bile tekfire hemen yeltenmeyip sonuna kadar tevil yolları arayan o hikmetli yaklaşıma mukabil; bizim farklı ilmi yorumlara hatta bizimkinden farklı siyasi tercihlere dahi kolayca gaflet ve ihanet yaftası takmamız, ucu maziye dayalı güncel bir marazla malul olduğumuzu resmetmektedir. Hem de tekfirciliğe varan şubeleriyle, adına ötekileştirme denen bir marazla…

İnsanlara, hele bizim gibi düşünmeyenlere karşı ne ilmin terazisini ne de şefkatle anlama çabasını elden bırakalım, bu ikisini ise mutlaka ve hep bir arada tutalım öyleyse...


  1. DİA “Tekfir” (Y. Şevki Yavuz), C. 40, s.350-356, https://islamansiklopedisi.org.tr/tekfir, (Görüntüleme tarihi: 05.09.2021)

  2. Bu tavrın güzelliğini anlamak için, tartışılır telakkilerle tekfirde bulunan herkesin de bunu son tahlilde nasları kendilerince yorumlayarak yaptıklarını göz önünde bulundurmak yeter bir delildir belki de. Diğer türlü, küfrü açık ve kesin şekilde netice verecek söz ve eylemler dışında kalan ve yeterli incelemeye, izaha, delile başvurulmayan hele niyetin anlaşılmaya çalışılmadığı tekfir örnekleri, bu hüküm sahiplerinin hükümlerini yanılmaz doğru görme vartasına düştüklerini de tescil etmektedir.

  3. DİA, aynı yer.

  4. “Şüphesiz ki Allah, insanı Rahman sûretinde yaratmıştır.” Müslim, Cennet Bl, Hadis no: 28 (2841).

  5. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, On dördüncü Lema’nın İkinci Makamı, s.13.

  6. A.g.e, s.14. (Koyulaştırmalar bana ait, M.H. Kurt)

  15.09.2021

© 2021 karakalem.net, Mustafa H. Kurt



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut