Arşiv

METİN KARABAŞOĞLU ile PEYGAMBERİN BİR GÜNÜ üzerine bir söyleşi

*

ÖNCELİKLE PEYGAMBER Efendimiz (sav)’i bir günün içinde tanımaya, anlamaya, anlatmaya nasıl karar verdiniz? Kısaca kitabın yazılış hikayesini de anlatır mısınız?

Bundan 24 sene önceydi. 24 yaşındaydım ve bir gün kendine şu soruyu sordum: Kur’ân’da bizi tefekküre çağıran; göklere, yere, dağlara, ağaçlara, meyvelere… bakmaya davet eden o kadar âyet varken, Kur’ân’ın en birinci muhatabı olarak Efendimiz aleyhissalâtu vesselam bu kâinata bakıp, kâinat kitabını okuyup düşünün emrini nasıl uyguluyordu? Baktım ki, zihnimde buna dair tek bir iz, tek bir hatıra mevcut değil. Bunun üzerine Hz. Peygamberin hayatından tefekkür örnekleri devşirmek üzere hadis ve siyer kitapları içerisinde bir yolculuğa başladım. Tefekkürden tezekküre, tezekkürden namaza derken, yirmi yıllık bir zaman içinde bu konu Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın ‘herhangi bir gün’ünden bizim her günümüz için alacağımız, almamız gereken dersler içeren Peygamberin Bir Günü isimli bir kitaba daha ilerledi.

Gün, güneşin doğuşuyla batışı arasında geçen süre. Gün, uyumakla uyanmak arasında geçen zaman. Gün, saatte yelkovanın yer değiştirmesi... Günle ilgili birçok tarif yapmamız mümkün!.. Öncelikle Peygamber Efendimiz (sav) günü nasıl tarif ediyor? Günü nasıl bölümlere ayırıyor, nasıl yaşıyor ve bir gün onun için ne anlam ifade ediyor?

Hz. Âişe’nin, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın vefatından sonra kendisine gelip onun ahlâkını soran gençlere verdiği cevap harikulâdedir. “Siz hiç Kur’ân okumuyor musunuz?” diye sorar, sonra da “O’nun ahlâkı Kur’ân’dı” buyurur Âişe validemiz. Onun bu cevabından aldığımız bir ders var: Hz. Peygamber nasıl yaşıyordu, bunu merak eden, önce Kur’ân’a baksın. O Kur’ân’ın emrettiği şekilde yaşıyordu!

Şimdi, Âişe validemizin öğrettiği bu açıdan soruya cevap verecek olursak, Efendimiz aleyhissalâtu vesselam, günü Kur’ân’la yaşıyordu, Kur’ân’ın gösterdiği ve istediği şekilde yaşıyordu. İki âyetin bu noktada bize bilhassa yol gösterdiğini düşünüyorum.

Birincisi, Nebe sûresindeki “Gündüzü geçim vesilesi, geceyi elbise, uykuyu dinlenme kıldık” mealindeki âyet. Bu âyette belirlendiği şekilde, Efendimiz aleyhissalâtu vesselamın gününü üç bölüme ayırmak mümkün. Ümmetinin ve ailesinin ihtiyaçları için ayırdığı zaman; özellikle geceleri olmak üzere kendi hususî tefekkür, tezekkür ve ibadetine ayırdığı zaman; uykuya ayırdığı zaman.

İkincisi, Âl-i İmran sûresindeki, Efendimiz aleyhissalâtu vesselamın geceleri gökyüzünü seyrederken okumayı itiyad haline getirdiği âyet: “Onlar ayakta, otururken ve yatarken Allah’ı zikreder ve göklerin ve yerin yaratılışı üzerine fikrederler.” İnsanın ayakta, oturur halde ve yatar halde olmanın dışında kaldığı dördüncü bir durum var mı? Yok. Demek ki, Allah her hal ve şartta; ister ayakta, ister oturur halde, ister yatar halde, günün her saatinde O’nun yaratışı üzerine düşünüp O’nu anmamızı istiyor. Hz. Âişe’nin bize öğrettiği üzere, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın ‘ahlâkı Kur’ân’ olduğuna göre, demek ki o günün her anında ve her halinde zikrullah ve fikrullah üzere idi. İster gece olsun ister gündüz, ister seferde olsun ister istirahatte, ister mescidinde sohbet eder halde olsun, ister ev işlerinde aile efradına yardım eder yahut çarşıda alışveriş eder halde, her hal ve şartta Allah’ı düşünüp O’nu anmakla meşguldü. Günü böyleydi Efendimizin…

“Hayatta herkes için günler ikiye ayrılır: Sıradan ve özel günler. Sıradan günler adı üstünde sıradan, silik, gelir, geçer günlerdir. Gerçekte ise o ‘sıradan’ günlerin hiçbiri sıradan değildir. Çünkü hayatımızdaki özel günlere rengini ve şeklini veren o sıradan günlerdir” diyorsunuz. Peygamber Efendimiz (sav)’i herhangi bir günde nasıl tanıyabiliriz? Peygamberimizin hayatındaki denge unsurları nelerdir?

Efendimiz aleyhissalâtu vesselamın hayatından bir günü anlama ve anlatma çabası yirmi sene sürdü ve sonunda, onun değil bir gününün tamamını, bir günü içindeki tek bir namazını bile hakkıyla anlayıp anlatmaya benim gücümün yetmeyeceğini başta, önsözde bilhassa belirterek ‘anlayabildiğim kadarıyla’ derlediğim notları ve düşünceleri Peygamberin Bir Günü’nde paylaştım. Yaklaşık üçyüz sayfalık bir kitapta bile bu kadar zorlanmışken, burada bir söyleşi içinde buna cevap verebilmem çok zor. Şu kadarını söyleyebilirim: Denge, Efendimizin hayatının her veçhesini kuşatmış halde. Yeter ki, biz hadis ve siyer külliyatları içerisinde bütüncül bir bakışla bir okuma gerçekleştirelim. Onun hadisleri ve sünnetleri içerisinden kendi tarzımıza, alışkanlığımıza göre bir seçmecilik yapmayalım.

Kitapta da bahsi geçiyor; “Peygamber Efendimiz (sav)’in 63 yıllık ömründe hayatın gündelik akışının ve alışılmış ritminin değiştiği özel günler ve bu özel günler adına seferde, yolda, hazırlık aşamasında geçirilen günler sayıldığında 300 gün gibi bir rakam çıkıyor ortaya”. Yani 63 yıl veya 22 bin 300 gün içinde, 300 gün. Diğer bir hesaplamayla onun peygamber olarak yaşadığı 23 yıl veya 8 bin gün içinde, sadece 300 gün. Hz Muhammed (sav) bu 300 özel günde neler yaşamıştır?

Hicret günleri olsun, Bedir olsun, Uhud olsun, Hendek olsun, Hudeybiye veya Hayber olsun, diğerleri olsun, Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselamın Allah için yollarda, seferde ve cihadda geçirdiği bu özel sınanma günleri bizim için apayrı dersler yüklü. Ama en başta şu dersi alıyoruz: O çok ağır sınanma günlerinde ayağı bir milim kaymadan Allah’ın yolunda yürüyebilmek için, en başta ciddi bir hazırlık gerek. İç donanımı sağlam olmayan, o sınanma günlerinde savrulmadan duramaz. Nitekim, meselâ Ahzâb savaşı diye de anılan, Arabistan’daki müşrik, Yahudi bütün hiziplerin İslâm’a karşı topyekün saldırıya geçip Medine’yi kuşattığı Hendek günlerini anlatırken, o gün yaşadıkları ağır imtihan mü’minlerin imanını arttırırken, münafıkların ve kalblerinde hastalık olanların Allah ve Resûlü hakkında türlü çeşit zanlara düştüklerini haber veriyor Kur’ân. İşte, ‘herhangi bir gün’ dediğimiz günlerde yaşanan iman taliminin yoğunluğu ve sağlamlığı iledir ki, bu zor sınanma günlerinde Efendimiz aleyhissalâtu vesselam ve sahabileri ayakları kaymadan küfre karşı dimdik durabilmişlerdir.

Bu özel sınanma günlerinin her birinde bize özel bir ders olduğunu da düşünüyorum. Meselâ Bedir ‘çokluğa karşı azların, güçlülere karşı haklıların’ imtihanıdır. Huneyn’de ise Müslümanlar ‘çoklukla övünme’den dolayı bir imtihan ve zorluk yaşarlar. Uhud, kalbine iki sevgili yerleştirmemenin; Allah yolunda savaşırken ganimet peşine düşmemenin dersini içerir meselâ. Hendek’te maddî veya manevî kuşatma anlarında sahip olmamız gereken ruh hali, ahlâkî, fikrî ve fiilî donanım bize öğretilir. Mekke’nin fethi günlerinde ise zafer anlarını asla taşkınlığı düşmeden hazmetmenin dersi verilir. Her özel günün, bizim için ayrı, özel bir dersi vardır kısacası.

Peygamber Efendimiz (sav)’in 23 yıllık peygamberliği döneminin her gününde namaz vardı. Peygamberimiz (sav)’in bir günü namazla başlar, namazla devam eder ve namazla nihayet bulur. Peygamberin bir gündeki namazını, bununun güne yayılışını, namazla kurduğu ünsiyeti anlatır mısınız?

Evet, hadis külliyatlarına baktığımızda, Efendimizin ibadetleri ve sünnetleri üzerine kitaplara baktığımızda, onun gününün namaz etrafında örüldüğünü çok rahat görebiliyoruz. Öyle ki, farz namazların ötesinde, beş vakitte o farza eklediği sünnet namazlar, bu beş farz vakit dışındaki vakitlerde kıldığı nafile namazlar, yağmursuzluk, ay veya güneş tutulması gibi hadiseler vesilesiyle yüzünü yine âlemler Rabbine çevirdiği özel vakitlere mahsus namazlar derken, Efendimizin her günü namaz üzerine kurulmuş âdeta.

Peki, niye böyle?

Bunu da, Âişe validemizin bize bildirdiği bir hadise öğretiyor. Şükür ki, çok bilinen bir hadisedir bu. Bir gece vakti gözyaşlarından seccadesi ıslanacak kadar çok ve uzun namaz kılan Efendimiz aleyhissalâtu vesselama Âişe validemiz “Yâ Rasûlallah! Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmedi mi?” diye sorduğunda, “Yâ Âişe, şükreden bir kul olmayayım mı?” buyuruyor Efendimiz. Demek ki, onun için, namaz, istemeyerek de olsa, emredildi diye zoraki yapılan bir ibadet değil; bilakis, âlemler Rabbinin insanın önüne sunmuş olduğu bunca nimete karşı bir teşekkürün ifadesi… Allah’ın sayısız nimetlerini farkedip hissetmenin getirdiği bir teşekkür hissi, bir şükür borcuyla kılıyor Efendimiz namazını.

Buradan, başka derslerin yanında şu dersi de çıkarıyoruz: Bizim de namazımızı severek, isteyerek, coşar ve koşar halde kılmamız için en başta hayatımızı, varoluşumuzu Allah’ın bir nimeti olarak algılamamız, tefekkür ve tezekkürle O’nun nimetlerini düşünüp hatırlamamız gerekiyor!

Peygamber (sav) bir gününde duaya nasıl yer ayırıyordu? O, daha çok hangi duayı sürekli ve severek yapıyordu?

“Dua, ibadettir” buyuruyor Efendimiz. Bir diğer hadisinde ise, “Dua, ibadetin özüdür” buyuruyor. Niye böyle? Çünkü, insan kendisinin zaten sahip olduğunu, zaten muktedir olduğunu düşündüğü şey için dua etmez. Ancak bizzat güç yetiremediğini farkettiği şeyler için dua eder. Gücünün yetmediği yerde ve zamanda dua eder. Ayakkabı bağı gibi en ufak birşey için de bizi duaya çağırıyor Efendimiz. Öğrettiği ders belli: İnsan gerçekte neyi sahiplenebilir, ne için bizzat güç sahibi olduğunu iddia edebilir? O dilemeden bir nefes bile alamaz, bir adım bile atamaz, hatta kaşını veya parmağını kıpırdatamaz halde iken?

Efendimizin sıklıkla okumayı itiyad edindiği dualar içinde iki duayı burada bilhassa hatırlatmak istiyorum. Birincisi, “Ey kalpleri evirip çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl!” duası. İkincisi, “Allahım, sen çok affedicisin, affetmeyi seversin, beni affet!” duası…

Peygamber Efendimiz (sav) her gün çektiği zikirler var mıydı? Peygamberin en sevdiği ve sürekli yaptığı zikirler nelerdir?

Bugün mü’minlerin namazdan sonra yaptığı tesbihat, bir örnek olarak söylersek, Efendimiz aleyhissalâtu vesselamdan bize kalmış bir miras. Sonradan, öylesine, rastgele namaza eklenmiş, iliştirilmiş değil yani. Meselâ namazdan sonra, tesbihat bittikten sonra, duaya başlamadan önce okunan “Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerike leh…ilâahir” zikri için, Efendimiz “Bütün peygamberin dilinden çıkan en hayırlı söz” tarifini yapıyor. Onun mü’minlere öğrettiği başkaca zikirlere de baktığımızda şu dersi alıyoruz: Peygamberimiz, bütün mahlukatın da dahil olduğu zikirleri çok seviyor ve sahabilerine bilhassa öğretiyor. Meselâ “Allah’a, yarattıkları sayısınca, razı oldukları sayısınca, arşının ağırlığınca, kelimeleri sayısınca hamd ü sena olsun” gibi…

Peygamber Efendimiz (sav) her şeye ‘Bismillah’la başlamış ve yaşamış. ‘Bismillahirrahmanirrahim’ Peygamberin hayatında nasıl örnekleniyor?

Bismillah, gerçekte ne demek? ‘Allah’ın ismiyle’ demek. Peki, O’nun ismiyle; yani O’nun dilemesi, iradesi, ilmi, kudreti, rahmeti, hikmeti, ikramı, ihsanıyla.. varolmayan ne var? Hiçbir şey. Demek ki, Efendimiz aleyhissalâtu vesselam birşey yaparken, bir işe girişirken ‘Bismillah’ derken, yaratılmış herşeyin O’nun dilemesi, ilmi, kudreti, rahmeti.. ile ancak varolduğunu bilerek bunu söylüyor. Bize de, her Bismillah’ıyla bunu öğretiyor: Yürüyen bizzat sen değilsin; Allah dilediği için yürüyorsun. Kapıyı açan sen değilsin; Allah’ın dilemesiyle kapı sana açıldı. Sofradaki yemek senin eserin değil; o nimet Allah’ın kudreti ve rahmetiyle varoldu.

Demek, bizim de bu şuurla, bu idrakle, bu anlayışla diyor olmamız gerekiyor Bismillah’ı…

Peygamber Efendimiz (sav) nasıl yemek yerdi? Yemekteki adabı nasıldı? En çok hangi yemeği severdi? Hz Muhammed (sav)’in bir gününde bir öğününe yolculuk yapıp sofrasına oturalım ve onunla beraber ‘Bismillah’ çekip yemek yiyelim ve ardından dua edelim. Bize bu sofrayı bir örnek üzerinden anlatabilir misiniz?

Bir kere, az önce de anlattığım üzere, soframızdaki herşeyin O’nun bize ikramı olduğunu bilmenin idraki var. Baştaki Bismillah, bunun şifresi. İkincisi, bizim vücudumuzu o nimetleri yiyip tadıp sindirecek halde yaratanın O olduğunu bilmenin de idraki var. Sondaki Elhamdülillah, bunun şifresi. Sağ elle başlamak, kibirli bir oturuşla oturmamak var. Ağzında yemek varken konuşmamak, ama yemek ortamı içerisinde Allah’ın nimetini tadarken Allah’ı hatırlatan bir sohbet üzere olmak var. Bunun dışında, önünden yemek var, ikramda bulunmak var, paylaşmak var. Eğer yemeğin tadı hoşuna gitmezse, yememek; ama Allah’ın yarattığı o nimet hakkında kötü konuşmamak var, yemeği yermemek var. Çünkü bizim beğenmediğimiz tadı bir başkası beğeniyor olabilir; tadı üzerinden yorumda bulunarak hem bir nimeti tahkir ediyoruz, hem de yemekler arasında değer yargısı oluşturarak orada dahi sınıf ve elitizm üretiyoruz, buna müsaade etmemek var. Görüyoruz işte, Efendimizin bir sofrasında bile nice dersler saklı bizim için…

Günlük hayatta adet haline getirdiğimiz sıradan bir davranışı nasıl ibadet haline dönüştürebilir; onunla kendimizi, hayatımızı, ahiretimizi güzelleştirebiliriz?

Buradaki anahtar, Efendimizin sünnet-i seniyyesi. Efendimiz nasıl uyur, nasıl uyanırdı; nasıl yürür, nasıl konuşurdu; nasıl alışveriş yapar, nasıl yemek yerdi? Bütün bunları anlamaya, elimizden geldiğince bunları yapmaya çalıştığımızda, yaptığımız herşey ibadete dönüşüyor. Çünkü Efendimiz, adı üstünde, Resûlullah. Onu hatırladığımızda, doğruca Allah’ı da hatırlıyoruz. Bu bakımdan, bir iş yaparken Resûlullah o işi nasıl yapardı öğrenip ona göre yapmak, değilse o nasıl yapardı diye düşünerek yapmak, yaptığımız herşeyi Allah’ı andığımız, Allah’ı hatırladığımız bir keyfiyete kavuşturuyor, ibadete dönüştürüyor. Böylece, deyim yerindeyse, yirmidört saatini bir nevi ibadete dönüştürmek mümkün. Uyku anları dahil. Yeter ki, uykuya da Efendimizin hazırlandığı şekilde hazırlanalım, onun uyandığı şekilde uyanalım.

Peygamber Efendimiz (sav)’in bütün günlerini anlamak için bize hangi eserleri tavsiye edersiniz? Gençlere Peygamberimizi daha iyi anlamak ve örnek almak için nasıl bir yol izlemeli?

Tek bir kitabı tavsiye edersem, bu uğurda emek sarfetmiş diğer isimleri incitmekten korkarım. Allah hepsinden razı olsun, muhaddisler kılı kırk yaran bir titizlikle Efendimizin hadislerini toplamış, hadis külliyatları oluşturmuşlar. Siyer âlimleri, Efendimizin hayatını yazmışlar. Sonrasında bu kitaplardan beslenerek yazılmış nice kitap var. İhtiyaca göre, sevdiği tarza ve üsluba göre, herkes bu eserler içerisinden bir seçim yapabilir kanaatimce.

Efendimizi daha iyi anlamak, örnek almak için ise, bence anahtar husus, Hz. Âişe’nin söylediği “Onun ahlâkı Kur’ân’dı” sözü. Ama bu idrak için, en başta, son zamanlarda gayrimüslim diyarlarından Müslüman topraklarına doğru da yayılan tehlikeli bir bakıştan, Efendimizin aleyhissalâtu vesselamın ‘Resûlullah’ olduğunu âdeta unutup onu ‘sıradan bir insan’ gibi algılayan bir tutumdan uzak durmak gerekiyor…


Abdullah Güner

abdullah.guner@on5yirmi5.com

  05.05.2021

© 2021 karakalem.net, *



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut