Canlılardaki Çeşitlilik Geniş Bir Bilgi Kataloğunu Gerektiriyor

Harun Pirim

Hayatı ve yaşam çeşitliliğini manevi kataloglar olmadan açıklamak zor.


GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDE cıvıldaşan kuşlar, meltem esintisiyle kokularını salan, renklerini sallanarak gösteren çiçekler, yaşam döngülerinde günbegün rol alan mikro ve makro organizmalar tanımlayabildiğimiz milyonun üzerinde yaşam çeşitliliğinin anlık fotoğrafı sadece. Hayatı ve özelinde canlıların çeşitliliğini anlamak için de maddi, manevi ilimler aklımıza ve kalbimize ışık tutuyor.

Bu yazımda, hayatı ve çeşitliliği anlama çabası olarak, Andreas Wagner’in 2015’te yayınlanmış popüler bilim kategorisinde ele alınabilecek yazısını (*1) değerlendirmek istiyorum. Her şey, canlılardaki benzerlikleri fark etmekle başlıyor. İnsanlığın düşünce serüveni sayma ve gruplama ile başlıyor dersek yanlış olmaz. Fark etmenin doğasında, benzeri ile kıyaslamak var. Benzerleri gruplayarak, farklı olanı ortaya çıkarmak. Canlıları benzerliklerine göre sınıflandırmak Aristo’ya kadar uzanıyor. Aristo, hayvanları 10 temel sınıfa (genera) ayırmış (*2). Günümüzdeki gen dizilim benzerliklerinden ayrı olarak, kabaca fiziksel özellik ya da dış görünüşe göre türler tanımlanmış. Kertenkele gibi hem ayaksız yılana benzeyen, hem de ayaklı hayvanlara benzeyen canlılar bu kaba sınıflandırmada sorun teşkil ediyor. Tam da bu noktada Avrupa felsefesini derinden etkileyen Eflatun düşüncesi devreye giriyor:

“Eflatun’a göre algılanabilen maddi dünya, daha yüksek bir gerçekliğin zayıf bir gölgesine benziyor. Aslolan soyut kavramların âlemi. Eflatuncu birine göre futbol, tenis, golf toplarının özü topa benzeyen şekilleridir. Gerçek olan bu saf, değişmez, soyut özdür. Geçici olan fiziki toplar ise gölge gibidir.”

Buradan hareketle türler özlerine göre sınıflandırılmalıdır. O zaman yeni soru, kertenkele gibi canlıların özünün ne olduğudur.

“Cam kertenkelesi milyarlarca hücreden oluşur. Her bir hücre, her birisi 20 farklı aminoasitten oluşan binlerce farklı protein içerir. Bu proteinlerin her birinin özel bir fonksiyonu vardır: Kimyasal bir reaksiyonu tetikleyebildiği gibi, hücrenin çökmesini engelleyebilir, besinleri fark edebilir, diğer hücrelerden sinyal alabilir vs. Milyonlarca yıl önce ilk ortaya çıkışı düşünüldüğünde, bu kabiliyetlerin her biri bir inovasyondu; ki bu kabiliyetler, ölüm kalım arasındaki farkı belirliyen yeni ve faydalı özelliklerdir.”

Bir başka soru, DNA’daki değişimlerin (yazara göre rastgele olan) nasıl inovasyona sebep olduğu. Darwin’in doğal seçilimi soruya cevap verebilmek açısından çok yardımcı olamıyor, çünkü seçilim halihazırda olan inovasyonların yayılmasını açıklayabilir. Yazarın ifadesiyle, botanikçi Hugo de Vries 1905’te bu durumu şöyle ifade etmiş:

“Doğal seçilim en iyi olanın hayatta kalmasını (survival of the fittest) açıklayabilir, ama en iyi olanın gelişini (arrival of the fittest (*3)) açıklayamaz.”

Darwin’in kendisi de değişimleri rastgele olarak ifade etmenin aslında değişimlerin kökenini bilmemekten kaynaklandığını kabul etmiş. Konuyu daha detaylı açıklamak için yazar büyük bir kütüphane örneği veriyor:

“Büyük bir kütüphane düşünün ki, içindeki kitaplar, alfabedeki harflerin mümkün olan bütün farklı dizilimlerini içeriyor. Böyle bir kütüphane, hayalin ötesinde büyük olurdu ve içindeki metinlerin çoğu da anlamsız olurdu. Lakin, bazı metinler rastgele harflerin denizinde anlaşılabilir adalar—kelime, şiir gibi— içerirdi. Bazıları gerçek ve hayali olan bütün hikâyeleri anlatırdı. Sadece Dickens’ın Oliver Twist’i ya da Goethe’nin Faust’unu değil; mümkün olan bütün hikâye, roman, her bir insanın biyografisi, dünyanın doğru-yanlış tarihleri, görülmemiş diğer dünyaları vs. anlatırdı. Bazı metinler, tekerlekten buhar motoruna, transistöre—hayal edilecekler de dahil—sayısız inovasyonların tanımlarını içerirdi. Bununla birlikte, şans eseri olarak kütüphaneden böyle değerli bir cilt seçme ihtimali çok düşük. Evrim, ihtiyacı olan kimyasalları büyük bir katalog içinden seçemez. Aksine, katalogdaki yığınlar arasında yavaşça yol almak zorundadır.

Protein, kütüphane içindeki bir cilte benzer ki, 20 harften oluşan aminoasit alfabesinden yazılmıştır. Protein yazıları, Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı kadar uzun olmasa da sayıca hayret verici çokluktadır. Örneğin, 500 harf uzunluğunda mümkün olabilecek aminoasit dizilerini içeren bir kütüphane 1e600, yani bir yanına 600 sıfır koyularak elde edilecek rakam kadar yazı içerirdi. Bu rakam, görünür evrendeki atomlardan çok daha fazlasını ifade eder.

Kütüphane, yaşam için faydalı olan bütün proteinleri kodlayacak büyük bir uzaydır (matematik bağlamında çözüm uzayı). Lakin, sorun şu ki, evrim bu büyük katalog içinden ihtiyacı olan kimyasalları seçemez. Yavaşça yığınlar arasında zorluklar içinde arama yapması gerekir… Hemoglobin gibi temel bir proteini tehlikeye atacak bir mutasyon ölümcül olabilir. Böyle bir kötü kader, cildin (protein, kitap cildine benzetiliyor; hatırlayalım) soyunun bitmesidir.

O zaman, başarılması gereken (çözüm uzayında) işe yarayan metinleri denk getirmektir. Doğa, halihazırda milyonlarcasını denk getirmiştir. İnsan mühendisler de birçoğunu keşfetmiştir ve keşif hızı da artmaktadır. Bu (manevi) kütüphanelerde gizli inovatif harikaları takdir etmek için çevremizdeki hayretengiz organizma çeşitliliğine bakmak yeterlidir.

Böyle bir kütüphanede, katalog olmaksızın belirli bir konuda özel bir metin bulmak zorunda kalsaydınız, düpedüz kaybolurdunuz. Daha da kötüsü ararken atılan yanlış adımlar ölümcül ise, çabucak ölürdünüz. Bununla birlikte hayat devam etmekle kalmayıp, bu kütüphanelerden sayısız yeni anlamlı metinler bulmuştur. Hayatın bunu nasıl başardığını anlamak, evrimde bulunmayan böyle bir katalogu inşa etmemizi gerektirir. Bu kütüphanelerin nasıl düzenlendiğini çalışmamız gerekir ki, (çözüm uzayında) kör tarama yoluyla nasıl inovasyonun mümkün olduğu kavranabilsin.”

Protein dizilimlerinin değişmeleriyle, hayatın olanca çeşitliliğinin faydalı neticelerle ortaya çıkması, hayatın son bulmasını netice verecek dizilimlerin o geniş çözüm uzayında ıskalanması, yazarı protein dizilimlerinin değişimlerini anlamlı kılabilecek bir manevi katalogun olması gerekliliğine ikna ediyor. On yılı aşkın bir süredir Zürih Üniversitesinde ve Amerika’daki Santa Fe Enstitüsünde moleküllerin laboratuvar ortamında değişimlerini inceliyor. Kabaca, moleküllerin kütüphane yolculuklarını, bu yolculuklarda karşılaştıkları anlamlı metinleri (dizilimleri) kaydediyor. Bilgisayar simülasyonlarının da desteğiyle anlaşılan, protein dizilimlerindeki küçük değişim kombinasyonları metnin (proteinin) anlamını değiştirmiyor. Doğanın kütüphaneleri, eşanlamlı metinlerin genişleyen şebekesine benzetiliyor; ki her bir metin bir molekülü ve onun biyokimyasal fonksiyonu kodluyor.

“Eşanlamlı metinlerin bu gidiş yolu (pathway) olmazsa, sürekli değişen harf dizilimlerini doğru olarak aynı fonksiyona açan bu gen kümeleri olmazsa, rastgele mutasyonla yeni inovasyonların bulunması mümkün olmazdı. Evrim çalışmazdı… Peki doğanın kütüphaneleri nereden geliyor? Kertenkelenin kendisinde ya da anatomisinde göremiyoruz. Kütüphaneler, hayatın görünebilir yüzeyinde ya da altında değil; dokularının ya da hücrelerinin yapısında değil. Hatta, DNA’nın mikroskop altı yapısında da değil. Kütüphaneler, matematikçilerin keşfettiği soyut kavramlara benzer kavramlar âleminde bulunuyor.”

Yazar tam bu noktada, fiziki âlemlerde böyle düzenli kütüphanelerin olmadığı, görülmediğinden yola çıkarak tıpkı matematiksel kavramlar gibi kütüphanelerin de fiziki olmayan bir âlemle ilişkisi olduğunu ifade ediyor. Böyle olması, kütüphanelerin gerçekliğine zarar vermiyor. Mesele, insanın yoktan yeni kavramlar ürettiği mi, yoksa var olanları keşfettiği mi sorusunda düğümleniyor. İnsanlığın en azından 2500 yıl öncesinden sorguladığına Pisagorcuların cevabı ‘her şey rakamdır’ olmuş. Wittgenstein ekolü ise matematiksel gerçeklerin insan icadı olduğuna inanmış. Bazıları, Eflatun gibi dünyanın daha yüksek bir hakikatin gölgesi olduğuna hükmetmiş. Matematiğin Nobel ödülüne eş tutulan Fields madalyasını kazanan Charles Fefferman kendi çarpıcı matematik deneyimini şöyle ifade etmiş:

“Dehşete düşüren bir şey var. Sen yaratmıyorsun. Sen zaten her zaman orada olanı keşfediyorsun ve bu insanın yaratabileceği herhangi bir şeyden çok daha güzel.”

Neticede, yazarın da ifadesiyle gördüğümüz hayatın eşsiz güzellikleri, bu kütüphanelerin teşkil ettiği Eflatun’un mümkinat âleminin zayıf gölgelerinden ibaret! Hayatı ve yaşam çeşitliliğini manevi kataloglar olmadan açıklamak zor. Yazı zihnimi her şeyin—yaş, kuru—kataloglandığına götürüyor (Bkz. En’am: 59). Yaratıcının birliğinin gereği olarak, ilminin varlık âlemlerini kuşattığını düşündürüyor. Yazıda da ifade edildiği gibi, varlıklarda kuşatıcı bir ilim (manevi katalog) görünmüyor. O zaman, her bir varlık yaşama gülümsemesi ve devam edebilmesi için Said Nursî’nin ifadesiyle manevi ve ilmi kalıplara ayak uydurmalı:

“Halbuki inşa ve terkip suretinde [inşa ve terkip bir anlamda evrim olarak düşünülebilir] bir sineğin, bir çiçeğin cesedini, cismini zeminin yüzünden toplamak ve ince bir elekle eledikten sonra binler müşkilâtla [zorluklarla] o mahsus zerreler gelebilirler. Hem geldikten sonra dahi, o cisimde dağılmadan muntazam bir vaziyeti muhafaza etmek için—mânevî ve ilmî kalıpları bulunmadığından—maddî ve tabiî bir kalıp, belki, âzâları adedince kalıplar lâzımdır—tâ ki o gelen zerreler o cism-i zîhayatı teşkil etsinler.” (*4)



  1. https://aeon.co/essays/without-a-library-of-platonic-forms-evolution-couldn-t-work

  2. https://ucmp.berkeley.edu/history/aristotle.html

  3. Wagner’in bu yazısının yazıldığı senenin sonunda ‘Arrival of the fittest’ isimli bir kitabı da yayınlanmış. Görüşlerini ifade ettiği başka kitap ve akademik yazıları da var. Bu yazı genel fikirlerini, çıkarımlarını temsil ediyor gibi gözüküyor.

  4. Said Nursi, Şualar, 2. Şua, İkinci Makam, Vahdaniyetin İkinci Muktazisi

  11.05.2021

© 2021 karakalem.net, Harun Pirim



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut