Arşiv

DEVELER, dikenler ve devedikenleri

Dikenler, gizli bir su deposu gibidirler. O yüzden, meselâ Nevada veya Arizona çöllerinden söz edilecek olsa, dikenli kaktüsler gelir akla. Bulunduğumuz diyarda da, papatyaların, lâlelerin çoktan kuruyup gittiği yaz aylarında hâlâ yeşil kalan ve çiçek açan otlara baksak, çoğunun iğne yapraklı ve dikenli otlar olduğunu görürüz. Pıtırak, çakırdiken, sakızotu veya devedikeni gibi.

Öte yandan, biliriz ki, deve de su depolar. Onu ayrı bir hoş, ayrı bir sevimli kılan hörgücünün altında, onbeş gün susuz kalsa da onu idare edecek bir su deposu yaratılmıştır. O yüzden, “çöl gemisi” derler deveye.

Peki bu deve, bu çölde, susayınca depoladığı suyu içer de, acıkınca ne yer? Elimizi bile dokunduramadığımız dikenleri değil herhalde?

Biz de öyle sanırdık ki, yanılmışız. Devenin dili, bizim dokunmaya cesaret edemediğimiz onca dikeni çerez yer gibi yiyip yutacak bir fıtratta yaratılmış. Devedikenine deve dikeni denilmesi, tevekkeli, bu sırdanmış.

Çöle göre otlar. Çöle göre hayvanlar. Çöle göre diller ve mideler... Bu uyum bize birşeyler söylemiyor mu?

“Bakmazlar mı deveye, nasıl yaratıldı?” buyuran Kur’ân, deveyi Rabbimizin birliğine delil gösterirken, ne kadar hikmetli hükmediyor!

Fasulyeye dair…

Belki en fazla tahkir edilen nimetlerden biridir fasulye. Kurusuyla–yaşıyla damaklara eşsiz bir tad, vücudumuza da —başta protein olarak— ihtiyacımız olan bir sürü gıda onunla gönderildiği halde, bazıları sevmezler, beğenmezler. Sık sık, ucuz şakaların konusu olur. “Kendini fasulye gibi nimetten sanıyor” sözünde bile, ona karşı gizli bir tahkir vardır.

Çünkü, gaz yapar!

Öyle ki bir yanda tadını ve protein değerini bilen, ama “gaz” da istemeyen Amerikalılar bu işin formülünü bulmak istemişler. ABD Ziraat Bakanlığının California, Albany’deki Bölgesel Araştırma Laboratuvarında, Gregory Gray adlı bir uzman on yıl bu uğurda çalışmış. Fasulyenin neden gaza sebep olduğunu tesbit de etmiş. Bunun iki sebebi, fasulyede fiber oranının yüksekliği ve de alfa–galaktosid’ler denilen bileşik şekerler ihtiva etmesi imiş. İnsan vücudunda bunları hazmettirecek enzimler yokmuş.

Bu iki özelliği ortadan kaldırmak için, değişik üretim ve pişirme teknikleri denenmiş laboratuvarda. Ama, gaza sebep olan iki unsurdan biri kalksa da, diğeri kalıyormuş.

Sonra araştırmacı Gray’in aklına, bir de biz insanların fasulyeyi yeme tarzını gözden geçirmek gelmiş. Ve mesele çözülmüş. “Daha çok ve de düzenli aralıklarla fasulye yiyince, problem kalmıyor” diyor Gregory Gray.

Velhasıl bundan böyle her fasulye görüşte, onu değil, kendi düzensizliğimizi sigaya çekelim, olmaz mı?

Hikmetle ve nizama tâbi olarak yememiz şartıyla, Rabbimiz, bize rahatsızlık verecek hiçbir şey yaratmıyor.

Kuşuna göre tüy!

Çocukluğumun geçtiği diyarda “güvercin” denmezdi güvercinlere. “Evkuşu” derdik.

Gerçekten ev kuşudur güvercin. Yuvasını evlerin çatısına yapar, ve pencere kenarlarından pek ayrılmaz. Penceremin yanından pek ayrılmayan alaca güvercin gibi...

Ve bir yağmur yağacak olsa, kendine kuytu bir yer arar güvercin. Islanmaktan korkar.

Tüyleri ıslanacak olsa hastalanır ve hatta ölür. Serçeler ve bülbüller de öyle.

Oysa, öbür tarafta rızkı suda verilen martılar, balıkçıllar, karabataklar, pelikanlar vardır. Her gün, en soğuk kış günü bile, suya dalmaktan çekinmezler.

Neden mi?

Rableri ağırlığına göre dağ, kuşuna göre tüy yaratmıştır.

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut