Serbestiyet

Görün beni diyen ırkçılık sorunumuz

Okullara ‘insan’ değil ‘Atatürk milliyetçiliğine bağlı bir Türk’ yetiştirmeyi buyuran bir anayasamız var. Hangi etnisiteden olursa olsun insanı aziz bilen bir müfredat içinde yetişmiyor çocuklarımız. Medya dili hiç bu şekilde değil. Sokakların ve aile meclislerinin dili de değil. Irkçılık bu ülkede hep vardı ama hep görmezden gelindi.


TÜRKİYE’NİN EN batısında, Ege denizine en fazla kırk kilometre mesafede bir ilçe olan Tire’de 1960’ların ortasında doğup büyümüş biri olarak, Kürt kelimesini ilk duyduğumda kaç yaşındaydım, tam bilmiyorum. Altı, yedi, en fazla sekiz… Doğup büyüdüğüm çevrede ilk kez iki farklı sebeple bu kelimenin kullanıldığına şahit olmuştum ve her ikisinde olumsuz bir çağrışımın amaçlandığını o yaşımda anlayabiliyordum.

İlki, Doğudan ve Güneydoğudan yaşadığımız diyara göçlerle ilgiliydi. O gün, şimdi anlatacağım detayıyla kavradığımı söyleyemem, ama mevsimlik tarım işçiliği ile başlayan bir göç dalgası olduğunu biliyordum. 1970’lerin başı… Yaşadığım ilçenin bağlı olduğu İzmir, o tarihlerin yüksek ekonomik büyüme sürecinde artan ve gelişen fabrikaları için işçi arıyordu ve bu durum bulunduğumuz ilçedeki düzenli ve ‘sigortalı’ iş arayan özellikle yeni evli ve bekâr genç nüfus için İzmir’i bir umut şehri haline getirmişti. Ama bu durum, o tarihlerde üzerinde ziraat yapılmayan neredeyse tek bir boş tarla bulunmayan ve geniş bir kısmına pamuk ekilen Küçük Menderes ovasında insan gücü açığı oluşturuyordu. Tire’dekiler bir fabrikada iş bularak veya bulmak ümidiyle İzmir’e giderken, onların gidişiyle tarımda oluşan boşluk Doğu ve Güneydoğudan gelen mevsimlik tarım işçileriyle kapatılıyordu.

Tarla kenarlarında, sazlarla oluşturulan ve yağmur yağdığında naylonlarla örtülen ‘çardak’ dediğimiz çabuk yapılır çabuk bozulur barınaklara yerleşen mevsimlik tarım işçileri, yedisinden yetmişine tarlada çalışıyor; Ege’nin kırk dereceyi aşan yaz sıcağında zorlu pamuk çapasını yapıyor, ardından Eylül ayıyla birlikte pamuk toplamaya başlıyorlardı.

Yaklaşık dört ya da beş ay ovada geçirilen bu zamandan sonra evine dönen bu işçi ailelerin bir kısmı, çok değil bir-iki sene içinde, geri dönmeyip Tire’ye yerleşmeyi seçmişlerdi ama. Yani, artık yılın dört veya beş ayında tarlalarda görülen kişiler değillerdi artık. Tire’nin ‘yerli’sinin yılın on iki ayı gördüğü ve beraber yaşadığı yan komşusu, karşı komşusu olmaya başlamışlardı. Elbette, imkânlar o kadarına müsaade ettiği için şehrin daha yamaçtaki, ulaşımı daha zor ve nisbeten daha eski evlerini ‘yerli’sine göre daha pahalı bir fiyattan kiralamak suretiyle… Ve elbette, geldikleri yerden getirdikleri görenekleri, giyim tarzları, aile düzenleri ve de kendi aralarında iletişimi en kolay şekilde sağladıkları anadilleri ile… İşte o süreçle birlikte, ‘Kürt’ kelimesini gündelik hayatta, özellikle de her yelpazeden üyeleri ile ailelerin biraraya geldiği düğün ve bayram ziyaretlerinde sıklıkla duymaya başlamıştım. Şehre kabul edilmemesi gereken birer ‘yabancı unsur’ olarak, ciddi bir ötekileştirme ve küçümseme ile söz ediliyordu Kürtlerden. Tekil olumsuz örnekler üzerinden, ‘hepsi’ne dair yargılar geliştirerek, bu olumsuz tutum tahkim edilmek isteniyordu sonra: “Filan mahallede filan tanıdıkların sokağına bir Kürt aile taşınmış, onların bir çocuğu şöyle bir yaramazlık yapmış, yani Kürtler çok kötü, onları aramıza almamak lazım, bizim Tirelilerde iş yok, duydunuz mu komşu ilçe Ödemiş’e sokmamışlar Kürtleri, kovmuşlar onları, biz neden kovamıyoruz?”

Bu söylemi hararetle üretip yayanlar olduğu gibi, buna itiraz geliştirenler de yok değildi gerçi. Ama onlar, azınlıkta kalan yahut sesi az çıkan taraftılar.

O çocuk yaşta, sıklıkla duymaya başladığım bu söyleme bir anlam verebilmiş değildim. Mahallemizden, işçi olarak Almanya’ya gitmiş birkaç aile vardı. Ayrıca, anneannemin ailesi imparatorluk dağılıp ulus-devletler oluşurken bir tarafı Yunanistan’a bir tarafı Bulgaristan’a kalmış Nevrokop’tan göç edip Tire’ye yerleşmişti. Onlarla aynı kaderi paylaşan ve artık Langazalı, Tikveşli, Istırlı, Karaferyeli...


Bu yazının tamamını,
serbestiyet.com’da okuyabilirsiniz.

  02.08.2021

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut