Okumalar

Firavun Tuzağı

MUSA ALEYHİSSELAMIN Kur'ân'ın onu aşkın sûresinde zikrolunan kıssasından, her çağın insanının alacağı dersler vardır. Zira, Firavun ruhlu insanlar dünya üzerinde her zaman mevcut olduğu gibi, her bir insanın nefsi her daim firavunluk peşinde koşmaktadır. Ki, Musa aleyhisselam kıssasının Kur'ân'da bu kadar yoğunlukla zikredilmesi, kendi zamanımızın firavun tiynetli insanlarına ve nefsin firavunluğuna karşı ilâhî bir rehberlik içindir zaten...

İçinden alabildiğimiz bazı hisseleri zaman zaman paylaşmaya çalıştığımız bu manidar kıssanın bir veçhesini, hatırlarsanız, bir ay kadar önce, "Firavun'a gideceksin" başlıklı üç yazıda ifadeye çalışmıştık. O vakit, Musa ve Hârun aleyhimesselamın Firavun'a muhatabiyetinden bugünün mü'minleri olarak bizlerin alacağı derslere--aklımızın kadrince ve dilimizin döndüğünce--temas ederken, bir sonraki zamana bıraktığımız bir husus mevcuttu: Peki, bir yanda 'yumuşak sözlülük' gibi bir irşad üslubu taşıyan, öte yanda öncelikle Rabb-ı Rahîm'in uluhiyet ve rububiyetini kâinatın şahitliğinde ifade gibi sağlam bir iman tâlimini içeren bu hikmetli ve büyük davet karşısında, Firavun'un tepkisi ne olmuştu? O zaman, ileriki bir yazıya bıraktığımız husus buydu; ve bugün, elimizden geldiğince, yine bu zamanın mü'minleri için çok dersler yüklü bu hususa dikkat çekmek niyetindeyim.

Kıssanın bu kısmını bir kez daha hatırlamaya çalışırsak; Cenab-ı Hakkın vahyine muhatap olup risalet ile görevlendirilen Hz. Musa'ya tevdi edilen vazifeler arasında, 'tuğyana sapmış' olan Firavun'a gitmek de vardır. Musa aleyhisselamın risalet vazifesinde yardımcı olarak ağabeyi Hârun'un da nübüvvetle görevlendirilmesi duası Rabb-ı Rahîm tarafından kabul buyurulunca, iki kardeş, beraberce, Allah'ın âyetleri ile Firavun'a gidecek ve yine emr-i ilâhî gereği ona yumuşak sözle hakkı söyleyeceklerdir. Ona, "Biz senin Rabbinin elçileriyiz. İsrail oğullarını bizimle beraber gönder, onlara işkence çektirme. Biz, Rabbinden gelen bir mucize ile sana geldik. Selâm, hüdâya tâbi olanların üzerine olsun!..." (Tâ-Hâ, 47) diyeceklerdir. Firavun'un "Rabbiniz de kimdir?" sorusu üzerine de, ona ve meclisinde bulunanlara, kâinatı şahit tutarak, bir tevhid dersi vereceklerdir.

Musa ve Hârun aleyhimesselam, Firavun'un yerine, makamına, servetine, iktidarına.. göz diktiklerini ifade eden; hatta, bırakın ifadeyi, ima ve ihsas eden en ufak birşey söylemezler. Böyle bir dertleri ve hesapları yoktur çünkü. Rablerinin onlara emrettiği, bu emir mucibince onların Firavun'a ilettikleri şey, bu değildir: Benî İsrâil'i haksız yere köleleştiren, işkenceye tâbi tutan, öyle ki yeni doğan kızlarını sağ bırakıp oğullarını öldürme gibi feci cinayetleri rahatlıkla irtikap eden Firavun'un, bu zulmü bırakmasıdır. Onlara işkenceyi bırakması, Benî İsrâil'in Hz. Musa ve Hârun'la beraber Mısır'dan tekrar Filistin'e dönmelerine izin verilmesidir. Musa ve Hârun aleyhimesselamın bu şekildeki emr-i ilâhîyi ifade etmeleri üzerine Firavun'un "Rabbiniz de kim?" şeklindeki sorusuna ise, hikmet ve hakikat yüklü bir üslupla, hiç de damara dokunmadan, ikna edici bir tevhid dersiyle karşılık vermişlerdir. Firavun'un bu derse, "İlk çağların hali ne olacak?" gibi bir soruyla itiraza yeltenmesi üzerine ise, yine kâinatın şahitliğindeki bir tevhid, haşir ve ahiret dersi ile mukabele etmişlerdir. Firavun'un, bu büyük imanî dersten ders almayıp, haklılıklarına dair ayrıca bir delil istemesi üzerine de, Musa aleyhisselam asâ-yı Musa mucizesini onlara gösterecektir.

Musa ve Hârun aleyhimesselamın Firavun'dan istedikleri, söyledikleri ve de onun karşısında yaptıkları işte bunlardan ibarettir. Ama, bütün bunlar karşısında, Firavun'un çok çok manidar bir karşı koyması vardır. Ne yaptığı köleleştirme ve işkenceyi savunabilir Firavun; ne, Musa aleyhisselamın verdiği tevhid ve haşir dersinin sonunda bunu çürütecek bir söz söyleyebilir, ne de gördüğü mucizeyi görmezden gelebilir. Bütün yapıp ettiği, sonraki tüm çağların firavun ruhlularına emsal teşkil edecek bir iddia ortaya atmak olacaktır: "Ey Musa! Sihrinde bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin?" (Tâ-Hâ, 57)

Evet, çok manidar bir husustur bu. Hz. Musa ve Hârun, Firavun'a, hiç mi hiç, "Seni, kavminle birlikte yurdundan çıkarmaya geldik" demiş değillerdir. İstedikleri de, kesinlikle bu değildir. Bilakis, Benî İsrail'e ettiği zulüm ve işkenceye son verip, onların kendileriyle beraber Mısır'dan göçmelerine izin vermesini istemişlerdir. Bu kadar net ve apaçık bir talebe karşı, Firavun bu kadar fahiş ve alçakça bir çarpıtmayla mukabele edecektir.

Şuarâ sûresinden öğrendiğimiz üzere, Firavun, peşisıra bu çarpıtmasını kendi adamlarına ve kavmine de aktarıp "Bu, bilgili bir sihirbazdır. Büyüsüzle sizi memleketinizden çıkarmak istiyor" diyecek (Şuarâ, 34-35); bu yalan, yanlış ve çarpık propagandası korku veya iktidar nimetlerinden istifade gibi saiklerle Firavun'a tâbi olmuş kesimler arasında da kolayca taraftar bulacak, onlar da Musa ve Hârun aleyhimesselam için "Bunlar ancak iki sihirbazdır. Büyüleri ile sizi yurdunuzdan çıkarıp herkesce örnek alınan düzeninizi kaldırmak istiyorlar" diyeceklerdir. Sonra da, durumdan vazife çıkararak, "Artık bütün hile ve gücünüzü toplayın" çağrısıyla sesleneceklerdir birbirlerine.

Musa aleyhisselam kıssasının bu veçhesi, şu zaman birçok beldede zulüm ve baskıya maruz kalan ehl-i iman için manidar bir ders taşır. Bu da, imana karşı olanların, 'iktidara talip olma,' 'baştakileri baştan atma' gibi niyetler taşıdıkları; söyledikleri bütün şeyler, doğru ve güzel gibi gözükseler bile, bu hain niyetin kamuflajı olduğu; asıl maksatlarının kendilerinin başa geçmesi olduğu gibi iddialarla ehl-i imanı bertaraf etmeye çalıştıkları ve çalışacaklarıdır. Musa ve Hârun aleyhisselam gibi iki büyük peygamberin, haksızlık ve eziyetten vazgeçip adaletle davranma gibi, yeryüzünde olabilecek en mâkul, masum ve haklı taleplerineya karşı geliştirilen iddia budur; ve bu iddia, sonraki tüm zamanlarda, ehl-i imana karşı hep canlı tutulmuştur.

Ehl-i imana düşen ise, Kur'ân'ın verdiği ders ile, firavun tiynetli insanların bu tuzağını bilmek; ve 'iktidara talip olma' gibi, böyle bir tuzağa kendi eliyle düşme ve bu tuzağa meşruiyet kazandırma riski taşıyan yollara asla tevessül etmeden, Musa ve Hârun aleyhimesselam timsali, adalet ve hukuk talep etmek ve öncelikle tevhidi ders vermektir. Bir 'iktidar kokusu' da taşıdığı veya 'devleti ele geçirme' gibi niyetler de ona bulaştığı takdirde, ehl-i imanın en makul ve masum talepleri rahatlıkla ezilebilmektedir. Ama, "Sizin dünyanıza karışmıyorum. Siz de benim ahiretime karışmayın" misali bir netlik ve ayrıştırma ile, yalnızca adalet ve hukuk talep edilip, yalnızca tevhid ve iman dersi ile iştigal edildiğinde, umulur ki, bugünün mü'minleri için de aşılmaz sanılan engeller aşılır, geçilmez sanılan denizlerden yollar açılır--Firavun'un böylesi bir tuzak Musa aleyhisselamın aleyhine istimale yeltendiği sihirbazların, bu netlikle gelen mucize karşısında, Musa'nın Rabbine tâbi olanlardan olması gibi.

O halde, lütfen, biraz basiret, biraz sabır ve biraz hikmetli tavır...

Düğüm böyle çözülecektir.

  08.07.2001

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut