Arşiv

 Son Ânın Ötesi

Yeryüzü ikliminin dilimleri olan ânlar, adandığımız doğrulara yaklaştığımız, onları bulduğumuz çabalarla yüklüdür. Sürekli yüklenmekteyiz yükümüzü. Ancak hepimizi bekleyen ‘son ân’ın ötesinde yalın, pürüzsüz ve perdesiz bir biçimde karşımıza çıkacaktır ‘asıl doğru’ olan. İşte o ötede tartışma, fikir ayrılığı, kavga sona erecek, herkes kendi doğrusuyla değil de gerçek doğruyla yüzleşecektir.


RÜZGÂRIN SÜRÜKLEDİĞİ BULUTLAR misali sürüklenen zaman içinde bir okyanus zenginliği içerisindedir insan dünyada. Öğrenir ve öğrenir.

Mutlaka bir şeyler öğrenir insan. Ne ki, öğrendiği her şey doğru değildir. Doğruların yanında yanlışlar da öğrenir. Bu yanlışlarla yaşantısını düzenleyebilir. Yıllar sürebilir yanlış bilgilerin, yanlış standartların, yanlış ilkelerin egemenliği. Yanlışlardan dönülebilir de.

Giden, gelen, kazanan, kaybeden, seven, sevilen, nefret eden ve edilen insan, ömrü boyunca koşturur durur. Adanır, çilesini çeker doğrularının. Hapse girer doğruları uğruna. Sürgüne gönderilir, canını verir. Heyhat ki, inandığı ve bir ömrü hizmetine sunduğu doğruları, her zaman için ‘gerçek doğru’ değildir. Yeryüzü ikliminin dilimleri olan ânlar, adandığımız doğrulara yaklaştığımız, onları bulduğumuz, onlardan vazgeçtiğimiz çabalarla yüklüdür. Sürekli yüklenmekteyizdir yükümüzü. Ancak hepimizi bekleyen ‘son ân’ın ötesinde yalın, pürüzsüz ve perdesiz bir biçimde karşımıza çıkacaktır ‘asıl doğru’ olan. İşte o ötede tartışma, fikir ayrılığı, kavga sona erecek, herkes kendi doğrusuyla değil de gerçek doğruyla yüzleşecektir.

Gele gele son ânın ötesine geldik işte. Hayat bitti. Bir rüyadan uyandık sanki. Son ânı gördük, yaşadık... Alındı canlarımız. Şimdi her şey şeffaf. Son ânın ötesine geçen her kişi, tüm duygularıyla anladı nelerin olduğunu. Kimisi memnun şu hayat tabakasından. Yaptığı işlerin, güzeleylemlerin meyvesini almaya başladı bile, rahat etti. Kimisi biraz daha farklı bir ortamı okuyor.

Bir tarafta da feryad ü figan var. Sızlanıp duruyor, bir vicdan azabı büyüdükçe büyüyor, ızdırap arttıkça artıyor.

Konuşuyor cehennem figanı: Abartmalara dalmıştım. Şaşkın dolaşmıştım her vadide. Benim ‘çırağım’dı şeytan. Çıkış yolu arayıp durmuştum. Standartlar, ilkeler koymuştum kendimce. Ölümden sonrasına asla inanmadım. Sorgu suale de. İnananları zavallılar olarak niteledim.

Kendi kitabımdaki ilkelere adandım. Benim kutsal kitabım oydu. Kâinatın sahibinden ve her şeyi bilen’den söz edenlere efelenip “Ben de bilirim” veya “Ben bilirim” diye karşı çıktım. Yırtınırcasına anlattım ilkelerimi, önüme çıkan herkese. Şimdi idrak ettiğim kaderin karşıma çıkardığı fırsatları ‘şans’ bildim. Onlara ‘tesadüf’ dedim.

Hiçbir zaman düşünmedim insanın yarınını. Dil nedensizdi. Evren absürddü. Eden, bulmuyordu her zaman. Müthiş cenazelerle doluydu çepeçevre zamanım. Hayat bir mücadeleydi. Ötelerden ilham gelmiyordu.

Güzel İsimler’i keşfedemedim. Bir tür sarhoşluktu yaşadığım. İnsanları sevdim, insanlara güvendim, onlardan medet umdum. Olmuyordu. Sözler tutulmuyor, bırakılıp gidiliyor, nankörlük yapılıyor, sevgiler havada kalıyor, sonsuz bir meyve vermiyordu. İşte ayrıldım dostlarımdan. Yardım edemiyorlar bana şimdi.

Yıllardır alay ettiğim, küçümsediğim, “Allah var, ahiret var” türünden sözlerine gülüp geçtiğim, kişisel zaaflarını ön plana çıkararak düşüncelerini karaladığım kimselerin dedikleri çıktı. Bu ne sarsıcı gerçek! Sarsıcı gerçeği, son ândan sonra öğrenmek. Bu ne dönüşsüz bir yol, bu ne çaresizlik, bu ne azap, bu ne tamirsizlik, devasızlık, geriye dönememenin adaletli ağırlığı.

Kurudu ellerim!

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net, Taha Çağlaroğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut